Yalan yok, 21. yüzyılda yaşıyor olmaktan mutluyum sanırım. Adventure Time izleyebiliyor olmanın yanı sıra, “uluslararası ilişkiler” dediğimiz ama genellikle “devletlerarası ilişkiler” düzeyinde olan ve realizmin kanlı pençesinden kurtulamamış olan disiplinin, gerçekten, uluslararası, hatta halklararası bir disipline dönüşüyor olması beni mutlu ediyor dostlar. Söylem dahilinde göz ardı edilen sivil halk toplulukları, artık devletlerin iç politikaları öncelikli olmak üzere, devletlerarası politikaları dahi etkilemeye başlayan “çömez” aktörlere dönüşmekte. Bu yazıda da, tamamen sivillerin düzenlediği ve uluslararası politikayı etkileyebilmiş Occupy Wall Street hareketini anlatmaya çalışacağım sizlere; dilerim becerebilirim.
[box_light]Bir Park ve Birkaç “Çapulcu”[/box_light]
Başlamadan hemen şunu ekleyeyim; şahsımca bu yüzyılda Türkiye’de yaşanan en güzel şey olan Gezi Parkı eylemlerinin annesidir diyebiliriz Occupy için; okudukça benzerlikleri göreceksiniz zaten. Kısaca tanımlamak gerekirse, Occupy Wall Street hareketi bir grup genç aktivistin (marjinal?) Wall Street bölgesinde bulunan Zuccoti Parkında sosyal ve ekonomik eşitsizlik karşısında giriştikleri, 17 Eylül 2011 başlangıçlı eylemdir. Zuccoti parkında doğrudan demokrasi ve ekonomik eşitlik üzerine kurulu bir mikro toplum kurma amacıyla hareket eden eylemcilerin, 15 Ekim günü polis müdahalesi ile karşılaşması sonucunda süreci destekleyen birey ve grupların tepkisi artar ve artan tepkilerin sonucunda “Occupy Wall Street” hareketi, 2011 yılı boyunca 72 ülkede 747 şehirde “Occupy” sloganı ile gerçekleştirilecek bir küresel toplumsal hareket dizisinin başlangıç noktası oluverir [1]. Hatta çoğumuzun bilgisi olmamasına rağmen 2011’de İstanbul’da da Occupy eylemleri gerçekleşmiştir; tabi asıl etkisini iki yıl sonra görmüş olduk bizler. Bu genel bilgilendirmenin ardından şunu tartışmak yararlı olacak kanımca Occupy’ı anlayabilmek için: Neydi “Occupy Wall Street” hareketinin kerameti de bu kadar küresel bir etkiye ulaşıverdi ve “Occupy” sloganı 747 farklı şehirde gerçekleşen eylemlerin ortak sloganı oluverdi?
[box_light]%99’un Hareketi[/box_light]
Bu elbette ki cevaplanması kolay bir soru değil, fakat elimizde teorik ve pratik açıdan bu soruları cevaplayabilecek kimi bilgiler mevcut. Sorumuzu cevaplamaya başlamadan önce kabul etmek gerek: Occupy hareketi daha kısa zamanda daha geniş bir coğrafyaya yayılsa da bir Fransız devrimi değil. Hatta eylemlerin başarısı/başarısızlığı ve sonuçları başlı başına tartışılması gereken bir konu. O sebeple, konuyu kimi ideolojiler dahilinde abartmadan incelemek gerek. Lafa dönecek olursak, öncelikle şunu belirtmek gerek ki, küreselleşme süreci, Occupy hareketi ile sıkı sıkıya bağlıdır; zira Occupy hareketi küreselleşme kaynaklı sorunlara yönelik sivil tepki ve taleplerde bulunan bir hareket olarak kabul edilebilir. Neye dayanıyordu küreselleşme ve Occupy hareketi arasındaki ilişki? Öncelikle –klişe olacak ama- küreselleşmekte olan ekonomiye. Özellikle 2007-2008 ve 2011 küresel ekonomik krizlerinin ardından orta ve alt sınıfa mensup genç nüfusta artan işsizlik ve çoğunluktaki orta-alt sınıf ile azınlık üst sınıf arasında artmakta olan ekonomik eşitsizlik -muhakkak ki- bireyleri bu tarz bir eyleme iten en önemli sebeplerdi [2]. Ekonomik krizin etkileri küresel olunca, bireyler çok daha kolaylıkla ortak talepler çevresinde toplanabilir oldular. Coğrafya değişse de ortak kullanılan “Biz %99’uz!” sloganı da bu durumu gösterir nitelikte. Bu slogan, ulusal yahut uluslararası kararları alan azınlık karşısında sivillerin, özellikle ekonomik açıdan artan rahatsızlığını ifade eder. Kaldı ki, bu denli net bir çoğunluk vurgusuyla ve belli bir devletin hükümeti yerine IMF ve Dünya Bankası gibi hükümetler üstü kurumların ve ekonomik kriz ve eşitsizlik gibi genel sorunların hedef gösterilmesi ile bir İspanyol, Alman ya da Türk’ün eylemlerde kendinden bir şeyler bulabilmesi sağlanmış oldu; bu da sürecin küresel boyuta ulaşmasını oldukça kolaylaştırdı haliyle [3]. Tabi ki süreci başlatıp yayan sebepler sadece doğrudan ekonomik sebepler değil. 15 Ekim itibariyle başlayan polis müdahalesi ile insan haklarına ve özgürlüklerine yönelik müdahaleler de eylemlerin konusu haline gelmiş oldu. Bu durum ise muhakkak ki eylemlerin küresel boyuta ulaşmasını kolaylaştırdı; zira farklı halklara mensup eylemciler kendi hükümetlerinin insan hak ve özgürlüklerine karşı olan tutumlarını eleştirmeye başladılar; bu da süreci daha kişiselleştirip rahatlıkla sahiplenmelerine ve dolaylı olarak da eylemler için gereken motivasyon artışına sebep oldu. Politik kabul edilebilecek bu sebebin yanında, IMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası ekonomik oluşumların hükümetler üzerindeki kısıtlayıcı etkisi ise halkların kendi yönetimlerinde tam olarak söz sahibi olamadıkları fikrini yarattı ve bu fikir ise özellikle halk iradesi ile hükümetini seçen demokratik ülkelerin toplumları arasında oldukça yankı buldu [4]. Tabi sebepler bununla da kısıtlı değil. 2010 sonbaharında başlayan “Arap Ayaklanmaları” –ya da ideolojinize göre “Baharı”- sürecin arka planını oluşturan en önemli sebeplerden biri olarak kabul edilebilir [5]. Yapılan gözlemler ile edinilen taktiksel altyapının yanında, oryantalist bir perspektife sahip kimi Occupy eylemcilerinin de –ki sayıları az kabul edilemez niceliktedir- politik açıdan pasif olmakla eleştirdikleri Ortadoğu halklarının dahi yönetimlerine başkaldırmalarından duydukları utanç ile Occupy sürecine daha da sıkı sıkıya sarılmaları, eylemlerin genişlemesindeki başka bir önemli sebep oldu. Tüm bunların yanında, belki de bu yayılmadaki teorik açıdan değilse bile pratik açıdan en önemli sebep, sürecin muazzam bir biçimde pazarlanmasıydı. Pazarlanma derken neyi kastediyorum? Tabi ki sosyal medyanın süreç boyunca oldukça aktif bir biçimde kullanımını. OccupyResearch General Service kuruluşunun 5000 katılımcı ile yapmış olduğu online anket, katılımcıların %77’sinin Twitter, Faceebook ve diğer sosyal medya mecraları üzerinden Occupy ile ilgili yorum ya da paylaşımda bulunduklarını tespit etmiştir [6]. Bu tarz anketlerin sayısı oldukça fazla ve bana göre Occupy hareketinin sosyal medyadan bu denli fazla yararlanması ise onun en önemli özelliğini oluşturmakta. Zira Occupy hareketi, yeni nesil diye tabir edebileceğimiz 21. Yüzyıl küresel halk hareketlerinin hangi yoldan bu küreselliğe ulaşabileceğini gösterdi.
[box_light]”Duyuyor musun sesi? İşte bu halkın öfkesi!”[/box_light]
Occupy hareketi, farklı coğrafya ve kültüre mensup halkların ortak payda bulmaları durumunda devletlerin iç ve dış politikaları üzerinde –az ya da çok- nasıl etkili olabileceklerini göstermesi bakımından bir örnek olarak kabul edilmelidir bence. Sürecin sonuçları, özellikle de eylemlerin başarısı tartışılmaya oldukça açıktır. Hatta -ne yazık ki- süreç abartılmaya da oldukça müsaittir. Ama tüm bunları bir kenara bıraktığımızda, Occupy Wall Street hareketi 21. Yüzyılda halk hareketlerinin genel olarak hangi sebep-sonuç ilişkilerine dayanacağına ve nasıl başlayıp hangi metodlar ile gelişeceğini ilişkin sahip olduğumuz en somut kaynaktır. Yazının başlarında belirttiğim gibi, Gezi Sürecinde epey benzerini bizzat yaşadık; hatta iç rahatlığıyla söyleyebilirim ki Occupy yaşanmamış olsaydı Gezi’yi kolay kolay yaşayamazdık -bu konuyu doğrudan başka bir yazı ile tartışmak isterim ama-. O sebeple, Occupy Wall Street hareketi yavana atılacak bir konu değil dostlar. Bu konuyu az çok anlayabilirsek, birer sivil olarak politik arenada neler yapabileceğimizi daha rahatlıkla görebiliriz, ki içinde bulunduğumuz günlerde bunun daha da önemli bir hale geldiğini düşünüyorum.
KAYNAKÇA
1) Rogers, S. (2011, November 14). Occupy protests around the world: full list visualised. The Guardian sitesinden alınmıştır: http://www.theguardian.com/news/datablog/2011/oct/17/occupy-protests-world-list-map
2) Dube, A., & Kaplan, E. (2012, Mart). Occupy Wall Street and the Political Economy of Inequality. The Economists’ Voice sitesinden alınmıştır: http://www.degruyter.com/view/j/ev
3) Shepard, B. (2012). Occupy Against Inequality. Journal of the Research Group on Socialism and Democracy, 27-29.
4) Tormey, S. (2012). Occupy Wall Street: From Representation to Post-Representation. Journal of Critical Globalisation Studies, 136.
5) Hayduk, R. (2012). Global Justice and OWS: Movement Connections. Journal of the Research Group on Socialism and Democracy, 46-47.
6) Costanza-Chock, S. (2012). Mic Check! Media Cultures and theOccupy Movement. Social Movement Studies: Journal ofSocial, Cultural and Political Protest, 379.