Dünyayı bilimsel, tarihsel ve entelektüel açıdan Charles Darwin kadar derinden etkileyen bilim adamlarının sayısı pek azdır. Evrim kavramına bilimsel bir temel oluşturması, doğal seleksiyon düşüncesi ile canlıların yeryüzündeki konumları, geçmişleri ve oluşum şekilleri hakkında devrim sayılabilecek bir tez ortaya atması, bu tezin 150 yılı aşkın süredir Dünya gündemindeki yerini koruması ve bu tez üzerine yapılan yorumların dünyayı alabildiğine değiştirmesi, Darwin’i en nüfuzlu bilim adamlarından biri yapıyor.
Darwin’in yayımlandığı dönemde ve sonrasında yarı kutsal kitap muamelesi gören Türlerin Kökeni adlı eseri, canlıların doğada bir yaşam savaşımı verdiklerini, uyum sağlayanların, uyum sağlayamayanlara göre yaşama şanslarının daha yüksek olduğunu öngören doğal seleksiyon kavramı üzerine bina edilmiştir. Bu kavram, bugün Darwin’i sadece bir biyolog ve doğa bilgini olarak değil, dünyayı değiştiren adamlardan biri olarak anmamızı sağlayan kavramdır. Doğal seleksiyona hem Darwin’in hem de başkalarının bakış açıları, Dünya açısından çok önemli sonuçlar doğurmuştur.
Öncelikle, Almanya’da, bazı Prusyalı Junkerler’in ileride Hitler’e ilham olacak tarzdaki ‘üstün ulusların oluşması için zayıfların yok edilmesi gerektiği’ inancına doğal seleksiyon ilkesi bilimsel bir temel oluşturmuştur. Prusya’da savaş yanlısı düşüncelerin bu dönemde inanılmaz arttığını biliyoruz. Her ne kadar, Marx, Engels ve hemen hemen bütün komünistler vaktinde Charles Darwin’i desteklemiş, ve hatta Marx Das Kapital’in bir cildini ona ithaf etmek isteyecek kadar ona değer vermişse de, Darwin’in kuramı ve doğal seleksiyonun farklı yorumları ticaret ve sanayide acımasız rekabetin, emek sömürüsünün ve en önemlisi de sömürgeciliğin kapısını aralamış, bunlara bilimsel bir yaklaşım getirmiştir. Bu durumların Darwin’in isteği olduğunu söylemenin oldukça art niyetli bir yaklaşım olduğunu belirtmek gerekiyor. Yukarıda da dediğim gibi, evrime ve ona temel oluşturan doğal seleksiyona yapılan farklı yorumlar ve bu yorumların uygulamaya geçmiş halleri dünyayı değiştiren unsurlardır. Ayrıca Darwin’in doğal seleksiyondaki uyum sağlayanlar sınıfını “en güçlüler” olarak görmediğini, yaşam savaşımında güçlerini birleştirip dayanışma içine girenlerin bu savaşımda en iyi gelişim gösteren ve çoğalan topluluklar olarak gördüğünü biliyoruz. Yani bireyleri birbiriyle acımasızca mücadele ve çatışma halinde olan bir toplumdan çok işbirliği ile kenetlenen bir toplum gelişmeye ve çoğalmaya daha elverişlidir. Sanıyorum ki, Marx’ı, Darwin’e yaklaştıran en önemli unsurlardan biri de bu dayanışma kavramına onun bakış açısıdır. Kısacası, zayıfların elenip, güçlülerin egemen olması durumu Darwin’in değil, Darwin’in izleyicilerinin birçoğunun düşüncesidir. Örneğin, Darwin’e, inanılmaz bir adanmışlıkla bağlı olan, onun teorisini ondan daha ateşli bir şekilde savunmasıyla bilinen Thomas Huxley, doğal seleksiyonu tam da bu şekilde anlamıştır; doğa bir ölüm-kalım arenasıdır.
Doğal seleksiyon ilkesi, ilginç bir biçimde birbiriyle taban tabana zıt olan Kapitalizm ve Sosyalizm’e ciddi katkılarda bulunmuştur. Yukarıda da belirttiğim gibi, bu ilkenin, zayıf olanların elenmesi şeklindeki yorumu Kapitalizm’in doğasındaki rekabete, güçlerin birleştirilip ortak bir şekilde uyum sağlanması şeklindeki yorumu da Sosyalizm’in doğasındaki dayanışmaya bilimsel bir cevap verir. Dünya’ya yön veren bu iki fikir akımı, tarihsel süreç boyunca açıkça Darwin’in kuramından etkilenmiştir. Lenin’in, Stalin’in, Hitler’in, Darwin ve kuramı hakkında söyledikleri kayda değerdir.
Hitler’in zihin dünyasındaki üstün ırk, aşağı ırkları idare eder, onlardan her bakımdan üstündür ve bu durum mantıklı bir gerçekliktir çünkü böyle olmasını doğa istemiştir. Bu düşünce Hitler’in evrime ve doğal seleksiyona yaptığı yorumun ürünüdür ve milyonlarca insanın hayatına mal olmuş, dünyanın tam manasında birbirine girmesine neden olmuş, dünyayı tamamen değiştirmiştir.
Charles Darwin, şüphesiz düşüncesinin dünyayı, siyaseti, ekonomiyi bu denli etkileyeceğinden habersizdi, düşüncelerinin bu kadar küresel ölçekte etkilere sahip olacağını hesap etmemişti. Fakat bugün ortada olan bir gerçek var ki, yirminci ve yirmi birinci yüzyıla yön veren önemli olaylar, büyük çoğunlukla, Darwin’in yıllar süren araştırmaları sonucunda ortaya çıkardığı evrim düşüncesi ve doğal seleksiyona yapılan yorumların uygulamaya geçmesiyle şekillendi. Dünya doğal seleksiyonun acımasız tarafı ile bir vahşet arenasına, güçlülerin zayıfları insafsız bir şekilde idare ettiği, ezdiği, sömürdüğü, bir adaletsizlik alanına dönüştü. Darwin’in uyumu en başarılı şekilde tamamlayacağını söylediği, doğal seleksiyonun dayanışma tarafı ise tarihte herhangi bir karşılık bulmadı. Bulmamaya da devam ediyor. İnsanın doğa ile olan adaptasyonunu çatışma ile daha ne kadar süre devam ettirebileceği ise büyük bir muamma.