21.399.082… Bu sayı, Türkiye siyasetine yön veren sayı. Son yerel seçimlerde iktidar partisine oy veren seçmenlerin sayısı. Yapılan anketlere göre, üç büyük İstanbul takımının her birinin aşağı yukarı taraftar sayısı. En azından kendi yöneticileri öyle söylüyor. Tabi bu sayıya üç büyüklerin yurt dışındaki taraftarları da dâhil. Ülkemizde siyasi parti değiştirmek, tuttuğun takımı değiştirmek kadar ayıp olsaydı, şuanda bambaşka bir siyasi tarih yazılmış olmaz mıydı?
Siyasete yön veren nasıl siyasal partilerse, futbolumuza yön veren de futbol kulüpleridir. Dünya’nın pek çok yerinde futbol kulüpleri bir siyasi ya da sosyolojik sembolü de içerisinde barındırır. Arjantin’in başkentinde Buenos Aires’te, zenginlerin takımı River Plate iken yoksullar Boca Juniors’ı destekler. İskoçya’nın Celtic-Rangers derbisi, aynı zamanda Katolik-Protestan halkın yeşil sahadaki rekabetidir. Rekabet demişken, dünyadaki en büyük rekabet kabul edilen Katalanların milli takımı Barcelona ile kralın Real Madrid’i arasında, özellikle Diktatör Franco zamanında yaşananlara bir göz atmanızı tavsiye ederim. Futbol bizi diktatörlüğe kadar getirdi işte.
Diktatörlük kelimesinin siyasi lügatımızda büyük puntolarla yazıldığı şu günlerde, 1933 yılından 1974 yılına kadar Portekiz’in siyasi hayatına yön veren ve kendi diktatörlüğünü kuran Salazar’ı hatırlamak gerekiyor. Diktatörlüğünü halkı 3F yani Fado (Portekiz arabeski), Fiesta (eğlence) ve Futbol (ayak topu, şaka şaka futbol işte) ile uyutarak 30 yıl ayakta tuttuğunu söyleyen Salazar’ı. Lizbon’a stat yapın emrini verirken, ‘Bana, on binlerce insanı uyutabileceğim bir beşik yapın’ şeklinde sipariş vermişti. Yani futbol aslında sadece futbol değil dünyada. Peki bizde?
Farklı şehir takımlarımız arasında rekabet olması normal ama 81 tane şehri olan bir ülkeye göre neredeyse hiç yok. Peki, İstanbul’un üç büyükleri, İzmir’in Karşıyaka ve Göztepe’si, Güney’de Demirspor-Adanaspor rekabeti herhangi bir siyasi ve ideolojik farklılık nedeniyle mi ortaya çıkmış? Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş herhangi bir ideolojik, siyasi, dini ya da sosyolojik farktan dolayı mı birbirlerine rakipler? Göztepe ile Karşıyaka arasında böyle bir fark var mı? Ya da Adana takımlarında? Aslında bizim ülkemizde futbol sadece futbol değil mi?
Şuan üniversite okuma çağında olan biz gençlerin büyük bir kısmı sokaklarda büyüdü. Komşularımızla, siyasi görüşümüz, dinimiz, mezhebimiz, etnik kökenimiz ne kadar farklı olursa olsun biz aynı apartmanın, mahallenin, sokağın çocuklarıydık. Üzerimize farklı takımların formasını giysek de, rakip mahalleyle yaptığımız futbol maçında omuz omuza mücadele ettik. Bizi ayıran hiçbir şey yoktu o mahalle maçlarında. Biz aynı mahallenin çocuklarıydık. Top alınırken herkes cebindekini koyardı ortaya. Kimi üç kimi beş… Zengin fakir ayrımı da yapmadık. Çok iyi oynayamayana sen kaleye geç dedik ya da savunmaya. İşi bilen gitmeliydi ileri. İleri giden de genelde iyi oynayan olurdu. Biz pası hep ona atardık. O ne yapacağını bilirdi çünkü. Tecrübeliydi.
İşte bu biziz. Taksim’de ağacı, doğası, demokrasisi için mücadele eden aynı mahallenin çocukları. Hiçbir ayrım yapmaksızın; siyasi görüşümüz, dinimiz, mezhebimiz, etnik kökenimiz ne kadar farklı olursa olsun aynı amaç uğruna toplanmadı mı yüz binler Taksim’de ve Türkiye’nin dört bir yanında? Üzerimizdeki formalar farklı olsa da, aynı mahallenin çocukları değil miydik biz?
Henüz birkaç hafta önce oynanan maçta, milyon dolarlık milli futbolcular ve bu ülkenin en önde gelen takımlarından ikisinin kaptanı sahada birbirini boğazlarken, sırf üzerindeki rakip forma yüzünden gencecik bir insan öldürülürken, Taksim’de ve Türkiye’nin dört bir yanında hatta yurt dışında, her takımdan taraftar omuz omuza direndi. Dünyada futbol kulüplerini ayıran siyaset bizi birleştirdi.
Bu güzellikleri hep hatırlamamız, unutmamamız ve tüm taraftarlar olarak omuz omuza futbolumuzu şiddetten, nefretten, küfürden ve futbola, taraftarlığa en büyük darbeyi vuran deplasman yasağından uzak tutmamız gerekiyor. Kulüplerimizin daha demokratik yönetilmesini sağlamamız gerekiyor. En zor gününde, kendisine destek veren taraftarı istifasını istedi diye onları paralı asker yapan zihniyete, her takım taraftarının karşı durması gerekiyor. Üyelik aidatlarının her kulüpte düşürülüp ve üye olmanın kolaylaştırılıp, futbol kulüplerinin asıl sahibinin sermayesi olan başkanlar ya da belirli bir eğitimi almış kimseler değil, bütün halk olduğunu göstermemiz gerekiyor. Bu olaylarda halka kapısını açan lisenin kendi taraftarına da kapısını açmasını herkesin istemesi gerekiyor. Kulübü parasıyla değil bilgisiyle yönetecek başkanlara sahip olmamız, taraftarı daha fazla yönetime müdahil kılmamız gerekiyor. Yapabileceğimizi gördük. Neden bir daha yapmayalım?
Son olarak şunu sormak istiyorum. Mahallemizdeki iyi oynayan, herkesin ona pas attığı, sen defansa gelme biz sana pas atarız dediğimiz çocuk, biraz da yaramaz değil miydi Allah aşkına? Her kavgaya ilk o girerdi. Birimize bir şey olsa hemen o koşardı yardıma. Yaramazdı, hınzırdı, iyi oynardı ve duyarlıydı. Ha bir de: Her şeye karşıydı…
Saygı ve sevgilerimle…