Hastaydı, yatak döşekti uzun zamandır, kurtulacağına kendisi dahi imkân vermedi. Yalnızca ecnebi illerine gönderdiği evlatları inanabilirdi babalarının ayağa kalkacağına; bu amaç uğruna gecelerini gündüzlerine katıp babaları için çalıştılar. Derken komşunun babası nasıl düzeldiyse kendi babalarının da öyle düzeleceğine inandılar. Bu inanç, yerini azme ve bitmek bilmez bir çalışma örneğine bıraktı. Babalarının hastalık ve muhtaçlıktan kurtulması için tek bir ilaç vardı, batının demokrasisi. Bunun için uğraştı evlatları; Anadolu çocukları, Genç Türkler, Genç Osmanlılar ve daha niceleri. Belki bu evlatların ilk hamleleri işe yaramamıştı ama yılmaz Türk evlatları babalarının hastalığını yenmek ve yurdunu refaha kavuşturmak için bir asır beklemeliydi. Beklemek mi, o neydi? Bu çocukların lügatinde öyle bir kelime yoktu ki… Durmadılar, bir asra ışık tutmak için çabaladılar ve sonunda reçeteyi babalarının önüne koydular: Kanun-i Esasi.
Zor bir dönemeçteydi Osmanlı. Devlet yüzyıllık denge politikasının sonuna geldi ve Avrupa hasta adamı yatalak hâle getirdi. 1808 Sened-i İttifak ve 1839 Tanzimat Fermanı‘nın gösterdiği yol, batının başarıya dört nala koşan yönetim biçimiyle uyum sağlayınca, tek çözüm yolu meşruti bir sistem olarak göründü. Durumun olumsuz şartları ve Abdülaziz’in sisteme karşı tavırları olsa da Ali Paşa’nın vefatından sonraki siyasi ve mali krizin tek çözümünün önünü açmak için tüm engeller aşılmalıydı. Öyle de yaptılar; Abdülaziz tahttan indirilerek V. Murat başa geçirildi ama V. Murat’ın hastalığı hedefe ulaşmayı zorlaştırdı. Bir kez daha padişah hâl’edilip II. Abdülhamit başa geçirildi. Yeni padişah meşruti monarşi sistemine sıcak bakan yapıdaydı. Hedefinde Osmanlı-Batı diyalogunu girdiği dehlizden çıkarmak bulunmaktaydı ve Genç Osmanlıların emeli Abdülhamit’e yakın geldi. Genç Osmanlılar Recaizade Ekrem, Ziya Paşa, Şinasi ve Namık Kemal gibi Türk edebiyatının mihenk taşlarını oluşturan isimlerin bir araya gelmesi ile oluştu. Osmanlı milliyetçiliğini savunan bu yapılanma, bağımsız İslam ülkesindeki ilk batılı yazılı anayasayı hazırlamaya yakındı. Egemenliği eline alan Mithat Paşa “Cemiyet-i Mahsusa”yı kurdurarak bu isimleri resmi bir kuruluş altında topladı. Bu kuruluşun neferleri Osmanlı’nın ilk ve son anayasasına kavuşmasını sağlayacaklardı (Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasalar Sitesi, 2014).
Reçetenin hastaya gösterilmesinin karşısında önemli sorunlar ve arkasında zayıf destekçiler vardı. Bu zayıf destekçiler Avrupa’nın demokrasisini ülkesine kazandırmayı amaç edinmiş Genç Osmanlılardı. Ne kadar padişahın desteği alınmış olunsa da yasalar onaylanana kadar kelle koltukta gezmekteydiler. Bu zorlu durma rağmen inandıkları bir şey vardı, Osmanlı yanlış yönetilmekteydi ve bu yönetimin kölesi olmaktansa değişme kabiliyetine sahip olmak lazımdı. Nasıl demişti Namık Kemal: “Bazen fikirlerini de değiştirmelisin, Çünkü sen fikirlerinin kölesi değil, sahibisin.” Osmanlı da monarşinin kölesi değil, sahibiydi ve böyle gerekli bir noktada bir manevra ile değişikliğe gitmeliydi. Ancak karşılarında şeriata aykırı bir hareket yapıldığını savunan ve Müslüman-Gayrimüslim eşitliğine muhalif bir güruh vardı. Milletin de henüz böyle bir değişikliğe hazır olmadığını savunan bu görüş, Talebe-i Ülum İsyanı ile cephesinde yerini aldı ama isyan bastırıldı. İsyanın bastırılmasında padişahın fermanı kadar devlet babanın evlatlarının azminin de payı büyüktü. Devlet Baba’nın iyileşmemesi için çabalayan düşmanları da evlatları kadar azimliydi. Dört bir yandan saldıran bu düşmanların başında Rusya İmparatorluğu vardı. Osmanlı’nın Balkan ayaklanmasında Sırbistan & Karadağ’ı yenmesinin ardından Balkanlardaki Panslavist politikanın önüne vurulan keti kaldırmak amacıyla Bab-ı Ali mütarekeye zorlandı. Osmanlı’nın denge politikasının az da olsa sürdüğü bu dönemde Rusya’ya karşılık batı ülkeleri (başta Fransa ve İngiltere olmak üzere) Osmanlı ile bir konferans düzenledi. Konferansın gerçekleştiği sırada Osmanlı Kanun-i Esasi’yi kabul ederek batı ile diyalogunu güçlendirdi.
Reçetede hasta adamın padişahı, İslam’ın Halifesi koruma altına alındı ve padişahın kutsal haklarına herhangi bir şekilde dokunulmadı. İsyanlarda öncelik konusu olan Müslüman-gayrimüslim eşitliği konusunda hiçbir taviz verilmeden tüm halk “Osmanlı” sıfatı altında toplandı. Devletin dini İslam kabul edildi ama kanunlara uyar vaziyette diğer dinlere hoşgörü esas alındı. Tüm bu sosyal devrimlerin yanı sıra yönetim şeklinde de büyük değişiklikler oldu. Padişahın mutlak veto* hakkını saklı tutmasıyla beraber Meclis-i Umumi açıldı. Bu meclis herhangi bir siyasi sorumluluğu sahip olmayan parlamenter sistemden uzak bir yapıdaydı (Gözler, 2011). Meşruti Monarşi Sisteminin ilk seçimi 1877’de sadece erkek vatandaşların oy kullandığı iki dereceli sistem* ile yapıldı ve bu sistem, Türk tarihinde bir diğer devrim olacak 1946 Seçimleri’ne kadar uygulanmaya devam etti. Kurulan Meclis-i Umumi ise 93 Harbi’ne kadar yaşamını sürdürebildi ve İstibdat dönemi ile kapatıldı.
Evlatları babalarını kurtarmak için reçeteyi çoktan hazırlamışlardı. Baba sağlığına kavuştuğuna ümit ederken geçirdiği bir enfeksiyon ile yeniden yatağa düşmüş ve evlatlarının hazırladığı reçeteyi buruşturup bir kenara atmıştı, ta ki zorlu İstibdat döneminin sonuna kadar…
Mutlak Veto: Padişahın reddettiği bir kanununun mecliste oy birliği ile kabul edilse dahi yürürlüğe sokulamaması.
İki Dereceli Seçim Sistemi: Halkın doğrudan milletvekillerini değil, onları seçecek ikinci seçmenleri; daha sonra bu ikinci seçmenlerin milletvekillerini belirlediği seçim sistemi.
KAYNAKÇA
Gözler, K. (2011). Türk Anayasa Hukuku Sitesi. 03 08, 2015 tarihinde Kanun-i Esasi: http://www.anayasa.gen.tr/1876ke.htm adresinden alındı
Türkiye Büyük Millet Meclisi Anayasalar Sitesi. (2014). 03 08, 2015 tarihinde 1876 Kanun-i Esasi: http://yenianayasa.tbmm.gov.tr/1876.aspx adresinden alındı