Selamlar sevgili okuyucu. Keyifler full dozdur diye umuyorum. Değilse de sorun değil, artık anlaşılması gerek ki keyfimizin de GBT sorgulaması yapılmasın yahu. Daha girişte ölçüsüz gerginliğimizle birçok insanı karşımıza aldığımıza göre artık kültür gurmeliği yapabiliriz (Aman allahım bu ne iddia!). Bugün biraz düşük kalibre başlayıp size yeni keşfettiğim fiyakalı bir podcast’ten bahsetmek isterim: Ölü Yatırım.
Şu hayatta yapmama edimlerinin sorun çözücülüğüne inanan yegane insanlardan biriyim. Hayatımı da bir “Onu öyle yapma!” düsturu içerisinde geçirmeye özen gösteriyorum. Gündüz kuşağında alelade bir gelin-kaynana şovunda toplum ahlakıyla ilgili nutuk çeken bir teyze mi gördüm “Onu öyle yapma!”, “eski” rock starlarımızdan birinin “eski” maceralarına ilişkin zan altında bırakıcı ve de seksist ifadelerle bezeli bir röportajına mı denk geldim “Onu öyle yapma!”, taksi sırasında cümbür cemaat bir ailenin, toplumun en köklü yapısı olan “aile” kurumuna yaslanıp, sıramı almaya çalışmasını mı izliyorum “Onu öyle yapma!”, teşekkürlere karşılık vermeyen hizmet sektörü personelleri, teşekkür etmeyi dahi bilmeyen hizmet bağımlısı insanlar, bozulan ekonomi, kentten köye kaçış, NFT furyası, gamestonks, John Wick’in gelmek bilmeyen son filmi, küçümsenen iklim aktivizmi, Manowar konserleri… “Onu öyle yapma!”. Toplum düzeninin yeniden inşası tadında bir self direniş fırtınasına tutuldum anlayacağınız. Bu sebeple de bu kıvamda yaşayan insanları bulmak ve onların yaklaşım tarzlarını duymak hobisi son yıllarda tuttu beni. Bahsettiğim Podcast’i de oldukça düşük bir yaşam formu misali Spotify podcast kategorilerine bakarken komedi kısmından çekip aldım. Biraz size de bahsetmek isterim. Muhtemelen bir kısmınız zaten girişte terk-i yazı eylediniz ama kaderdir bu da be sevgili okuyucu.
“In the silence of the darkness when all are fast asleep
I live inside your dreams calling to your spirit
As the sail calls the wind, here the angels sing.
Far behind the sun, across the western sky
Reach to the blackness, find a silver line
In a voice I whisper a candle in the night
Will carry all our dreams on a single beam of light.”
Girişi bu sefer Ekşi Sözlük tadında yapmaya karar verdim: Leyla Ezgi Dinç, ODTÜ sosyoloji mezunu, sarkastik, yer yer sempatik, metal sevdalısı, toksisite karşıtı, bir küçük histerik, karizma hatun.
Anlayacağınız fena biri değil ve Ekşi Sözlük de bir bilgi kaynağı değil. Başka insanları da karşımıza almaktan çekinmediğimize göre usulca devam ediyorum.
“Close your eyes, look into the dreams
Winds of changes will winds of fortune bring.”
Podcast’i komedi kategorisinde olsa da içeriğin bu kategorizasyona biat etmediğini söyleyebiliriz. Birtakım tespitlerini, dertlerini, tecrübelerini, travmalarını, sosyolojik çıkarımlarını inişli çıkışlı bir tonda sunuyor bize. Bahsedilen bu “komedi”nin o kadar da alışıldık bir yerden gelmediğini söyleyebiliriz yani. İroni delisi biri olarak buna rağmen bazen “hadi canım sen de!” demek suretiyle “Onu öyle yapma!” bağımlılığıma bu Podcast’i de kurban etsem de totalde bende bıraktığı his fena değil diyebilirim. Biraz klişe bir yerden gireceğim belki ama doğrunun tekrarından zarar gelmez: Konuşan kadınlara ihtiyacımız var.
Dönüp baktığımda beni bu ilginç sohbete asıl çeken sosyoloji mezunu bir kadının yapmış olduğu ve daha önce duyulmamış, söylenmemiş insanlığa dair önemli tespitleri duymak değildi. Dramatik türün janrları arasında pasparlak bir örnek olması ise hiç değildi. Sahi neydi diye sorarak kendime de bir kafa karışıklığı bahşediyorum. Ancak cevabı bulmam fazla sürmüyor: Çabasızlık. Bir şeyleri anlatma arzusu kişisel bir podcast kaydetmek için yeterli. Tam da bu noktada Hanımefendi’nin çabasızlığı devreye giriyor. Her ne kadar Podcast bölümlerine harıl harıl hazırlanıp notlar alıp çoğu bölümünü bu notları takip ederek kaydettiğini ifade etse de ortada öylesine çabasız bir akış var ki insanı hayrete düşürüyor.
Türkiye’de yaşayan, burada eğitim almış ve biraz odtülülük, biraz saf bilinç ve biraz da eski metalcilikten gelme farkındalığıyla tutunmaya çalışan bir kadının dert yakımının akışı bu. Yaşadığı sorunlar çok garip, alışılmadık da değil üstelik. Fakat ele alış biçimi öylesine yalın ki… Oturup kendi ghostlanma hikâyesini dümdüz bir biçimde anlatıyor, bir memur çocuğu olmasının hayatında bıraktığı etkileri gösteriyor, özşefkat arayışını sulamayı ihmal ettiği çiçekler üzerinden açıklıyor, günlüğünü bize okuyup bir de üstüne hepimiz için utanç verici olan ergenlik dönemini gözlerimizin önünde aklıyor, toplumsal cinsiyeti yorumlarken Tamer Karadağlı Bey’i bile atlamayıp ufak bir ayar çekiyor. Herkes tarafından aklanmaya, bilinçsiz bir refleksle, müsait isimleri sayıp “Hocam siz şaka mısınız?!” sorusuyla bilincimize aşkediyor. Tamer Bey’e selam çaktığı bölümde çok farklı bir kulvarda yarışmakta olan ama özü itibariyle üzücü bir benzerlik teşkil eden Can Evrenol Bey’in ismini de bu vasıtayla anmadan geçmiyor. Tüm bunları anlatırken kendine kurduğu tek bölümlük evrenler ise inanılmaz bir çeşitliliğe sahip. Kaygılarından söz ederken verdiği referanslar, doğası gereği düşündürücü olmamasına rağmen, bu algıyı toz duman ederek öyle bir düşündürüyor ki… Soyut anlatıma bir küçük ara verip bahsettiğim mevzuyu örneklemek isterim.
Son bölümünde bahsi geçen, toplumsal yaramız ve eli falçatalı bir anksiyete olan, geceleri yalnız başına özgürce sokakta yürüme arzusunu anlatırken mevzuyu İdobay’ın kadınlarına vardırdığında ve İdobay’ın kızlarını Google’layıp benzetmeyi biraz geç de olsa çakozladığımda almış olduğum düşünme hâli mesela. Bakıldığında referans verdiği müessese İdobay ama İdobay’ın Leyla Ezgi Dinç tarafından kurulan evrendeki yeri bambaşka. Bu öyle bir bağlantı ki Leyla Ezgi Dinç, bir şekilde, geceleri sokakta özgürce yürüyebilmekle İdobay arasındaki adı konulmamış ilişkiye absürt ama pek de yersiz olmayan bir ok çıkarıyor.
İdobay’ın serseri kızlarıyla tanıştığı günlere gidiyor ve böylesine cinsiyetçi bir ortamda ayakta kalmayı başarmış olan kızların muhtemelen sokakta özgürce yürüyecek kadar direngen olduklarını fark ediyor. “Cansever, muhtemelen gece sokakta yürüyüp Cansever dinlerken kendi sesini kısmak zorunda kalmazmış gibi geliyor” şeklinde de özetliyor bu durumu Leyla Ezgi Dinç. Birçok insanın tatlı su muhalifi tadıyla uzaktan uzağa eleştirdiği, günümüz bakış açısının her şeyi teorize eden yaklaşımının eşitlenmeyi imkansız kıldığı o kadınların, Podcast’te “pencere önü feminizmi” şeklinde tanımlanan ahkam kesiciliği aslında hak etmediklerini yavaştan görmeye başlıyoruz.
Reality şov dünyasının beslendiği, kaostan kaynaklı uyuşuklukla fark edemediğimiz birkaç detay göze çarpıyor. Bu kadınlar tuhaf bir biçimde cesur ve serseri. Muhtemelen birçok diğer kadına yol gösterebilecek de bir deneyimleri var: İdobay’da hayatta kalmak. Leyla Ezgi Dinç de aynı arayışta olduğunu vurguluyor: Belki onların İdobay’da nasıl hayatta kaldığını çözersem ben de sokakta geceleri cesurca yürüyebilirim.
“Fly away to a rainbow in the sky
Gold is at the end for each of us to find.
There the road begins where another one will end,
Here the for winds know who will brake and who will bend
All to be the Master of the wind.“
İstemsiz bir sorgulama hâli doğuyor bu bölümün ardından. Belki de asıl sorun toplum tarafından dalga geçilen, etrafında gelişen bütün sosyal olaylara tepkisizlik yemini etmekle suçlanan, kendilerine koketliği yapıştırıp zeka eksikliğiyle yaftalanan kadınları; erkekoğlu erkek, kolektif toplumsal cinsiyet baskısının sadık neferi olan figürlerin etrafında kümelenmiş hâlde görme eğilimimizdir. Birey olarak bakmayı denemediğimiz insanları kahrolasıca teorik bir perspektiften yaftalamanın kolaylığına tutulmuşuzdur.
“Falling stars now light my way my life has written on the wind
Clouds above, clouds below, high ascend between the spirit
When the wind fills the sky and clouds will move aside,
There will be a road to all our dreams and for every day that stings
Two better days it brings, nothing is as bad as it seems.”
Her şeyi bir kenara bırakırsak “Onu öyle yapma!” düsturu yalnızca etrafımızda gelişen ve kontrol edemediğimiz olayların freni değil bana kalırsa. Zaman zaman kendimize de bunu haykırmanın haklı konforunu yaşatmalıyız. Ölü Yatırım ise bunu yaparken kimi zaman İbo Şov’u, kimi zaman Nilgün Bodur’u, sulanmayan çiçekleri, beden olumlamayı, Ezel dizisini, Terf’leri, Pelin Batu’yu ve daha nicelerini aracı ediyor kendine. Gördüğünüz gibi yol birden fazla ve oldukça çetrefilli olsa da varılan yerin ferahlığı bir başka.
“Close your eyes, look into the dreams
Winds of change will winds of fortune bring.”
Yani aslında bu Podcast’in “Onu öyle yapma”cı bakış açısını Leyla Ezgi Dinç vasıtasıyla sık sık hatırlatması bile janti bir adım olabilir. Bir küçük silkelenip kendimizi kapattığımız, tehlikeden uzak, rahatı bol kulelerden çıkma zamanı sanırım. Gözleri dört açalım. Kendimize de eziyeti sonlandıralım.
Sevgiler,
Hoşça Kalın,
Kübra