Yurtdışına çıkanlar bilir; uzaklaştığında yurdundan,vatanından özlersin her şeyini ülkenin. Tabii o zaman yalnızca güzellikleri gelir aklına…
Mesela mantı yemeyi özlersin, insanlarla Türkçe konuşmayı, markete girip ‘selamünaleyküm’ demeyi özlersin. Dolmuştan inerken ‘hayırlı işler dayı!’ demeyi, her ortamda konunun dönüp dolaşıp hükümeti eleştirmeye gelmesini özlersin…
Benim de şu an Türkiye’yi özlemeye çok ihtiyacım var çok…
Çünkü her radyoyu açtığım da başbakanımın kendini savunma konuşmalarını, herkese karşı yaptığı tarizleri, bağırmaktan kısılmış sesini duymaktan çok sıkıldım ve bunaldım. Sadece başbakan da değil, muhalefet partileri de siyaset yapma biçimleriyle pek farklı değiller.
İnsanlar da kavramları tartışmak yerine siyasetçilerin söylemlerine takılmaktan öteye gidemiyorlar!
Birinin bu insanlara; o ne dedi bu ne dedi diyene kadar kaderini yaşayıp ya da yenisini yazması gerektiğini söylemeli!
Neyse özlemek istediklerime dönelim,yine kaptırdım gittim ben…
Ben şimdi başka bir ülkeye gidip vatandaşları arasında hiçbir ayrım yapmayan birinin yönettiği ülke de olmak istiyorum. Çünkü kendi ülkemde başbakanım tarafından sevilmiyorum. Kırılıyorum anlasanıza!
Üniversitemin sınırlarından çıktığım zaman, fikirlerimi ifade etmeye kalktığımda kendimi tehlikede hissetmek istemiyorum.
( Bilkent Üniversitesi’nin bizlere sunduğu imkanlar çerçevesinde GazeteBilkent ailesi olarak özgür haber yapma, fikirlerimizi
serbestçe ifade etme şansına sahibiz. Bu yüzdendir ki burada kendimi, dışarıdan daha özgür, rahat, huzurlu hissederim.)
Kızılay’ın o kalabalığını özlemek istiyorum yahu! Zira şu sıralar çok utanıyorum oraya her gittiğimde Ethem Sarısülük’ün can verdiği kaldırımlara basmaktan.
En çok da zoruma giden 18 yaşına basan bir reşit vatandaş olup, oy verecek kendi düşüncelerimi temsil ettiğine inandığım bir parti bulamamak. Aslında desteklediğim bir parti vardı . Çoğu insan gibi “neyse ki onlar var” diyordum fakat sonra sonra fark ettim ki, radyo da sevgili Başbakanım her çıktığında kanalı değiştirdiğim gibi, onlar çıktığında da değiştiriyorum. Bana itici gelmeye başlayanın bir şahıs değil siyaset kurumunun kendisi olduğunu anladım. Sonra durdum ve dedim ki kendime, ‘Damla, o kadar parti var elbet biriyle benzeşiyordur düşüncelerin.’
İyi güzel demişim de hangi parti şu an kendi portföyünü açıklıyor bize? Hangi parti!
Herkesin dilinde aynı kelimeler,kulaklarımızda gezinen aynı cümleler…
‘Efendim, Başbakanımız böyle yaptı ama biz böyle yapacağız.’
‘Şimdi sizin Büyükşehir Belediye Başkanınız böyle yapıyor ama yanlış, biz daha güzelini yapacağız.’
E o zaman iyi ki onlar bizim başımıza gelmişler yoksa diğer partilerin konuşacak, anlatacak, vaat edecek neyi olurdu?
Siyasi partiler kendi politikalarını üretirken, halka dertlerini anlatırken, projelerini hazırlarken bile birbirlerine muhtaçlar. Siyaset kurumu ve siyasetçiler kendi söylem ve politikalarıyla kendi itibarlarını yok ediyorlar. Ve bu alternatif yoksunluğu Türkiye’yi her geçen gün daha büyük çıkmazlara, insanları çaresizliğe sürüklüyor.
İşte ben bu yüzden diyorum; keşke bu olayların biraz daha uzağında olsaydım da, Türkiyemi,vatanımı,yurdumu özleme nedenim olsaydı.
Kaynakça:
http://www.sultangaziajans.com/haber/7085-ekonomi-erdogandan-96000-kisiye-kadro-mujdesi.html
http://www.portakalagaci.com/oburcuk/2004/06/mant.html
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/23663/_Erdogan_in_Cumhurbaskanligi_adayligi_tehlikede_.html