Ankara’yı bir cumhuriyet başkenti olarak biliyoruz. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda oynadığı rolü özümsemişiz, o zamanlardan kalma TBMM, Ziraat Bankası gibi yapıları sıklıkla görüyoruz. Ne var ki şehrin daha geçmişten getirdiği bir başka tarihi miraı, Roma ve Bizans Ankara’sı denince aklımıza sadece Kale geliyor, modern şehrin büyük bir bölümünü kaplamış olmasına rağmen bu dönemin Ankara’sının kalıntılarına sadece Ulus çevresinde rastlayabiliyoruz. Oysa Ankara 1000 yıldan uzun bir süre boyunca Roma ve Bizans İmparatorlukları’nın  Anadolu’daki en önemli kentlerinden biriydi.

Roma İmparatorluğu’nun Galatya (Galatia) vilayeti

Ankara Roma İmparatorluğu’na MÖ 25 yılında katıldı, öncesinde bir Kelt kavmi olan Tektosaglar bu bölgede yaşamaktaydı. O zaman ismi Ancyra olarak geçen şehir de Roma’nın Galatya vilayetinin başkenti haline geldi. Roma İmparatorluğu çoğu tarihçi tarafından politik bir bütün olmak yerine farklı şehirlerin yollarla birbirine bağlandığı bir ağ olarak görülür. Ancyra da Galatya’daki yolların en önemli kesişim merkezi olduğu için büyük bir önem kazandı.

 

Galatya’daki yolların kesişiminde Ancyra

 

Roma imparatorları doğuya sefer düzenlerken Anadolu’dan geçiyordu ve Ancyra bu nedenle sık sık ziyaret edilmekteydi. Trajan 113 yılında, Septimius Severus 195 ve Caracalla 215 yılında Ancyra’daydı. Bu ziyaretlerden geriye imparatorların onuruna dikilen mil taşları, bastırılan sikkeler ve şehrin çeşitli yerlerinde bulunan yazıtlar kalmıştır. Özellikle Caracalla’nın ziyaretinden geriye birçok iz bulunmakta, megala Asclepieia Soteria Antoneinea festivali ilk defa bu ziyaretle kutlanmaya başlamıştır. Sağlık tanrısına adanmış festivalin Caracalla’nın ziyaretiyle bağdaştırılmasının nedeni ise imparatorun Anadolu’dan geçmeden önce ağır bir hastalığa yakalanıp iyileşmiş olması ve iyileştiği haberinin halka duyurulması için başlatılan propaganda çalışmasının bir parçası olduğu düşünülmektedir. Caracalla’nın Ancyra’da bıraktığı bir diğer iz de Roma Hamamları’ıdır, arkeologlar ve tarihçiler hamamların Caracalla tarafından yaptırılıp yaptırılmadığı konusunda hemfikir değil, ancak bulunan sikkeler ve yazıtlar nedeniyle onun hükmüne tarihlendiriliyor, bu nedenle de literatürde “sözde” Caracalla Hamamları olarak adlandırılıyor.

Ancyra’nın Roma İmparatorluğu için önemini vurgulayan yapıt ise Günümüzde Hacı Bayram Camii’ne bitişik kalmış Augustus ve Roma tapınağıdır. Tapınağın üzerinde hem Latince hem de Yunanca olmak üzere Res Gestae Divi Augusti (Tanrısal Augustus’un fiiliyatı) kitabesi bulunmaktadır. Bu yazıtta imparator Augustus kendi ağzından yaptığı işleri ve başarılarını anlatmaktadır, yazılış biçimi açısından Nutuk’a benzetilebilir ancak imparatorun kendi tarafından yazıldığı düşünülmemektedir. Orijinali Roma’da bulduğu tahmin edilen ancak günümüze ulaşmamış olan yazıtın en okunabilir kopyaları modern Türkiye sınırları içindedir, Ankara, Uluborlu ve Yalvaç. Ne var ki, en okunabilir ve bütün halde olanı Ankara’da bulunandır.

 

Augustus Tapınağı’nın duvarındaki Res Gestae Divi Augusti yazıtı

Erken Hristiyan döneminde çeşitli teolojik tartışmalara da ev sahipliği yapan Ancyra, İmparator Konstantin tarafından 325 yılında toplanılan Birinci Ekümenik Konsil için aslında ilk tercih, ancak hava şartları nedeniyle konsil son anda İznik’e alınıyor. Bizans dönemi boyunca da şehir değerini koruyor, özellikle 330 yılında Constantinople’ın başkent ilan edilmesinden itibaren imparatorluğun en önemli şehirleri arasında bir durak haline geliyor. Böyle olunca ekonomik yönden de kalkınmaya devam ediyor. Bu dönemden Ancyra’da kalan en belirgin yapıt Belkız veya Julian olarak adlandırılan sütun. Julian 361-63 yılları arasında hüküm süren son pagan imparator, aynı zamanda hem kendisi hem de ondan sonraki imparator Jovian sefere giderken Ancyra’dan geçiyor. Hatta Jovian’dan sonra tahta çıkan Valentinian, Ancyra’dayken imparator ilan ediliyor.

“Sözde” Julian Sütunu

Şehre vurulan ilk darbe 7. Yüzyılda başlayan Pers istilaları. Her ne kadar bu istilaların şehre verdiği zararın büyüklüğü tartışmalı olsa da orduların Ancyra’dan geçmiş olduğu bir gerçek. Ancak bu büyük yollar üzerinde bulunan şehirlerin kaderi, yollar barış dönemlerinde ticaret ve kalkınma getirirken, eğer sınır güvenliği sağlanamıyorsa düşman orduları da bu yolları takip edip önlerine çıkan şehirleri tahrip ediyorlar. 7. ve 9. yüzyıllar arasıysa Ankara ile ilgili hem arkeolojik hem de tarihsel kaynaklar açısından oldukça sığ. Bu dönemde Ankara’da neler olup bittiğini sadece tahmin edebiliyoruz çünkü Anadolu’nun Arap akınları altında olduğunu biliyoruz. Arapların  Bizans karşısındaki en büyük zaferi ise 838 yılında Ancyra ve Amorium şehirlerini ele geçirmeleri. Pers tarihçi al-Tabari Abbasi Halifesi al-Mutasım’ın Anadolu baskınlarını şöyle anlatıyor:

al-Mutasım Anqira’ya itinayla sökün etmeyi planladı, böylece Allah onun için şehri ele geçirdikten sonra Ammuriya’ya devam edebilirdi, çünkü Bizanslar’ın topraklarında ne bu iki şehirden daha büyüğü, ne de hedef olmaya daha değer bir yer yoktur.  

Günümüzde bildiğimiz, Ankara denince aklımıza gelen kale ise bu olaydan sonra imparator 3. Michael tarafından inşa ettiriliyor. 350’ye 160 metre, dörtgen yapılı bir iç kale ve onu çevreleyen 1.35 kmlik dış kale çok köşeli bir kale burcunda birleşiyor. Kaleye gittiğimizde merdivenlerden çıkıp ulaştığımız büyük yapı işte bu büyük burç. Bunu haricinde iki duvarın da etrafında beşgen kuleler var. Kalenin işe yaradığı ise ortada, zira 931 yılındaki Arap baskınında şehir ele geçirilemiyor.

Ankara Kalesi

1071’den sonra ise zaman içerisinde şehir Bizans kontrolünden çıkıyor. Tabii burada “Ankara” isminin kökeninden bahsetmeden geçemeyiz. Kütahya (Kotiaeion), Konya (İcconium) Amasya (Amaseia), Amasra (Amastris) gibi Ankara da Roma döneminden beri varlığını sürdürdüğü için o dönemde aldığı ismini korumuş bir şehir. İsmin kökeni hakkında birçok farklı fikir var, ancak öne çıkanlardan biri ANK- yani çengel veya bükmek kökünden geliyor, zamanında hala şehrin içinden akan Hatip Çayı’nın şeklinden ötürü aldığı söyleniyor. Yunan ve Roma kaynaklarında çapa anlamına gelen ve aynı kökten gelen Ancyra olarak geçiyor, zamanla şehrin sembolü haline gelip sikkelerde de kullanılmaya başlanıyor. Küçük bir dipnot olarak da şunu belirtmek gerekiyor, bu yazının başlığı “Ankara, Ankara Güzel Ankara“nın latincesi de olsa, Roma ve Bizans Ankara’sında halk Yunanca konuşuyordu. Bulunan Latince yazıtlar genellikle elitlere aitti.

Roma ve Bizans Ankara’sı üstüne modern şehirler inşa edilmiş antik yapılaşmaların kaderine sahip, bu dönemlerde Ankara’nın nasıl bir şehir olduğunu, kentselleşmesini, insanlarını anlayabilmemiz için Kale’den başlayıp Gençlik Parkı’na kadar her yeri yıkmamız ve kazmamız gerekir. Bunun ne kadar imkansız olduğunu kazılan yerlerin (Ulus’daki tiyatro) durumuna bakarak bile anlayabiliyoruz, Roma tiyatrosunun etrafında bir güvenlik olmamasının yanı sıra ne olduğunu anlatan bir tabelası bile yok. Ankara’nın Mö25 – MS1076 arası tarihine Ulus’dan açılmış küçük bir pencereden bakabiliyoruz, oysa muhtemelen her gün asfaltların altında kalmış bir şehrin üstünden geçip gidiyoruz.

 

Kaynakça:

al-Tabari, J.  The Reign of Mutasim (833–842), tr. Elma Marin (New Haven: American Oriental Society, 1951.

Foss, C. (1977) Late Antique and Byzantine Ankara. Dumbarton Oaks Papers. 31, pp. 29-87.

Kadıoğlu, M., Görkay, K. & Mitchell, S. (2011) Roman Ankyra. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Macpherson, I.W. (1954) Roman Roads and Milestones of Galatia. Anatolian Studies, 4, pp. 111-120.

Peschlow, U. (2015) Ankara. Die bauarchäologischen Hinterlassenschaften aus römischer und byzantinischer Zeit. Vienna: Textband.

Peschlow, U. (2017) Ancyra. In Niewöhner, P. (Ed.) The Archaeology of Byzantine Anatolia: From the End of Late Antiquity until the Coming of the Turks (pp. 349-360) Oxford: Oxford University Press.

 

Leave a Reply