Çerkesler… Çoğu bilmez isimlerini, nereden geldiklerini, kim olduklarını. Yalnızca yazın arifesinde, sıcak güzel bir mayıs günü, bazısı fark eder toplanmış onlarca insanı ve şöyle bir göz atıp içlerinden yine hangi asılsız derdin kavgacısı bunlar, derler sırtlarındaki zümrüt yeşili bayraklara, yüzlerinde ki biraz ciddi birazda kararlı ifadeye bakarak. Hatta belki üç beş gencin ellerinde gördükleri pankartlara şöyle bir dokunur gözleri. Tarihler o gün 21 Mayısı göstermektedir. Pankartlarda göze ilişen sürgün, soykırım kelimeleriyse halka yıllardır birlikte yaşadıkları azınlıklar sayesinde tanıdıktır artık. Ülkenin kendi içinde oluşturduğu mozaik yapısı işin birazcıkta reklam tarafıdır belki de özellikle geçtiğimiz savaş dolu, kan dolu, nefret dolu günlerde. Neden böyle olduk, kim ekti aramıza bu ayrılık, ayrımcılık tohumlarını kol kola gezdiğimiz kardeş dediğimiz insanlarla bilinmez. Kimi adına milliyetçilik der, kimisi partizanlık. Fakat işte o gün bu ne yediği bilinmez insan topluluğuyla karşılaştığımızda bunların hiçbiri geçmez aklımızdan. Yalnızca bir saniyelik merak esir alır gözlerimizi ve sonrası herkesin kendi rollerini büründüğü oyun sahnesi hayatlarımıza döner yeniden.
Bu etrafımızdakileri, onların acılarını, anılarını, görmememizi sağlayan büyü bir halka daha sarmış kollarını durmakta şimdi. Bundan 150 yıl önce senelerden 1864 aylardan Mayıs. Mayıs’ın 21’i. Birçoğumuz için yine sıradan hayatlarına devam ettikleri diğer günlerden biri. Herkesin sıradan günlük telaşlarının peşinde olduğu bir gün. Fakat bu gün ne yazık ki herkes için güneşli ve tek derdinizin akşama ne yemek yapacağınız ya da işten çıkış saatini gözlediğiniz bir gün değildi. O gün devasa gemilerde yüz binlerce insan bugün ki Rusya’nın Soçhi kentinden yola çıkmışlardı. Arkalarında bıraktıkları evleri, ailelerinin büyük kısmını, bu güne kadar onlar için bir anlam ifade etmiş her şeyi şimdi bir geminin güvertesinden yaşlı gözlerle bir gün döneriz umuduyla arkada bırakılanlara ağlamak ve önünde uzanan bomboş, vaatsiz, umutsuz denize dalıp gitmek. İşte 21 Mayıs diasporada yaşayan Çerkesler için bu demekti; ayrılık, hüzün ve gözyaşı.
Savaş Nasıl Başladı?
1762 yılına kadar Rusya İmparatorluğuyla doğrudan bir mücadele içine girmemiş olan Kuzey Kafkasya Şark Meselesinin (Doğu sorunu) 16. Yüzyıldan itibaren Rusya için önem kazanmaya başlaması ile savaş sahnesine girmiştir. Öncelikle Kırım’ı etkisi altına alan Rusya, ardından Dağıstan’da Şeyh Şamil’in güçlü direnişi tarafından büyük bir dirençle karşılaşmış fakat uzun yıllar direnen Dağıstan bütün kuvvetlerini kullanmış oldukları halde Rusya’nın düzenli ordu yapılanmasının karşısında duramamış ve 6 Eylül 1859’da 70 bin kişilik Rus ordusuna yanındaki 200 askerle dayanamayacağını gören Şeyh Şamil komutasında teslim olmuştur. Bu teslimiyetin ardından Küçük Kaynarca anlaşmasıyla garb devletleri içerisine iyice giren Rusya’nın bu hızlı yayılmasına engel olabilecek son bir kale kalmıştır: Kafkasya.
1762 ve 1774 İlk Saldırılar
Rusya’nın ilk saldırıları öncelikli hedef olarak görülen Kuzey Kafkasya üzerine başlamış ilk olarak 1762 yılında Mezdegü bölgesinde başlayan ve sonra gittikçe bütün Kafkasya’ya günden güne yayılan uzun yıllar alacak kanlı bir savaşla sonuçlanmıştır.
Mezdegü civarı ve Taman yarımadasını işgal ederek Kafkasya’yı bölüp karşılarında toplu bir güç oluşumunu engellemeye çalışan Rusya’ya karşı Kabardey ve Çeçen kuvvetlerin Kızlar bölgesinde büyük çarpışmalarına sahne olan Kafkasya Rusya’nın 1801’de Gürcistan’ı 1810’da ise Abhazya’yı işgal ederek Kafkasya’yı dört bir yandan kuşatmasıyla sıkıştırılmış ve bu kuşatma Kabardey bölgesinin düşmesiyle sonuçlanmıştır.
Devlet Yapılanması ve Yönetim Anlayışı
Özellikle 1700’lü yıllarda dıştaki Rus mücadelesinin haricinde Kafkasya içte de genel bir feodal değişiklikler silsilesinin içine çekilmiştir. Soylulara karşı ayaklanan köylü ve kölelerden oluşan halkın isyanı pek çok prensin Rusya’ya sığınması ile son bulmuştur.
Bu isyan hareketi Çerkesya’da ki feodal düzenin yerini bir halk meclisine bıraktı ve 1800’lerin başında ‘Kalubat Yikoua Şupagua’ ile başlayıp 1820’lere doğru bir millet meclisine dönüşerek gelişimini tamamladı.
Yasama yürütme ve yargıyı tek el altında toplayan bu millet meclisinin hükümleri halk tarafından uygulanma zorunluluğu taşır, önemli kararların alınması gereken durumlarda meclis referanduma gider ve milletin kararı doğrultusunda hareket belirlenirdi. Bütün bu özellikleriyle Çerkesya meclise dayalı çoğulcu bir yönetime sahipti.
Edirne Antlaşması ve Önemi
1828’de Osmanlı’ya karşı savaş ilan eden Rusya savaşı kazanarak Osmanlı ile 1829’da Edirne’de masaya oturmuş ve uzun müzakerelerin sonucunda Kafkasya üzerindeki bütün güçlerini geri çekmek şartı ile Kafkasyayı fiili olarak sarsamasa da Rusya’ya siyasi olarak Kafkasya’yı işgal gücünü vermişti. Siyasi olarakta Kafkasya’yı işgal gücünü bulan Rusya elindeki imkânı değerlendirip daha güçlü olarak Kafkasya üzerine saldırılar düzenledi.
Kırım Savaşı ve Paris Antlaşması
Kırım savaşı sırasında Rusya ile üç büyük devletin (Fransa, İngiltere, Osmanlı) arasında çıkan karışıklıklar o sıralar Mehmet Emin önderliğinde olan Çerkesler için doğru değerlendirildiği takdirde oldukça büyük bir fırsattı fakat yine Mehmet Emin tarafından söylenen ‘ Ne Osmanlıların, ne de diğer herhangi bir devletin hâkimiyetini asla kabul edemeyiz! Rus generalleri kadar Osmanlı paşalarını da istemeyiz’ sözüyle geri çevrilmiş oldu.
1855’de Kırım Savaşının nihayete ermesi ve ardından yapılan Paris Antlaşması ile kendi haline bırakılan Kafkasların yanında daha fazla duracak bir güç kalmamış ve Rusya bir kez daha karşı atağa geçmiş bulunmaktaydı.
13 Haziran 1861 ve Misak-ı Milli Meclisi
Paris Antlaşması ve Kırım Savaşı sonucunda ellerindeki fırsatı da kaybeden Çerkesya, 13 Haziran 1861 tarihinde kurduğu Misak-ı Milli Meclisi aracılığı ile başlatılan demokratik teşkilatlanmayı devam ettirmek ve siyasi açıdan destek bulabilmek için 1859’da İstanbul’a elçiler göndermiştir.
Edinburgh, Newcastle, Preston, Manchester gibi kentlerde düzenlenen mitinglerin yanı sıra pek çok kral ve diplomatla da görüşme isteklerinde bulunan delegeler ne yazık ki Avrupa’da ilgi ile karşılansa da hiçbir devlet tarafından tam bir destek alamadan geri döndüler.
Temmuz 1862`de Kuatisi valisi Kolyubakin tarafından Soçi kıyılarına denizden çıkarma harekatı gerçekleştirdi. Kafkasya, Ruslar tarafından büyük bir yıkıma uğradı. 21 Mayıs 1864`ta Çarlık Ordusu Kbaade bölgesinde savaşların bittiğini duyurarak, bir resmigeçit düzenlendi. Bu geçit aynı zamanda Çerkesya’nında resmi sonuydu.
***
Rusya ve Kafkasya arasında süregelen uzun mücadele o tarihte nihayete ermiş ve Çerkeslerin vatanlarından sürülüşüyle acıklı bir son bulmuştu kendine. Aslında gidenlerin hepsi geri dönüşlerinden son derece emin çıkmışlardı yola. Uygulanan iskân politikaları sonucunda ise bugün Çerkesler sonsuza dek kaybolma tehlikesiyle yüz yüze kalmış bir ırktır.
Bu durum karşısında kendimize asıl sormamız gereken soru ne yapabilirim değildir belki de. Tek başına kimsenin dünyayı kurtarma gücü yoktur elbet fakat asıl soru; neden görmüyorumdur. Bazen gözümüzün önünde olan haksızlıklara müdahile etmek fazla cesaret ister doğrudur ama bana göre dünyayı kurtarmak için Süpermen pelerinine ya da sihirli değneklere ihtiyacınız yoktur. Tek yapmanız gereken insanlara gerçekten bakmak, içlerinde ne olduğuna, neler yaşadıklarına, neler hissettiklerine bakmak ve onların acılarından tatmak bir nebzede olsa duygudaşlık yapmaktır. Çünkü insan olmak yalnızca iki el, iki ayak sahibi olmak demek değildir. İnsan olmak düşünmektir. Kendini değil bir başkasını düşünmek. Her şeyi düzeltecek bir tanrıya inanıyor ve ona dualar ediyorsanız, o duaları başkaları için etmektir. Çünkü insan kendine dua etmez; çalışır, azmeder ve yapar dua ise başkalarınadır.
Kaynakça:
- Tarihte Kafkasya, Armenian Research Center Collection, İsmail Berkok, İstanbul, 1958
- http://cerkesarastirmalari.org/cerkesler/
- http://www.cerkesya.org/kafkasya/kafkasya-tarih/kronoloji/item/4073-cerkeslerin-1000-yillik-savas-tarihi
- https://www.atlasdergisi.com/kesfet/kultur/kafkasya-cerkes-surgunu.html