Filistin-İsrail Sorunu: Sebepler, Sonuçlar, Kandırmacalar

Orta ve Batı Avrupa’da yıllarca eziyetlere ve suçlamalara maruz kalan Yahudi nüfusu, tahammül edilebilir bir yerleşim yeri bulmak amacıyla tüm Avrupa’ya dağılır. 19. yüzyıldaki ekonomik genişleme ve fırsatlar, Batı ve Orta Avrupa Yahudilerinin durumunu iyileştirir. Yahudiler daha az gelişmiş bölgelerden şehirlere hızla göç etmeye başlar. 19. yüzyılın sonunda, Avrupa’daki Yahudiler büyük ölçüde özgürleştirilir ve Doğu Avrupa’dan Batı Avrupa’ya geçen Yahudi nüfusu artar. 1930’lara gelindiğinde Batı Avrupa’da bir buçuk milyondan fazla Yahudi yaşamaktadır. Batı Avrupa Yahudi nüfusu, 20. yüzyılın başlarında, esas olarak Doğu Avrupa’dan gelen göç nedeniyle artar. Ayrıca Yahudiler ABD, İngiltere, Kanada, Güney Afrika ve Filistin’e de göç etmeye başlarlar. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1919’da düzenlenen Paris Barış Konferansı, azınlıkların haklarının korunması ilkesini ortaya koyar. Uygulamada, yeni devletlerin çok azı Yahudi azınlık hükümlerini tam olarak onaylamıştır. 1930’larda, Doğu Avrupa ülkelerinde artan iç sorunlar ve Alman Nazi rejiminin etkisi, Doğu Avrupa Yahudilerinin durumunun genel olarak kötüleşmesine yol açar.  Gettolardan kaçan Yahudiler Filistin’e yerleşmeye ve uzun zamandır canlandırmak istedikleri İsrail devletini kurma hayallerini gerçekleştirmeye girişirler. [1]

16. yüzyıldan birinci Dünya Savaşına kadar Filistin Osmanlı Devleti kontrolü altındadır. Birinci Dünya savaşının ardından Osmanlı Devletinin yıkılmasıyla Filistin’in kontrolü İngiltere’ye geçmiştir.  Filistin’e Yahudi göçü Osmanlı devleti yıkılmadan önce başlar. Osmanlı Devletinin zayıflaması sonucu Filistin’deki kontrol, yönetim ve güvenlik azalır. Çiftçiler artan vergiler ve bedevi akınlarından topraklarını korumak için Yahudi tefecilerden kredi alır. Ödenemeyen borçlarını topraklarını satarak kapamaya çalışırlar. Topraklarını satan halk, arazi üzerlerindeki haklarını da kaybeder.

19. yüzyılda, Osmanlı Devleti yabancılara toprak satılmasını yasaklayan yasa çıkarır. Bu yasa 1856-1867 yılları arasında yürürlükte kalır. Osmanlı yönetimi Yahudi bir yönetimin oluşmasına kesinlikle karşı çıkar.

Toprak satın almalarının yasalarla yasaklanması bu durumu engellemez. 19. yüzyıldan 20. yüzyıla geçerken Yahudilere toprak satıldığına dair pek çok kayıt bulunmaktadır. Filistin Yahudi Kolonizasyon Derneği (PJCA), Filistin Arazi Geliştirme Şirketi ve Yahudi Ulusal Fonu bu satın almaları yöneten kuruluşlardır.

Osmanlı memurlarının kayıtları tutarken özensiz olması, Yahudilerin bu durumdan daha sonra faydalanmalarına neden olur. 1918’te İngilizlerin Filistin’i almasından 1930’lu yıllara kadar Yahudiler Filistin’deki toprakların yüzde ellisinden fazlasını satın almıştır. Geriye kalan toprakların yüzde 24,6’sı Filistinli toprak sahiplerine, yüzde 13’ü hükümete, yüzde 9’u da küçük çiftçilere aittir. 1944 yılında 1,732.63 dönüm arazi büyük bir Yahudi şirketi tarafından satın alınır vebüyük bir kısmı ulusal Yahudi fonuna aktarılır.

Kaynak: https://www.palestineremembered.com/Articles/A-Survey-of-Palestine/Story6686.html

Topraklarını borçlarına kaptıran Arap köylüler, Yahudilerin tüm niyet ve amaçlarına rağmen toprağı hala kendilerine ait olarak düşünmeye devam eder. Yahudilerin gelişine şiddetle içerleyenler, Osmanlı yerel yönetimlerine şikâyetlerde bulunurlar. Fakat İstanbul yönetimini bile idare ettiremeyen Osmanlı Devleti, yolsuzluklar içinde boğulmaktadır. Yahudiler arasında oldukça zengin ve saygın olan Rothschild ailesi Filistin ziyareti sırasında Osmanlının yerel yöneticileri ile tanışır, yerel organizasyonlara bağışta bulunur, dostluklar kurar. Bu sayede hem Filistin halkının şikâyetlerinin görmezden gelinmesini sağlar hem de Yahudi kolonilerine finansal destek ve malzeme yardımı verir. Ayrıca Arap köylüler ve Yahudiler arasındaki anlaşmazlıklarda Yahudilerin bir adım önde olmasını sağlar.

1900’lü yılların başında kolonileri birleştirme amacı ile bildiri yayınlanır. Bildiride bütün kolonilerin, organizasyonların tek bir yönetim altında birleştirilmesi istenir. Bildirinin içeriği Yahudilerin milliyetçi duygularını yansıtarak hazırlanmıştır.[2]

Bu sırada Avrupa’da antisemitizmden kaçan Yahudiler Filistin’e akın etmektedir. Fransa’da Yahudi kökenli askeri bir memurun işlemediği bir suç yüzünden hapse atılması, Yahudi gazetecilerin Yahudilerin artık kendi topraklarında yaşaması gerektiği ile ilgili yazıları, siyonist düşüncenin yayılmasını hızlandırır. Antisemitizmden kurtulmanın tek yolunun siyonist hareket sonucunda oluşturulacak Yahudilere ait bir devlet olduğunu savunurlar. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Filistin’in İngiliz kontrolüne geçmesi Yahudilerin Filistin’e geçişini kolaylaştırmıştır. Büyük Britanya siyonist hareketin en büyük destekçisi olmuştur.

İkinci Dünya savaşı öncesi 1930’lu yıllarda siyonist hareket daha da güç kazanmış hale gelir. Bu durum Nazilerin dikkatinin Yahudiler üzerine yoğunlaşmasına sebep olur. Yüz binden fazla Yahudi, Nazi Almanya’sından kaçarak Filistin’e gider.

Filistin’e göçün artması Araplar ve Yahudiler arasındaki çekişmeleri artırır. 1947 yılında Büyük Britanya Filistinliler ve Yahudilerin bölgelerini ayırır. Sorun çıkaran Filistinliler mülteci kamplarına gönderilir. 14 Mayıs 1948 de İsrail devleti resmi olarak kurulduğunu ilan eder. Ertesi gün Mısır, Ürdün Emirliği ve Suriye İsrail’e savaş açar.[3]

Bu olaylar sırasında Eylül 1948’de Filistin hükümeti kurulur. Kısa süreli ve hastalıklı bir hükümet olduğu söylenmektedir. Birinci Dünya Savaşından sonra güçsüz, yönetimsiz ve desteksiz kalan Filistin tamamen savunmasız durumdadır. Arap Yüksek Komitesi (AHC) tarafından 1946 yılında hükümet kurma girişimleri olmuştur. Arap tarafların kendi içerindeki çatışmaları kurulan yönetime de tabi olmuştur.  Bağımsızlığı planlarken ellerindekilerinden de olmuşlardır.

1946 yılında Birlemiş milletler Filistin bölünme planını açıklar. Arap yüksek komitesi bunu yasal olmayan, uygulanamaz ve haksız olarak nitelendirerek, kabul etmez. Arap ligi de bu karşıtlığın yanında olduğunu açıklar. Fakat Arap liginin de Filistin hükümetinden farkı yoktur. Kudüs müftüsü, Filistin’in Yahudilerle paylaşılmasına karşıdır. Ürdün emiri Filistin’i Yahudilerle paylaşmak, Arap kısmını kendi krallığı ile birleştirmek ister. İsrail kurulduktan sonra AHC üyelerinden Filistin’de kalan tek bir kişi kalmıştır. Sonuç olarak Araplar İsrail’e savaş açıp ordularını İsrail’e yönlendirdiği zaman, Filistinlileri içerden savunacak ne sorumlu bir hükümet ne herhangi bir yönetici ne de bir komutanlık vardır. Kendi topraklarında mülteci konumuna düşen halk bölgeyi terk eder. Bu durum Yahudilerin kendilerine Birleşmiş Milletlerin kararı ile verilen toprakların daha da fazlasını savaşmadan kontrol almasına sebep olur. Filistin hükümeti ve Arap birliği Filistin’i İsrail’e takdim etmiştir. Bu durum dahi Arap taraflar arasındaki anlaşmazlıkların çözülmesini sağlamaz. Ortak düşmanla savaşmak yerine birbirleriyle savaşmaktadırlar. Eylül 1948 de Filistin hükümeti kurulur, fakat varlığı ne Arap taraflar ne de birleşmiş milletler üyeleri tarafından tanınır. Birleşmiş Milletlerde üye sayısı en fazla buluna Britanya Filistin hükümetinin varlığını tanımayanlar arasında başı çekmektedir. Diğer ülkeler de Britanya’yı takip etmiştir.  

Sonuç olarak Filistin’in bu kadar acı çekmesinin ve kendini toparlayamamasının temel sebebi Arap devletlerinin manipülasyonlarından, Büyük Britanya’nın sürekli engellerinden kurtularak kendi varlığını savunan bir yönetimden yoksun olmasından kaynaklanmaktadır.  [4]

1948 den 1993’e kadar Filistin ve İsrail arasında herhangi bir anlaşmaya varılamamıştır. Askeri mücadele yolu tükenen Filistin sivil insanları örgütleyerek savaşı kazanacağını düşünmüştür. “Mücadelelerinin” hepsi kayıp ile sonlanan Araplar İsrail ile anlaşmak dışında bir yolun olmadığını kabullenmeye başlamışlardır.

Sırasıyla İsrail dışişleri bakanı Yitzhak Rabin, ABD başkanı Bill Clinton, Filistin Özgürlük Örgütü (PLO) başkanı Yasser Arafat 1993 yılında Oslo antlaşmasını imzaladıktan sonra el sıkışırken. Kaynak:https://www.britannica.com/topic/two-state-solution#ref1261844

Daha önce Filistin’in İsrail’e bağlı yeni bir yönetim oluşturmasını öne sürenler olur. Fakat İsrail’in Lübnan’a saldırması ve bu ikili yönetimi savunan Filistinlilerin ve İsrailli politikacıların suikasta uğraması anlaşmayı zorlaştırır. Araplar ve diğer ülkelerin Filistin’i desteklememesi ve Filistin’in herhangi bir askeri güçten yoksun olması İsrail’in savaş makinelerini durduramaz. Sivil halka saldırmaktan çekinmezler. İki tarafın birbirine güveni oluşturulana kadar herhangi bir antlaşma yapılması reddedilmiştir. [5]

Sırasıyla Filistin Özgürlük Örgütü başkanı Yasser Arafat’ın Ürdün kralı Hussein, ABD başkanı Bill Clinton, İsrail başbakanı Benjamin Netanyahu ile birlikte Wye River memorandumunu imzalarken. Kaynak:https://www.britannica.com/topic/two-state-solution#ref1261844

1990’ı yıllarda Norveç’in de araya girmesi ile Birleşmiş Milletler tarafından oluşturulan ”Oslo” şartlarının iki taraf için de kabul edilmesi sağlanmıştır. Fakat iki taraftaki aşırı din partizanları anlaşmadan hoşnutsuzluklarını gerek Ramazan ayında saldırılar düzenleyerek gerekse İsrailli politikacılara intihar bombası saldırıları ile göstermiştir. İki tarafın çıkar arama sevdasının akıbetini çeken siviller olmuştur. Bu sırada olayların geçmişinden bihaber olanlar spekülasyonlar yapmakta, ayrışma sonucu oluşan kanlı çatışmada kimin haklı olduğunu tartışmaktadır. Gündeme yansıyan kanlı çocuk fotoğraflarını tekrar görene kadar da olayı unutmaktadırlar.

Kaynaklar

[1] https://fcit.usf.edu/holocaust/people/displace.htm

[2] Ben-Bassat, Y. (2009). Proto-Zionist–Arab Encounters in Late Nineteenth-Century Palestine: Socioregional Dimensions. Journal of Palestine Studies, 38(2), 42-63. doi:10.1525/jps.2009.38.2.42

[3] https://media.nationalgeographic.org/assets/file/jews_MIG.pdf

[4] Shlaim, A. (1990). The Rise and Fall of the All-Palestine Government in Gaza. Journal of Palestine Studies, 20(1), 37-53. doi:10.2307/2537321

[5] Hassan, S. (2011). Oslo Accords: The Genesis and Consequences for Palestine. Social Scientist, 39(7/8), 65-72. Retrieved August 12, 2021, from http://www.jstor.org/stable/41289422