Bir aydan uzun bir süreyi geride bırakan Gezi Parkı protestoları bu ülkenin insanlarının “direnç”lerinin yanında espri yeteneğini de gösterdi hiç kuşkusuz. O kadar çok komik, zeki sloganlar yaratıldı ki bir ayda; hangisine güleceğini şaşırdı sloganları görenler, duyanlar. Bunlardan en güzeli de bir taraftarın eylemlerin ilk günlerinde bir duvara yazdığı “Çare Drogba” yazısıydı bence. Bu slogan öyle bir hale geldi ki adına sosyal medyada hesaplar açıldı, hatta Drogba bile Instagram’daki fotoğrafında1 teşekkür etti tüm kulüp taraftarlarına. Aslında bu sloganı ortaya atan kişi farkında olmadan barış yanlısı bir adamı, kendi ülkesi Fildişi Sahilleri’nde iç savaşın durması için çabalayan bir insanı işaret etti ve bana da bu yazı için ilham verdi.
Futbol aslında düşündüğümüzden çok daha farklı, -iddaalı olacak ama- dünyayı açıklayan bir oyun. Haliyle bu oyunun oyuncuları da (günümüzde örnekleri azalsa da) farklı insanlar. Ünlü yazar, filozof ve bir dönem Racing Universitaire d’Alger takımının kaleciliğini yapmış olan Albert Camus’un meşhur sözlerinden biridir; “Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam onu futbola borçluyum” cümlesi. Ve bu yüzden futbol Salazar’ın Portekiz’de halkı “uyutmak” için kullandığı bir yöntem değil, Socrates’in Brezilya’yı daha demokratik, cuntalardan uzak bir ülke yapmak için gündeme getirdiği bir oyundur benim ve birçok futbolseverin gözünde.
Yazının başlığındaki güzel insan Socrates ile devam edelim. Socrates, işçi bir babanın oğludur. Çocuklarının kimseye kul köle olmaması için özgür ve eğitimli birer birey olarak yetişmesini isteyen babası oğullarına Socrates, Sofokles2 ve Sosthenes isimlerini vererek bu düşüncesini ölümsüzleştirir. Tıp eğitimi gördüğü sıralarda boş vakitlerinde futbol oynayarak o eşsiz yeteneğini gösteren Socrates Botafogo formasını profesyonel olarak ilk giydiğinde 20 yaşında bir doktordur. Sonrasında Corinthians’ta devam ederek kariyerine ve özgürlükçü bir insan olarak ülkedeki cuntaya, eşitsizliklere olan tepkisini burada arkadaşlarını da örgütleyerek gösterir. Onun çabalarıyla takımdaki antreman saatleri, kamp planları vs. hep futbolcular tarafından belirlenir, sahaya “demokrasi” pankartlarıyla çıkılır hatta maç formasının arkasına da yazdırılır, maç öncesi vatandaşları oy vermeye çağıran tişörtlerle ısınılır. Socrates Brezilya’nın daha demokratik bir ülke olması, insanlarının daha eğitimli ve özgür olması için hem futbolcu hem de bir doktor olarak ölene kadar çaba harcadı. Bu yüzden yaşasaydı “Çare Socrates” olurdu herhalde.
Bir diğer güzel insan, “isyankâr” futbolcu da 1950 ve 1960’larda St. Etienne forması giyen Rachid Mekhloufi. Mekhloufi bir St. Etienne efsanesiyken, Cezayir’in bağımsızlık savaşına destek olmak adına daha önce formasını giydiği Fransız Milli Takımı’nı ve takımını bırakarak Ulusal Bağımsızlık Cephesi’nin takımı FLN’ye katılır. FLN’de kendisi gibi Fransız futbolunun önemli oyuncuları olan futbolcular vardır. FLN sayesinde Mekhloufi Cezayir’in bağımsızlık mücadelesini daha geniş alanlara yayar. Sert tepkilerle karşılaşmış olmasına rağmen 1958-1963 arasında oynadığı FLN için şunları söyler Cezayirli efsane; “FLN’de oynamak için Fransa’dan ayrılmış olmamı dünyadaki hiç bir şeye değişmem”.
Ve bugünlerin “çare”si Drogba. Yazının başında da dediğim gibi ülkesindeki iç savaşın durması için yaptıkları büyük bir vatanseverlik örneği. Kendisinin sözleriyle anlatalım durumu; “Ülkemden ayrıldığımda aklımda Fildişi güzel caddeleri olan, mutlu insanlarla dolu yemyeşil bir ülke olarak kalmıştı. Birkaç yıl sonra döndüğümdeyse gördüklerim kendimi sorgulamama neden oldu”3. Drogba ülkesindeki kuzey ve güney tarafının arasındaki savaşın sona ermesi için politikacılar, savaşanlar ve halkla kısacası herkes ile iletişime geçti. 2006 Dünya Kupası elemelerinde Sudan karşısında kazanıp kupaya katılmayı garantiledikleri maçtan sonra ise takım arkadaşlarıyla beraber ekran karşısında savaşın bitmesi için çağrı yaptı4.
Sadece Socrates, Drogba ve Mekhloufi’yi değil, diğer efsane futbolculara ve futbol adamlarına da burada değinmek lazım kısaca; Bosna Savaşı sırasında Saraybosna’da şehirdeki tüm etnik gruplara mensup çocuklar için futbol okulu açan Predrag Pasic’e, Bursaspor’un Manchester Utd. maçı için 630 tane kale arkası bilet alıp şehirdeki gelir düzeyi düşük vatandaşlara, işçilere ve öğrencilere dağıttıran “filozof” Ivan Ergic’e, General Pinochet’e kafa tutan Şili’nin 70’lerdeki milli futbolcularından Carlos Caszely’e, kendisinin ve arkadaşlarının hakkını aradığı için Galatasaray’dan Kayserispor’a sürgüne gönderilen yalnız insan rahmetli Metin Kurt’a ve bu oyunun erdemini hayatına yansıtabilmiş tüm futbolculara da selam olsun. Hayatın ve futbolun eylemlere katılan taraftarlarını görmezden gelerek onları yaftalayan yöneticilerden, parti mitinglerinde boy gösteren kulüp başkanlarından, kendisini tüm taraftarların temsilcisi zanneden ama meydana inen taraftarlarına destek vermekten aciz olan taraftar gruplarından ve yurttaşları, mensubu oldukları kulüplerin sevdalıları demokratik haklarını kullanırken sus pus olan, ağzını açmaya korkan, hatta onlara destek vermek yerine hükümet sözcülüğü yaparak onları ötekileştiren futbolculardan daha çok sizleri örnek alan insanlara ihtiyacı var.
- http://instagram.com/p/aWkTSgujGN/
- http://tr.wikipedia.org/wiki/Sofokles
- http://www.aljazeera.com/programmes/footballrebels/2013/03/201336105035488821.html?utm_content=automate&utm_campaign=Trial6&utm_source=NewSocialFlow&utm_term=plustweets&utm_medium=MasterAccount
- http://www.youtube.com/watch?feature=player_detailpage&v=Y74PqHCPju4#t=503s