“(Ey mü’minler! Deyiniz ki, bizim boyamız) Allah’ın boyasıdır. Allah’ın boyasından boyası daha güzel olan kim vardır? Ve bizler ancak ona ibadet edenleriz.” (Bakara Suresi 138.ayet)
Rang-e Khoda (Tanrı’nın Rengi) İran sinemasının başarılı yönetmenlerinden Majid Majidi’nin İran dışındaki ülkelerde The Color of Paradise (Cennetin Rengi) adıyla gösterime giren 1999 yapımı dördüncü uzun metrajlı filmidir. Tahran’da yatılı okulda eğitim gören doğuştan görme engelli Muhammed, dünyayı parmak uçları ile anlamlandırmaya çabalayan bir çocuktur. Yaz tatili için oğlunu köyüne götürmek üzere Tahran’a gelen babası ise içten içe oğlunun bu “kusurunu” kabullenememekte, onu adeta bir yük olarak görmektedir. Köyüne dönen Muhammed ninesinin de yardımıyla bir yandan kâinatı parmak uçlarıyla görmeye çalışacak, bir yandan da babasının sahip olduğu bu algının yanlış olduğunu ortaya koyacaktır.
1999 ylında Oscar’da “En İyi Yabancı Film Ödülü”ne aday gösterilen ilk İran filmi olan Cennetin Rengi, ödülü İtalyan yönetmen Roberto Benigni’nin yönettiği La vita è bela (Hayat Güzeldir) filmine kaptırmıştı. 1997 yapımı Cennetin Çocukları ile 2001 yılında Montreal Film Festivali “En İyi Film Ödülü”nü evine götüren Baran gibi yine bu filmde de çocuk ana karakter üzerinden öyküsünü anlatan Majidi’nin bu seçimi, İran’da uygulanan sıkı sansürün yönetmenlerin seçimleri üzerindeki bir tezahürü olarak açıklanabilir. Bu durum şüphesiz Majidi’nin çocuk psikolojisine hâkimiyetini arttırmış, çocuk oyuncuların olanca doğallığıyla sahnede görünmesi Majidi sinemasının bir markası haline gelmiştir.
İran’ın bir dağ köyünde geçen ve büyüleyici doğa görüntüleriyle bezeli Cennetin Rengi, bu açıdan kör bir çocuğun dünyasını aktarma gayesiyle tezat olarak görünse de aslında yönetmen, küçük Muhammed’in hayal dünyasının renkli bir panoramasını çiziyor. Majid Majidi’nin filmin giriş sahnesinde ekranda simsiyah zemin üzerinde film ekibinin adları bir bir belirirken arkadan yatılı okulda öğretmen-öğrenci arasında geçen diyalogları dinletmesi izleyiciyi doğal olarak sabırsızlığa sürüklüyor. Hâlbuki Majidi’nin bu seçimi kendi içerisine gizli bir anlam ihtiva ediyor. Zira bu sahne sayesinde izleyici görme engellilerin dünyasına belki de birkaç dakikalığına misafir oluyor.
İlk sahnelerden anladığımız kadarı ile Muhammed’in babası Haşim, evde ona bakacak kimse bulunmadığı gerekçesiyle onu yatılı okuldan almaya pek yanaşmaz; fakat okul yöneticilerini bu konuda ikna edemeyen babanın asıl derdi köye gidince ortaya çıkar. Ölen eşinin ardından yeniden evlenmek isteyen Haşim, evlenmeye niyetlendiği kızın ailesinin kör çocuğundan haberdar olmasını arzu etmemektedir. Oğlunun geleceğinden endişe ettiği bahanesiyle Muhammed’i köyde okula göndermeye şiddetle karşı çıkıp –ki hatırlanacağı gibi Tahran’dayken yatılı okulda kalmasını istiyordu- onu köyden uzak bir yerde yine kör bir marangozun yanına çırak olarak vermekte ısrarcıdır. Muhammed’in okumaya ve etrafındakileri keşfetmeye karşı olağanın üstünde seyreden bir yatkınlığının olduğunun farkında olan nine ile torunu arasında geçen şu diyalog dikkat çekicidir:
-Ellerin niye bu kadar beyaz nine?
-Öyle olduğunu kim söylüyor?
-Kendim anladım. Ellerin bembeyaz.
-Ömrüm boyunca tarlada çalıştığım için kapkara ve nasırlılar.
-Hayır, ellerin yumuşacık ve güzel.
Küçük Muhammed bu sahnede babaannesinin ellerini -adeta sınıfta Braille alfabesiyle kitap okuyormuş gibi- her santimetrekaresine kadar yoklamaktadır. Aynı şekilde tarladaki ekinlerin her bir kıvrımını, nehrin tabanındaki taşları veya ağaçkakanların seslerine de harfler ve sayılarla kendice anlamlar yüklemekte, bir bakıma “kâinat kitabını okumaktadır.”
Filme “Ey Gören fakat Görünmeyen! Yalnız seni ister, yalnız seni zikrederim” anlamındaki Farsça dua ile başlayan Majidi’nin yazının başında alıntıladığımız ayetten ilham almış olduğu açık. Zira söz konusu ayette de bahsedilen ve İslami literatürde “Sıbgatullah” olarak geçen “Allah’ın boyası”, inanan kişinin yaratıcıya kulluk etmesini sembolize etmektedir. Bir başka deyişle hayatını dinin direktifleri doğrultusunda şekillendirmiş ve yaratıcının rızasını kazanmayı gaye edinmiş kişi “Allah’ın boyası” ile boyanmış olur.
Film içerisinde baştaki duayı ve ayeti temel alan referanslar çeşitli şekillerde kendisini gösteriyor. Baba Muhammed’i bir şekilde marangozun yanına çırak olarak vermeye muvaffak olduktan sonra Muhammed marangozhaneyi gezerken ağlamaya başlar. Muhammed’e bunun sebebini soran marangoz şu cevabı alır:
“Kimse beni sevmiyor! Ninem bile! Kör olduğum için herkes benden kaçıyor. Eğer görebilseydim, diğer çocuklarla birlikte köy okuluna devam edebilirdim ama ta dünyanın öbür ucundaki körler okuluna gitmek zorundayım. Öğretmenimiz, Allah’ın bizleri diğer kullarından daha çok sevdiğini söylüyor ama ben diyorum ki, madem öyle, bizi kör yaratmazdı ki böylece O’nu görebilelim. Öğretmenimiz dedi ki, ‘Allah görünmezdir. O, her yerdedir. O’nu hissedebilirsin. O’nu parmak uçlarını kullanarak görebilirsin.’ Allah’ı bulana kadar ellerimle her yere dokunacağım ve bulduğumda da, kalbimin bütün sırları dâhil, her şeyi anlatacağım.”
Bu sahnenin hemen ardından Muhammed’in marangozun yanına verilmesine içerleyip evden gitmek isteyen ninesi ile babasının tartışmasında Haşim’in şu tiradını dinleriz:
“Nereye gidiyorsun anne? Bana ne yapmaya çalışıyorsun? (…) Bunu onun iyiliği için yaptım. Ne yapacaktım yani? Benim günahım nedir ki ömrümün sonuna kadar kör bir çocuğa bakmak zorunda kalayım? Elden ayaktan düştükten sonra bana kim bakacak? Senin şu yüce Allah’ın neden bu sefaletten kurtulmama yardım etmiyor? Niye ona minnet duymalıyım? Vermediği şeyler için mi? Sefaletim için mi? Kör bir çocuk için mi? Ölüp giden karım için mi? Tam beş yıldır bunlara sabrettim ben! (…) Kim bana yardım ediyor? Kim beni umursuyor? Git! İstediğin yere git!”
Her iki sahnede ortak olarak gözlemlediğimiz bir sorgulama evresi vardır. Muhammed yaratıcıyı görmek adına Tanrı’nın kudretini, Haşim ise “vermediği” şeylerden ötürü yaratıcının iradesini sorgulamaktadır. Yalnız bu iki sahnede de ortak olan bir unsur daha vardır. Hem Muhammed’in, hem de babasının yakarışlarının hemen ardından yönetmen oyuncuların tepeden çekilmiş birkaç saniyelik görüntülerini sunar bize. Bu “hakim bakış açısı” bir bakıma tanrının –görünmese de- kullarını gördüğüne işaret eder ki Majidi’ nin “Ey gören, fakat görünmeyen!” hitabı ile bu sahne arasında doğrudan bir bağlantı kurulabilir.
Muhammed’in okul bahçesinde babasını beklerken yuvasından düşen ufak bir kuşu bin bir zorlukla ağaca tırmanıp annesinin yanına bıraktığını izlemiştik. Benzer bir şekilde ninesinin de evden ayrılırken nehrin kenarında kıyıya vurmuş, çırpınan bir balığı nehre geri bıraktığını görmüştük. O günün ardından Muhammed’in ninesi hastalanmış, çok geçmeden de ölmüştü. Bunu bir uğursuzluk addeden kızın ailesi Haşim’in yolladığı hediyeleri ve başlık parasını geri yollamış, “evlenmelerini hayırlı görmediklerini” söylemişti. Bunun üzerine perişan bir halde oğlunu marangozun yanından almaya giden babası yolda ters dönmüş bir kaplumbağa ile karşılaşmış, fakat oğlu ve annesinin aksine bu canlıya yardım etmemeyi seçmişti.
Daha sonra ise Haşim ile Muhammed’in üstünden geçtikleri köprünün yıkılıp Muhammed’in nehrin azgın sularına kapıldığı sahneyi izliyoruz . Haşim’in bir anlık tereddütten sonra suya atladığı ve oğlunun peşinden sürüklendiği sahne ise filmin kopma anlarından biri. Bu sahneleri olağanüstü bir yönetmenlik harikası haline getiren Majidi, sesleri de başarılı bir şekilde kullanarak izleyicinin gerilimini dozunda tutuyor. Dalgaların sürüklendiği yönde kayalıklara çarpa çarpa yol alan ikiliyi gösterdikten sonra kamera suyun derinlerine inmiş, babayla oğlunun boğulduğunu ima eden derin bir sessizlik başlamıştı. Sonraki sahnede ise ikiliyi Hazar Denizi’nin kıyılarına vurmuş şekilde görürüz. Haşim yanı başında duran Muhammed’i görüp yanına koşar ve kucağına alır. O esnada esrarengiz bir şekilde Muhammed’in bir nevi gözü işlevini gören elinin bembeyaz bir hale bürünüp etrafına ışık saçtığına şahit oluruz. Tıpkı ninesinin ölüm yatağında iken dudaklarının belli belirsiz bir şekilde hareketlenip tebessüm halini aldığı o andaki gibi Muhammed de belki de -filme konulan adın referans ettiği biçimde- Tanrı’nın Rengi’ni görmüş, Allah’ın boyasıyla boyanıp hayatını teslim etmiştir.
Masalsı bir atmosfere büründürülen final sekansının sembolik olduğu, -Hazar Denizi’ne kadar sürüklenen Haşim’in hiç su yutmamış olması veya dalgaların Muhammed’i hemen babasının yanı başına bırakması gibi ipuçlarından da hareketle- Muhammed’in de babasının da nehirde boğularak öldüğü düşünülebilir. Zira Majidi’nin bu sahneyi koymaktaki amacı temsilen Muhammed’in ve ninesinin kazananlardan, babasının ise kaybedenlerden olduğunu aktarmaktır. Belki de buna sebep, anası ve oğlunun aksine Haşim’in kaplumbağaya -ya da kendisinin kurtuluşuna vesile olabilecek “Hızır”ına- yardım etmeyişidir.
İran dışında ilk defa Kanada’da Montreal Film Festivali’nde gösterilip burada, sonraki filmi Baran gibi, “Büyük Amerikan Ödülü”ne layık görülen Rang-e Khoda, ABD’de ise büyük bir ilgiyle karşılanmış ve Majidi’nin Oscar adaylığı bulunduran bir önceki filmi Cennetin Çocukları’na (Bacheha-ye aseman) 1 milyon dolar fark atarak 2 milyon dolara yakın hâsılat yapmıştır. New York Times’tan Jami Bernard’ın tanımıyla “ İran sinemasından insanı yoğun bir duygu seline sevk eden bir başka müthiş cevher” olarak tanımladığı Cennetin Rengi, gerek felsefi altyapısı, gerek renklerin etkileyici kullanımı, gerekse barındırdığı övgüye değer oyunculukları ile Majidi sinemasında nadide bir köşede durmakta.
Not: Majid Majidi’nin filmleri ve sinema dilini inceleyeceğimiz “Majid Majidi’nin Sinema Dili” adlı yazı dizisi için seçtiğimiz ilk film Cennetin Rengi. Seri dahilinde incelenecek diğer Majidi filmleri ise Cennetin Çocukları (Bacheha-Ye Aseman) ile Serçelerin Şarkısı (Avaze gonjeshk-ha) olarak belirlendi.
BETÜL
filmi izler izlemez film hakkındaki analizlere bakmak istedim. sanırım bu en iyisiydi. Sahneler arası ilişkiler, karakterler bir harika anlatılmış. teşekkürler.
Hüda’nın rengine boyanmak… O’na dokunmak… ne müthişti…
Yahya
Filmi izlediğimde gözden kacirdigim, anlayamadigim inceliklerin oldugunun farkindaydim. Güzel tesbitleriniz için bol teşekkürler..
Yasemi.
Sinema bölümü ogrencisiyim. Derste filmi izlediğimde analiz ve çözümleme yapmak yerine kendimi filme kaptirdim yetinmedim ayni aksam sonra ki aksam tekrar tekrar izledim. Müthiş bir film izlerken çözümleme yapmak imkansiz çünkü sürükleyip götürüyor pesinden.