Toplumsal varoluşumuz bizi kaçınılmaz bir anlaşmazlığa sürüklüyor. Tamamen birbirinin aynı şekilde düşünen, hiçbir anlaşmazlık yaşamayan iki insandan bahsetmek anlamsız kaçıyor, bahsetsek bile iki insandan ziyade, iki robottan bahsediyoruzdur aslında. Mill’in vurguladığı şekilde, modern zamanla birlikte üzerimize veba gibi sinen tıpkılaşmak hastalığı, bireyselliğimizi, münhasırlığımızı, varoluşumuzun temel özelliğini tehdit ediyor en başında. Biz esasen, farklılık içinde yaşamak üzere programlanmış gibiyiz, benliğimizden, varoluşumuza birbiriyle tamamen ayrı yapılar içinde sürdürüyoruz hayatımızı. Farklı bireyler, farklı zihinler, farklı hayata bakış açıları, farklı algılar… Bu farklılıklar hayatı oluşturuyor. Siyaset de hayatın bu derin ve kaçınılmaz parçasından besleniyor. İnsanların kendi hayatları üzerine çok farklı, çok ayrı, olabildiğine aykırı düşünceler üretmesi üzerine oluşan kaotik tartışma ortamı can damarını oluşturuyor siyasetin. Bu büyük tartışmaları bir çözüme kavuşturmak, birincil derdi değil onun, o bir orta yol bulalım diyor daha ziyade, uzlaşalım, bu farklı fikirlerimizi ortak bir paydaya sığdırmaya çalışalım, birlikte, birbirimize saygı içinde yaşamak için, birbirimizi anlayabilelim diyor.
Bize düşünme yetimizin bir mirası olan bu anlaşmazlık halinden kurtulmamız mümkün olmasa da bunu, birbirimize zarar verecek boyuta taşımamayı uzlaşma denen büyük erdem, derin vicdani muhakeme sağlıyor. Bizi şiddetten uzaklaştırıyor, hoşgörü tohumlarını serpiyor aramıza, anlaşamadığımız şey hakkında temiz niyetle diyalog kurmamızı telkin ediyor. Bu diyalog öyle bir diyalog ki, Marx ile Adam Smith’i, Platon ile Bakunin’i, Kierkegaard ile Hegel’i aynı masaya oturtmaya cüret ediyor, Müslümanı, ateiste kulak vermeye çağırıyor ve aynı şekilde ateistten de önyargılarını rafa kaldırıp dinlemesini istiyor inananı. Sosyaliste rica ediyor, milliyetçi ile muhabbet edebilmesini.
Bu aynı zamanda öyle de güçlü bir diyalog ki, toleranstan, fedakârlıktan, güzellikten nasibini almamış karanlık ve çirkin günlere gürültü ile sürüklenişimizin önünde duruyor. Durun diyor, zavallı akıbetimizi haykırıyor bize ve bu ağır gürültüyü susturmaya çabalıyor, karanlık yazgımızı bozmaya uğraşıyor. Biz birbirini anlamaya çalışmaktan son derece aciz bir siyaset kavrayışına sahip olduğumuz için, diyalog kültürümüz de hoşgörü kültürümüz de primitif bir seviyenin ötesine çıkamıyor. Toleransımız, Marcuse’nin baskıcı olarak nitelendirdiği yapay, samimiyetsiz ve yıkıcı nitelikte bir hareketten ibaret oluyor.
Farklı dünya görüşleri arasında uzlaşma gibi bir şeyi, ki o dünyayı yaşanabilir kılan yegâne şeydir, hayal dahi edemiyoruz. Birbirimizi anlamaktan çok fikirlerimizi birbirimize dayatmak istiyoruz. Muhatabımız konuşurken onu dinlemiyoruz aslında çoğu zaman, ona vereceğimiz cevabı, onu ikna edebilecek sözleri tasarlıyoruz kafamızda. İçtenlikten inanılmaz yoksun bir şekilde sürüp gidiyor iletişimimiz. Bütün bunlar, toplumsal bir mesele için birbirinden farklı düşünen bireylerin uzlaşabilmeleri ve sorunlarını çözmeye yönelik adım atmaları için gereken diyalog olgusunu filizlenmeden yerinden tutup koparıyor. Uzlaşmaktan, bir hainlik belirtisi olarak bahseden, hakikat tekeli iddiasındaki karanlık ve kapalı bireyler üretiyor toplum sonuç olarak. Bireyleriyle birlikte toplum da karanlıklaşıyor en nihayetinde.
Uzlaşmak bir topluluğun erdem ölçütüdür. Birbirinden tamamen farklı beyinler, sorunlarını ne kadar uzlaşarak çözebiliyorlarsa hayatları o kadar müreffehtir, o toplum o kadar erdemlidir. Uzlaşırken aslında şiddeti elinizin tersiyle itersiniz bir kenara. Mantık sokulur devreye ve birbirini gerçekten anlamak isteyen insanlar ortak bir akıl yürütme ile, mantık ile sorunlarını masaya yatırırlar. Önemli sorunların karmaşık çözüm yolları aklın ışığı ile aydınlatılır. Mantık ayrıca burada açıkça yöntem telkin eder; hiçbiriniz birbirinizle aynı düşünmüyorsunuz, bir mesele hakkında bu kadar farklı düşünceden ortak bir karar (yani çözüm) çıkması için her birinizin çeşitli düşüncelerinden taviz vermesi gerekir, der. Bu uzlaşmanın en temel unsurudur.
İnsanlar kendileri gibi düşünmeyen insanlarla ortak bir paydada hareket edebilmek için bazı noktalarda tavizler vermek, bazı yaklaşımlarından vazgeçmek zorundadırlar. Uzlaşı, toplumun refahı için her bireyden düşünsel fedakârlıklar bekler. Bu gerçekten oldukça üst düzey bir fedakârlıktır. Sosyalistin milliyetçiyle, liberalin komünistle, Müslümanın ateistle uzlaşıp birlikte barış içinde yaşamalarını sağlayacak sihirli bir dokunuş niteliğindedir. Bizim de ülkece en büyük eksikliğini yaşadığımız şeylerden biridir. Uzlaşmaya duyduğumuz bu hayati ihtiyacı tarafların karşılıklı yapacağı fedakârlıklarla, karşılıklı vereceği tavizlerle karşılayabiliriz ancak.
Uzlaşımız bizi orta yola götürecektir, herkesin memnun olacağı, kimseye zararın dokunmadığı, müsterih bir orta yola. Burada Farabi’nin Mu’allim-i Evvel’i Aristo’yu anmamak olmaz, erdemli olmanın altın bir orta yol üzere yaşam ile mümkün olacağını, ifrat ve tefritten uzak, ılımlı, dengeli tercihlerle örülü bir hayatın erdemli bir nitelik kazanacağını söylüyor Aristo. Uzlaşarak elde edeceğimiz işte tam olarak budur. Sağcıların solcularla masaya oturup, birbirlerini tam, eksiksiz ve samimi bir şekilde anladıktan sonra, karşılıklı verecekleri tavizlerle, karşılıklı fedakârlıklarla ulaşacakları kararlar, altın bir orta yolun habercisidir. Erdemin ve yaşanabilir, sağlıklı bir toplumun habercisidir yani.
İdeolojik bağnazlıklar ve dini fundamentalist düşünceler bu fedakârlığın ve tavizlerin en şedid düşmanlarıdırlar, hakikat yalnızca onların ellerindedir çünkü, bu bilgiyi onaylamayan insan oturup konuşmaya dahi değmez, her şeyi hak ediyordur. Varoluştan kaynaklanan çeşitliliklerin birlikteliğine, toplumsal birliğe temelinden saldırır bu düşünceler, kapalı ve karanlık bir toplumun arzusu içindedirler. Onların en büyük cezalandırıcıları hiç şüphesiz, tarihtir. Hiç olmadığımız kadar kutuplaştırıldığımız, Firavunca yaklaşımlarla toplumu ayırmaya yönelik adımların pervasızca atıldığı günümüz Türkiye’sinde, bizi uzlaşının erdemle dolu yardımı kurtarabilir, düzeltebilir. Birbirlerini iyi niyetle ve dürüstçe bir tutumla anlamak isteyen, toplumun refahı için uç düşüncelerinden vazgeçip bir orta yol için çabalayan, hem kendisi hem toplumu hem geleceği için düşünsel fedakârlık yapmaktan çekinmeyen erdemli ve vicdanlı bireylerden oluşan, diyaloğun gücünün farkında olan bir toplumun, ülkemiz için ütopik bir nitelik taşımaması, en içten dileğimiz.