Gün geçmiyor ki dünyamızda yeni bir problemle karşılaşmayalım. Aslında bu iki ülke arasındaki gerilim yeni değil. Yirminci yüzyılın ilk yarısından günümüze kadar ulaşmış bir sorunlar silsilesi. Problemi daha iyi anlamak için 1940’lı yıllara gitmemiz gerekiyor.
Mao Zedong önderliğindeki Çin Halk Cumhuriyeti kurulmadan önce ülkeye milliyetçiler hakimdi. Ardından Komünistler ve Milliyetçiler uzun soluklu bir İç Savaş’a girdiler. Savaşın kazananı Mao Zedong önderliğindeki Komünistler oldu ve Çin Halk Cumhuriyeti 1949 yılında kuruldu. Yine o günlerde Çin anakarasına bağlı olan günümüz Tayvan’ı vardı. Savaşın kaybeden tarafında lider Chiang Kai-shek’ti ve yanındakilerle birlikte günümüz Tayvan’ına kaçtı. Chiang Kai-shek orada Çin Cumhuriyeti’nin devam ettiğini ilan etti. Bu devlet çoğu batılı devlet tarafından tanındı. Chiang Kai-shek 4 dönem art arda Ulusal Meclis tarafından Çin Cumhuriyeti’nin başkanı olarak seçildi. Tabiki bu süreçte Hem Mao hem de Chiang birbirlerinin topraklarında hak iddia etti. Her ne kadar küçük bir ada parçası olsa da Tayvan uzun bir süre boyunca Çin anakarasında çeşitli grupları destekleyip sorunlar çıkardı. Fakat Chiang Kai-shek yönetimi Tayvan içinde çok sert politikalar uyguluyordu. Chiang her ne kadar demokratik bir kişiliğe sahip olsa da 38 yıl sürecek olan sıkıyönetimi de ilan eden kişidir. Hatta bu dönem White Terror diye de adlandırılır.
Değişen dünya dengeleri ve Soğuk Savaş nedeniyle ülkelerin Çin Cumhuriyeti’ne de yaklaşımı değişti. Diğer ülkeler birer birer tercihini Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanımaktan yana kullandı. 1971 yılına geldiğimizde de Çin Cumhuriyeti Birleşmiş Milletler ’deki koltuğunu Çin Halk Cumhuriyeti’ne bıraktı. Yani, Pekin hükümeti Çin’in tek meşru temsilcisi olarak Birleşmiş Milletler ’de kabul edildi. Bunun birçok nedeni var ama bence en önemlisi Tayvan’ın Çin anakarasına kıyasla çok ufak kalması. Bir diğer yandan da doğal kaynak olarak çok yetersiz kalıp, dışa bağımlı olmasıdır. Öte yandan, Çin her ne kadar insani yollarla olmasa da ülkesini geliştirmeyi ve güçlendirmeyi başarıyordu. Bu süreçte yine batılı devletlerin düştüğü bir hatayı görüyoruz. Batılı devletler o günlerde Tayvan’a yani Çin Cumhuriyeti’ne daha fazla destek olup, Çin’in karşısında Tayvan’ı destekleselerdi, şu an bunları konuşuyor olmazdık. 1971 yılında Çin Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler ’den adeta kovulmasının etkilerini şu an açıkça görmekteyiz. Bu olaydan sonra Tayvan adına bir şeylerin değişmesi gerekiyordu. 1990’lı yıllara geldiğimizde, Batılı devletlerin de olağanüstü yardımlarıyla, Tayvan olağanüstü bir endüstriyelleşme, globalleşme, demokratikleşme ve ekonomik gelişim süreci yaşadı. Bu süreç Taiwan Miracle olarak adlandırılıyor.
Günümüzde Tayvan ekonomik olarak güçlü bir ülke sayılabilir. Demokrasi seviyesi olarak da Tam Demokrasi seviyesine ulaştı. Ama her ne olursa olsun, karşılarında Çin gibi günümüzün küresel gücü sayılan bir devlet var. Karşısında derken gerçekten karşısında. Çin anakarası ve Tayvan Adası arasındaki mesafe sadece 200 kilometre. Yani şu an Tayvan çok ciddi bir Çin tehdidi ile karşı karşıya. Ülkelerin ekonomik, askeri ve politik gücü her ne olursa olsun karşılaştırılamayacak seviyede ve Çin artık açık açık Tayvan’ın Çin anakarasına bağlı olduğunu iddia ediyor. Ayrıca şöyle de bir problem var ki gerçekten çok düşündürücü. Yaklaşık 1 milyona yakın Tayvanlı Çin’de yaşıyor ve Tayvanlıların Çin’e azımsanmayacak seviyede bir yatırımı var. Bu da akıllara şu soruyu getiriyor: Tayvan yıllar içerisinde Çin’e bağımlı hale mi geldi? Eğer ki cevap evetse, Çin için Tayvan’ı işgal etmek çok da büyük bir probleme yol açmayacaktır çünkü bir ülkeyi ekonomik olarak kendine bağlı hale getirmek, o ülkeyi işgal etmekten çok daha önemlidir. Ekonomik olarak bağımlı halen gelen bir ülkenin meşruiyeti ve bağımsızlığı sorgulanmaya başlanır.
Şu an gerilimin tırmanmasının ana sebebi Çin savaş uçaklarının düzenli olarak ve neredeyse her gün Tayvan Hava Tanımlama Bölgesi’ne girmesi. Ardından Çin tarafından açıkça yapılan Tayvan işgalinin gündemde yer edindiği tarzı açıklamalar. Şahsen Tayvan’ın Çin’e karşı uzun bir süre direnebilecek bir güce sahip olduğunu düşünmüyorum. Bu işgali ne kadar daha erteleyebilecekleri de ayrı bir muamma. Ayriyeten ertelemeleri Tayvan’ın mı işine yarar yoksa Çin’in mi? Bu soru da net değil. Ama kimse böyle bir savaşın yaşanmasını istemez.
Tabi Çin’in Tayvan’a yönelik politikalarından bahsettikten sonra Amerika’nın rolünden de bahsetmezsek olmaz. Amerika beklendiği gibi Tayvan’ın yanında. Hem askeri hem de politik anlamda Tayvan ile birlikte olduğunu her açıklamada gösteriyor. Ama olası bir Çin işgali senaryosunda Amerika’nın yapabileceklerinin kısıtlı olduğu kanaatindeyim. Bunun birinci sebebi Amerika’nın şu an uyguladığı dış politika ve karşılaştığı problemler. Aynı anda hem Ukrayna hem İran hem de Tayvan ile birden mücadele etmesini beklemek Amerika’ya haksızlık olur. Kabul etmek de gerekir ki Biden yönetiminin otoriter rejimlere karşı uyguladığı dış politika pek de çözüm üretebilecek cinsten değil. Biden bu problemlerin diplomatik kanallarla çözülebileceğini düşünüyor ama bu bana çok olanaksız geliyor. Bahsettiğimiz ülkeler Çin, Rusya, İran. Üçünün de ortak noktası genelde agresif politikalar izlemesi. Amerika’nın yapabileceklerinin kısıtlı olmasının bir diğer sebebi ise kendi içinde yaşadığı problemler ve halkın belli bir kesiminin olası bir Amerikan müdahalesine destek vermeyecek olması.
En başında dediğim gibi, bugünlerde nereye baksak bir çatışma ve savaş ihtimali görüyoruz. Çin ve Tayvan arasındaki artan gerilim de bunun örneklerinden biri. Ülkeler arası diyaloglar azalsa da şimdiye kadar herhangi bir savaş patlak vermedi. Yeni yıla girerken de umudumuz herhangi bir savaş görmememiz. Bu vesileyle herkesin yeni yılını kutlar ve barış içerisinde ve kapanmalardan uzak bir yıl dilerim.