Bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey nedir? Elbette oldukça öznel olan bu soruya ortak bir cevap bulabileceğimize inanmayabilirsiniz ancak ben ortak bir paydada buluşabileceğimize inanıyorum. Herkesin keyif aldığı, hayatlarımızın büyük bir parçası ancak oldukça çeşitli bir şey… Sizi daha fazla merakta bırakmadan kısaca cevaplayacağım: Müzik. Pek çok farklı formda ve türde olması ise müziğin hepimize hitap etmesini kolaylaştırmıştır. Ve müzik ile olan ilişkimiz anne karnından itibaren başlamaktadır. Bebeklerin gelişimlerini etkilemesinin yanı sıra, yetişkin bireylerin de psikolojilerini büyük ölçüde etkilemektedir. Üstelik hayvanların ve bitkilerinde… Peki, ya ulusların? Bir ulusun, müzik sayesinde kaderini belirlediğini söylesem? Baltık ülkeleri arasında Estonya ile başlayan bağımsızlık savaşı, aslında gerçek bir savaş değildi. Silahlı ve kanlı bir devrim de olduğu söylenemezdi. Öyle ki, oldukça barışçıl ve insanların şarkılarıyla kazanılmış bir bağımsızlıktı. Bir “Şarkı Devrimi”ydi.
Estonyalılar beş bin ila sekiz bin yıl topraklarında ikamet etmeleri dolayısıyla dünya üzerindeki en eski toplumlardan birisi olarak kayda geçiyor. On üçüncü yüzyılda Haçlılar’ın Baltık bölgesine ulaşması ile tamamen Hristiyan olmuşlardır. Ancak tarihleri boyunca sürekli saldırıya maruz kalmışlardır. İsveçlilerin, Danimarkalıların ve Slavların saldırıları yüzünden Estonya’nın güçlü bir ordusu olmamıştır. Almanlar tarafından hükmedilen Estonya, sırası ile Danimarkalılara, İsveçlilere ve Polonyalılara geçmiştir. On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru Estonya’nın dili, edebiyatları, sanatı ve müziği oldukça önem kazanmaya başlamıştır. Özellikle şair ve oyun yazarı Lydia Koidula tarafından yazılan “Kalevipoeg” isimli destan ile başlayan bu süreç Estonya’nın ulusal self-determinasyonunun başlangıcını işaret etmektedir.
İlk bağımsızlıklarını 1918’de ilan ettikten bir aydan kısa süre sonra Alman ordusu tarafından işgale uğramıştır Tallinn. Ancak Birinci Dünya Savaşı sonunda kaybetmesi yüzünden Almanya Estonya’dan çekilmiştir ve Almanların yerini Bolşevikler almıştır. Ancak yeni kurulan Estonya ordusu Bolşeviklere karşı savaşmış ve Vonnu’da yapılan savaş ile Rus ordusunu yenmiştir. 1920 yılında Tartu Antlaşması imzalanmış ve Estonya’nın ilk bağımsızlığı tanınmıştır. Elbette uzun yıllar süren işgallerden sonra Estonya ekonomik açıdan oldukça gerideydi ancak anayasalarını oldukça hızlı bir şekilde adapte ettiler. Oldukça hızlı gelişen ülke ekonomik olarak ve politik olarak çok yol kat etmişti. Lakin Sovyetler Birliği hala büyük bir tehdit oluşturuyordu. İkinci Dünya Savaşı başladığında tüm dünya ikiye bölündüğünde Estonya da bu durumdan payına düşeni almıştı. Stalin yeni bağımsızlık ilan etmiş bu ülkeyi tehdit etmiş ve Rus askeri üslerine izin vermezse işgal edeceğini bildirmişti. Aynı antlaşmaları diğer iki Baltık ülkesi ile de yapmıştı. Ve sonunda Stalin üç Baltık ülkesini de işgal etti.
Ulusal self determinasyonu işleyen her şarkı Sovyetler tarafından yasaklandı ancak dikkatlerinden kaçan tek şarkı Estonyalıların özgürlüğe olan inancını temsil etti. 1960’lardan itibaren Sovyetlerin yasakladığı şarkıları da söylemeye başladılar ve şarkı festivalinin yüzüncü yılında da bu şarkılar söylenmeye devam edildi. Estonyalılar Moskova’yı zorlamaya devam edeceklerdi, ancak asla şiddete başvurulmuyordu. Halk, şarkılarını söylemeye devam etti. Büyük protestolar, mitingler düzenleyip yasaklı olan tüm şarkılar binlerce kişi tarafından söylendi. Ve sonunda, Sovyetler birliğinden ayrılan ilk Baltık ülkesi oldu.
Kaynaklar:
https://www.nonviolent-conflict.org/estonias-singing-revolution-1986-1991/
http://www.estonica.org/en/The_Singing_Revolution/