Bir rüya gibiydi olan biten ne bir izi kaldı ne de bir sesi… Her gün biraz daha unutulmaya yüz tuttu ve sonunda yine aynı şey oldu. “BASTIRILDI İÇİMİZDEKİ TÜM O DUYGULAR”.
Uyandırmadılar, uyanamadık ve zaten uyanmakta istemedik… Her gün açık olan televizyonumuzda hanımın çiftliğinde yatıp kalktık. Çiftlikte, ekonomimiz gibiydi ya ama iki pamuk toplayanda göremedik. Sonra aşk-ı memnunun Adnan Bey’ini dert ettik günlerce, gözyaşı döktük büyük gördüğümüz aşklara. Hürrem’in Mahidevran kavgasında pozisyon aldık. Kimi zaman Sırp mı Rus mu bilinmez Hürrem’den yana olduk kimi zaman Kanuni’nin Manisa’dan sevdası Mahidevran’dan yana… “Memlekette neler oluyor?”a cevap bulamadık ama kavak yellerinin aşk labirentlerinde dolanmayı pekala becerebildik. Kapalı kapılar ardında dönenleri göremedik de Asmalı Konak’ın bütün odalarını ezberledik. Ekran serüvenimiz devam ediyor ettikçe lakin gerçek serüvenimize yabancıyız hala. Silah seslerini, Mehmetçiğimizi duyamıyoruz! Survivor değil o dağlardaki, hayatın ta kendisi. Nihat Doğan, gözleri olmayan solucanların gözlerinden bile mana çıkarttı. Biz hala anlamaya çalışıyoruz olan biteni… Anlamak için dinlemek, dinlemek içinde söz, söz içinse ses gerek. O çocukları uğurluyoruz şimdi ve onların derdi Mahidevran’ınkinden de büyük, Adnan Bey’inkinden de.
Hürrem çok mutlu gerçek hayatta hiç dert etmeyin, Adnan Bey’in yeğeni de yeni sevgililer buluyor, Cemile’nin de bodrum sahillerinde keyfi yerinde diyecek yok, Ali Kaptan Göcek koylarında yatta tatil yapıyor. Unutamadıklarımızda sorun yok anlayacağınız. Ateş, unuttuklarımızın ocağında. Evlatlarımız gidiyor ve giden evlatlarımız aldıkları her nefesle de hatırlanmayı hakediyor. Vadinin Çakır’ı için cenaze töreni düzenleyen Türkiye’m öyle bir geçer zaman ki bu küçük sırlarla baş başa kalırız… Diye söylemiş bir yazar. Okudum, tüylerim ürperdi. Şu an ki durumumuzu ne de iyi anlatmış söyleyen neredeyse iki yıl öncesinden. Her güne izlenecek bir diziyle, gidilecek bir partiyle ne güzelde doldurmuşuz yaşamımızı gözlerimiz kapalı. Tartıştığımız konular bundan yedi ay öncesine kadar hep bunlardı işte. Ne zaman siyasetle ilgili bir konu açılsa sıkıcı bulunurdu çünkü zevki yoktu, sonuçta içinde ne bir aşk ne de bir heyecan vardı. Fakat herkesin aslında içinde bilip de kolayca söyleyemediği bir şeyler vardı. Belki vatana ihanetti bu belki bu topraklar uğruna kan dökmüş şehitlerimize belki de Atatürk’e. Fakat, yine de tek bir kişinin çıkıp bunları söylemesiyle olacak iş değildi ya? Öyleydi tabii ya… Ama kim bilir kaç vatan evladı düşünmüştü bunları da söyleyemedi, dökemedi içini. Yine de şanslıydık tam geri planda kaldığımızı düşünüp darılmak üzereyken Başbakanımıza, bir gün çıkageldi AVM projesiyle. Başta anlamadık sonra bir gün kesilen bir ağaçla UYANDIK… Hani şu uzun uzun daldığımız uykudan. Herkes bir bir dökülmeye başladı sokaklara vatan içindi bayrak içindi kim bilir belki biraz da ağaç içindi ama hepsi bir uyanışın sesiydi. Kaç kişiden dinledim Taksim, Kızılay macerasını kimi vatan aşkıyla anlatıyordu, kimi atraksiyon yaşadım havalardayım heyecanıyla. Şimdi söyleyin bana nasıl herkes ‘bir’ olabiliyor? Hakaret kabul ediyordum o günlerde bu “herkes bir”, “hepimiz kardeşiz” sözlerini çünkü herkes aynı duygularla orada olmuyordu kimse bir diğerini gerçekten düşünmüyordu. Sizce gerçekten herkes “Türkiye” için mi oradaydı, herkes “Atatürk” aşkıyla mı oradaydı? Yoksa kimilerinin bir çıkarı mı vardı bu işten? Biz inanmadık ama Başbakanımız bize güvenmedi onları da biz sandı. Siz dedi biz dedi ve Türkiye bölündü. Peki ya Başbakanımızın “çapulcular” diye adlandıkları? Onlarsa bu ismi üstüne alınıp gerçekleri tüm çıplaklığıyla bağıranlardı. Gerçek “çapulcular” yılmadan, vazgeçmeden sesini duyuran vatan aşkıyla her gün biber gazıyla beslenenlerdi(bazen de portakal gazıyla). Ne yazık ki, Başbakanımız anlamıyordu bizlerin canını yakan gazlar değil, ihanetti! Günlerce, haftalarca ve aylarca oyun oynandı. Ne kazanıldı ne kaybedildi… Geriye bir hiç kaldı. Yine yorulduk yine uyuyakaldık hele birde Ankara veya İstanbul dışında yaşıyorsanız buralarda Başbakanımızın gururla bizi utandırma çabaları sergisini kaçırarak da anımsayamıyorsunuz o günleri demektir. Zarar görmüş halk otobüsleri, zarar görmüş birkaç devlet arabası… Peki ya zarar görmüş “insan” bedenleri, canı yanmış ocaklar sergimizi görmek istemez miydi Başbakanımız? Birkaç otobüsün hesabı verilirdi elbet birkaç arabanında peki ya bir anneye evlat acısının hesabını kim verebilirdi? Tüm bu soruları düşünürken yine uyuyakaldık işte yine daldık bir hayal denizine bakalım hangi mevsimde ne zaman uyanırız…
Bizim sergimiz mi, nerede mi? Anaların yüreklerinde!
KAYNAKÇA:
Murat İde/Ters Açı