Edebiyat ya da daha genel konuşmak gerekirse sanat deliliği mi gerektirir yoksa delilik sanatla mı gelir? Yoksa tüm bu sanıların aksine sanat gerçeklik ve akıllılık mıdır?
Edebiyat pek efendi başlamamıştır. Boccaccio’ nun 12.yüzyılda yazdığı, bilinen ilk hikaye kitabı Decameron günümüz ‘ahlak’ının kabul etmeyeceği içerikte on öyküden oluşur. Sanat özgür olmaksa her anlamda özgür olmaktır ve belki de haklılardır; tarih tekerrürden ibarettir. Cinselliğin eskiden olduğundan daha az işlenmesi bunun bir suç olarak kabul edilmesinden kaynaklanıyor olabilir. Varsayımlardan hoşlanmayabilirsiniz, fakat elimizde bu konuda varsayımdan başka ne olabilir ki? Kadının artık sadece cinsel bir obje olarak görülmesi, kadının saklanması, her türlü argo sözcüğün çıkarılması ya da biplenmesi muhafazakarlıktan ziyade biraz kendi özünü reddetme değil midir? ‘Ne yani özümüz küfür mü?’ diye sormayın. Olay küfür etmek değil. Belki de o ettiklerimiz küfür bile değil. Kelimelere ahlak yüklemek kimin aklına geldi merak etmemek elde değil. Dil oluşurken ahlak var mıydı? Ahlakın ne olduğunu tartışmak belki de haddim değildir; fakat ‘günümüzün ahlak kavramı’ndan etkilenen bir birey olarak kendimde bu cesareti buldum. Bir özür borcum olsun.
Tarih tekrar eder demişler. Edebiyat da tekrar eder. 12. Yüzyılda çıkar peşinde koşan din adamları 21. yüzyılda da hala çıkar peşinde koşuyorsa sanat bunu görmezden gelemez. Eleştirir, şiirinde işler, romanına koyar, resminde çizer ve bir kare bulup fotoğrafını çeker, oyununu oynar. Sanat sanılanın aksine yok olanı var yapmaz, yeniden oluşturur sadece. Bir tiyatroya gittiğinizde hemen hemen hepsinde bir fahişe, bir eşcinsel, bir para babası ve ezilen insanlar anlatılır. İki dakika da olsa çıkarlar sahneye; çünkü varlardır ve sanat var olanı sunmak zorundadır. Başka türlü var olamaz. Biz her ne kadar fahişeleri, eşcinselleri ya da transseksüelleri kabul etmesek de sanat onları bağrına basar. Sanat onları var oldukları şekilde benimser, bu yüzden anlatır. Bizim görmezden gelmek istediklerimiz bizim içimizde var olanlardır. Homofobiyi; eşcinsel olduğunu kabul edememek diye tanımlar çoğu hatrı sayılır kitap. Çoğu ‘hatrı sayılır’ kitaptan daha mı zekiyiz yoksa?
19. yüzyılın ortalarında çıkan Yeraltı Edebiyatı tüm bu ahlak tartışmalarına belki de en güzel tepkidir. Dili istediği gibi kullanır, edebi kalıpları yıkar. Bu yüzden çok eleştirilir, yok sayılır; fakat giderek büyür. Bir şeyler yasaklandıkça, yücelir. Ölüm Pornosu*’nun toplanacağını duyan arkadaşlarımın ‘Ölüm Pornosu’ depoladığına şahit olduğum için sanırım bu kadar net cümleler kurabiliyorum. Bir şeyler değişmek istiyorsa değişir. Önüne geçmeye çalışmak, onu güçlendirmek ve biraz da kızdırmaktan başka bir işe yaramaz. Bir çağ artık o kuralları, gelenekleri, hatta davranışları istemiyorsa; çok üzgünüm haklı olan o çağdır. Bir şeyler değişmeli. Her akımın eskimesi ve her olgunun giderek yok sayılması gibi her şey farklılaşır. Değişmek istememek bizden öncekilerin hakkıdır, fakat onlar da bir öncekileri değiştirip gelmiştir. Sanat da böyledir. Bir öncekiyle büyür, kabul eder, reddeder, değiştirmek ister, değiştirmeye çalışır ve değiştirir. Bir bebeğin büyümesi gibidir her şey. Bu yüzden sanat değil biz deliyizdir.
*Chuck Palahniuk’ un 2011 yılında Ayrıntı Yayınları’ nda çıkan kitabı
Öne çıkan görsel Bahadır Baruter’ in ‘İstiklal Caddesi’ çizimidir.