Geçmiş yüzyıldan, hatta bir yüzyılın sadece onda veya beşte biri kadar öncesinden bu yana dünya ülkelerinin ticari bakımdan ne kadar iç içe bir hale geldiği aşikâr. Geçtiğini fark dahi etmediğimiz kadar kısa bir süre içerisinde insan aklının kavramakta bile zorluk yaşayacağı kadar astronomik miktarda ürün ve hizmet üretiminin durmaksızın devam ettiği günümüz dünyasının bu denli hızlı ve gittikçe de hızlanan bir ivmeyi yakalamasının en önemli etkenlerinden biri işte bu küreselleşmedir. Artık geçmiş zamanlarda olduğu gibi belli tip mal ve hizmetlerin belli yerlerde üretilmesi gibi bir durum veya en azından zorunluluk söz konusu değil. Böylelikle de kültürleri, kitlelerin ihtiyaçlarını aşan ve zamanla sadece bu iç içe girme durumunun doğurduğu rekabete ayak uydurma güdümüyle karakterize olmuş bir üretim ve ticaret hareketliliğine tanık olmaktayız. Gerekli koşullar sağlandığı takdirde bir malın veya hizmetin – onu ilk bulan ve sahiplenen taraf olmasalar bile – dünyanın bir başka yerinde üretilmesinin önündeki engeller pek az. Buna ek olarak farklı uzmanlaşma ve üretimin küresel bir yaygınlık kazanmasının doğal olarak ortaya çıkardığı farklı maliyet dinamikleri ile tek bir mal veya hizmetin tamamen bir ülkeye “ait” ya da milli olarak homojen olması da gitgide nadir görülen bir durum halini almakta. Bu yazıda ele alacağımız iki kavram da tam olarak bu küresel ticaret ve üretim anlayışının birer stratejisi niteliğinde: “Outsourcing” ve “Offshoring.”
Outsourcing ve offshoring uluslararası ticaret ve tedarik zinciri başlıklarını ilgilendiren iki terim olarak karşımıza çıkıyor ve çoğunlukla da benzer amaçlara hizmet ettiklerinden ötürü birbirlerine sıklıkla karıştırılıyor. Bu terimleri önce basit bir şekilde tanımlayıp dünya üretimi ve ticaretindeki rollerini öz bir şekilde ortaya koyalım. Daha sonra ise birbirleriyle kıyaslamalarını ortaya koyarak bu kararların ne zaman ve hangi koşullarda daha optimal olduklarını anlamaya çalışalım. Outsourcing, yegâne Türkçe karşılığıyla “dış kaynak kullanımı”, normalde bir ülkenin üretimini üstlendiği bir mal veya hizmetin üretim faaliyetlerinin bir kısmını, bir anlaşma temelinde yurtdışına devretmesi anlamını taşıyor. Diğer yandan offshoring ise, bir ülkedeki mal ve hizmet üretimini üstlenen firmanın bu üretimi gerçekleştirmek için sınırlar ötesi bir taşınma faaliyeti gerçekleştirmesi, yani üretim için başka bir ülkeye yerleşmesidir. Birbirlerinden temel olarak farklı gözüken, avantajları göreceli olabilecek bu iki üretim stratejisinin aslında büyük bir ortak hedefi var: maliyetleri azaltmak.
Maliyetleri azaltmak deyince küreselleşme ve ona en uygun koşulları sağlayan kapitalizme dair çanlarımız hemen çalmaya başlıyor. Nitekim küresel ekonomik sistemin en büyük ilkesi “kârı maksimuma ulaştırmak” yoluna götüren başlıca görev maliyetleri de en aza indirmektir. Küresel ekonomi ve ticarette rol alan ve doğal olarak bundan bir fayda sağlamayı amaçlayan her tarafın bu faydayı elde edebilmek adına küresel sahnede attıkları adımlar ve bunlara karşılık sürekli olarak devam eden bir aksiyon alma, “stratejik konumlanma” faaliyetleri günümüz dünya ticaretinin karmaşık yapısını oluşturur. Bu bahsettiğimiz emeller doğrultusunda, tıpkı az sonra daha derinlemesine inceleyeceğimiz outsourcing ve offshoring gibi aksiyonlar ile üretim davranışı ve anlayışı giderek daha küresel ve heterojen bir nitelik kazanmaktadır. Böyle olunca da tıpkı ülkemizde de bir kaygı ve aynı zamanda hayal unsuru olarak uzun yıllardır bulunan “yerli ve milli” üretim yapabilme durumu artık ciddi bir beceri statüsüne ulaşmaktadır.
Küreselleşme dedik, maliyetler dedik, üretimde ortaklaşma ve çok kültürlü hale gelmek dedik. O zaman gelin bunları şu outsourcing ve offshoring üzerinden bir araya getirelim.
Outsourcing:
Üretilecek bir mal veya bir hizmet var, bunun sadece küçük bir kısmını ya da büyük kısmını daha ucuza yapabileceğiniz bir yurtdışı kaynak buluyor ve üretimi çift (belki daha çok) ayaklı olarak yürütmeye karar veriyorsunuz. Kısaca dış kaynak kullanımı böyle ortaya çıkıyor, ki aslında bu dünya üretim anlayışında fazlasıyla yaygın olarak gerçekleşen bir durum. Outsourcing, maliyetleri muhtemel olarak düşürmek bir yana üretimdeki verimliliğin ve kalitenin artma fırsatını da sağlayabilecek bir karar. Çünkü outsourcing kapsamında, üretilmesi söz konusu olan mal veya hizmet, onu daha iyi yapabilecek (o konuda uzmanlığı veya yetkinliği daha yüksek) olan yurtdışı partilere bırakılabilir. Sonuç olarak da aslında firmalar, bu mal ya da hizmetin üretiminde kendi iyi oldukları noktalara kendileri odaklanıp diğer kısmını işin uzmanına bırakarak büyük zaman ve kaynak tasarrufu sağlayabilirler. Hatta üretimin bir kademesini başka bir tarafa aktardığı için ihtiyaç duyacağı işgücünü de azaltmış olabilir. Yani kısaca dış kaynak kullanımının üretimi üstlenen firma için avantajlarını 1) maliyeti azaltmak 2) uzmanlıktan faydalanmak ve kaliteyi artırmak 3) kaynak, işgücü ve sermaye tasarrufu sağlamak gibi özetlemek mümkündür.
Fakat tabii ki her şeyde olduğu gibi durum her zaman o kadar da tozpembe değil. Outsourcing uygulamasının beklenenden daha negatif sonuçlara yol açabileceği bazı durumlar ve beraberinde getireceği riskler de mevcut. Misal üretim sürecindeki aşamaların dağılımının dengesi doğru şekilde sağlanamazsa, kısacası firma üretim sorumluluğunun büyük kısmını yurtdışı partnerine bırakırsa, firmanın gelişimini ve büyümesini sağlaması zaman içinde giderek daha zorlaşacaktır. Yani bu da maliyeti azaltmak uğruna o üretim faaliyeti için gerekli olabilecek beşerî sermaye ve bilgiden ödün vermek anlamına geliyor. Beşerî sermaye ve bilgi birikimi sayısal olarak hesaplanması mümkün olmayan bileşenler olduklarından bir fayda-zarar analizinde arka planda kalmaları da oldukça olası. Fakat uzun vade göz önüne alındığında böyle uluslararası hamleler yapmayı hedefleyecek boyuttaki bir firmadan zaten bunları hesaba katması da muhakkak ki beklenecektir.
Offshoring:
Offshoring, outsourcing’in aksine Türkçeye çevirisi tam olarak oluşmamış bir kavram. Anlamsal olarak da ilk bakışta benzerlik taşısalar da offshoring, outsourcing gibi üretimin sadece belli bir halkasının bir başka partiye devredilmesine değil üretimin tamamen başka bir ülke topraklarına taşınmasına karşılık geliyor. Yani kısacası iş bir başka ülkede başlatılıyor ve orada tamamlanıyor. Bu da, fikir gereği, çoğunlukla saatlik işçi çalıştırma ücretlerinin daha düşük olduğu yerlere yönelmeyi öneren bir süreç. Üretimin tamamının aktarılması ile üretimin ve kazancın asıl sahibi firma ve ülke büyük bir maliyeti de transfer etmiş oluyor, ki bu da kâr maksimizasyonu için altın değerinde bir hamle. Tıpkı outsourcing gibi maliyet minimizasyonu odaklı ve belli başlı verimlilik ve kalite artırma temelli amaçlara yönelik gerçekleştirilen offhoring’de daha büyük çaplı bir transferin söz konusu olması bir yana, offshoring bünyesinde daha büyük riskler de barındırıyor.
Açıktır ki bir firmanın üretimi tamamen başka bir ülkede gerçekleştirebilmesi için başta finansal olmak üzere birçok kaynağından emin olması beklenecektir. Bunun ötesinde yapılan bu taşınma işlemi ile elde edilmesi amaçlanan faydaların maksimumda tutulabilmesi ve beklenmedik sorunlarla baş edilmek zorunda kalınmaması için taşınılan bölgenin jeopolitik konumu, siyasi ve ekonomik statüsü de fazlasıyla önem arz ediyor. Firmanın offshoring kararının faydalarından tam anlamıyla yararlanabilmesi için bunu uygulamak adına en az riskli bölgeyi seçmesi gerekir. Kültürel farklılıklar da bazen üretim sürecini olumsuz etkileyen bir faktöre dönüşebiliyor. Eğer üretimde bahsi geçen bu iki ülke arasında başta dil gibi kültürel ögelerde ayrışmalar fazlaca bulunuyorsa, bu üretimin tam anlamıyla yerleşmesini geciktirebilir ve verim konusunda bazı yavaşlamaları beraberinde getirebilir.
Bazı durumlarda firmalar outsourcing ve offshoring’i bir arada kullanabiliyorlar. Yani hem üretim dahilindeki aşamalardan bir ya da birkaçı hedef ülke işgücüne emanet edilirken aynı zamanda gereken üretim tesisi de o ülkede kuruluyor ve üretim orada gerçekleşiyor.
Aslında muhtemelen bu yazıyı okuduğunuz sırada aklınıza bu iki kavrama dair de örnekler gelmiştir. Aşina olunsun ya da olunmasın outsourcing ve offshoring, küreselleşen dünya ticaretinde ve üretim anlayışında uzunca bir süredir fazlasıyla tercih edilen ve popüler hale gelen terimler. Hatırlayacak olursanız geçtiğimiz yılın son aylarında ülkemizde tanıtımı gerçekleştirilen yerli otomobil TOGG, yerli olma amacını ne kadar karşılayabildiği ve karşılayabileceği konusunda bazı şüphelere yol açmıştı. Tasarımının ve belli başlı parçalarının yurtdışından kaynaklanması gerekliliği “yerli” üretim beklentisini biraz sarsmış olsa da bunun aslında bir dış kaynak kullanımı durumu olduğunu ve fazlasıyla sık karşılaşılan bir üretim stratejisi olduğunu da bu yazıda görmüş olduk.
Giderek küreselleşen dünyada sınırların gitgide daha kolay aşılmasıyla beraber üretimin önündeki engellere karşılık da daha farklı ve uluslararası çözümler ortaya çıkmaya başladı. Üretim kapasitesinin devasa boyutlara ulaşması ve bu üretimin ticaretle dünyanın her bir yanına rahatlıkla iletilebiliyor olması artık bizim 21.yüzyıl itibariyle fazlasıyla alıştığımız gerçekler. Hal böyle olunca bir ürünün birçok farklı ülkenin içinden, o ülkenin insanının elinden geçmesi de mümkün oluyor. Belki de aslında tükettiğimiz, kullandığımız birçok ürünün içerisinde bu birçok farklı topraklardan dokunuş barınıyor.
Kaynakça: