İlk defa bir yazıya başlarken yazıyı nasıl bitireceğimi planlamadım. Yazmaya başlamama rağmen hala ne ana fikrin ne olacağını biliyorum ne de hangi tarafı savunacağımı. İlk kez, ne yazacağımı planlamayayım; üzerinde çok düşünmeyeyim ki kendimi dahi kandırmaya kalkışmayayım dedim.
Türk siyasetinin hem düşünce dünyasında hem de arenasında olmak isteyenler için çok verimli günler geçirmekteyiz. 2000’lerin başından beri Türkiye’de ciddi bir değişimin olduğu açık ve bizler bu değişimleri kendi görüşlerimiz doğrultusunda okuma fırsatı buluyor; adeta bir laboratuvar gibi kullanabiliyoruz Türkiye siyasetini. Ben Ak Parti’yle gelen bu değişimi genel hatlarıyla olumlu karşılayan ve bu partiyle organik bir bağı olmasa da gönül bağı olan bir vatandaşım ve dolayısıyla da siyasi okumalarımı hep bu doğrultuda yaptım.
Henüz lise yıllarında olmama rağmen, cumhurbaşkanlığı seçimlerini takip etmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Hatta Erdoğan’ın Ak Parti adına cumhurbaşkanı adaylarını açıkladığı an dün gibi aklımda. Gül hem seçilmeden önce hem de seçildikten sonra özellikle “laik” çevrelerin ciddi eleştirilerine maruz kaldı. Fakat aradan geçen zaman belki de ehven-i şer olarak görüldüğünden, Gül’ün Ak Partili olmayan çevrelerde bile sevilmesini sağlayamasa bile en azından sempatiyle bakılır hale gelmesini sağladı. Zira, MHP tarafından cumhurbaşkanı adayı olarak gösterilmek istendiği şimdilik doğruluğu ispatlanmış bir bilgi olmasa da en azından kişisel gözlemlerime dayanarak söyleyebilirim ki Abdullah Gül 2014 yılına gelindiğinde daha geniş kitlelerin desteğini alır hale geldi.
Bu değişimin sebebi, Abdullah Gül’ün hem Gezi Parkı olayları sırasında “çapulculara” karşı olan tutumu hem de 17 Aralık’tan sonra “paralellere” karşı tutumu Erdoğan’a oranla daha ılımlı ve daha çözüm odaklı olması olarak görülebilir. Fakat bu tavır nedense bazı Ak Parti’lilerce adeta ihanetmiş gibi anlaşıldı ve anlaşılmaya devam ediyor. Uzun süredir bu konularla ilgili açıklama yapmayan Abdullah Gül, verdiği veda resepsiyonlarından birinde bu çevrelere karşı kırgın olduğunu yine saygılı, ölçülü bir üslüpla dile getirdi. Gül’ün, “Bizim cenahta bana karşı saygısızlıklar oldu.” cümlesini özenle seçtiğini düşünüyorum zira saygı kelimesini kullanarak partiye daha sonra katılan ve kıdemce aşağıda olanlarca yapılan hatalara dikkat çekiyor. Aynı esnalarda Abdullah Gül, kendisi kadar temkinli konuşmayan Hayrunnisa Hanım’ı ise gazetecilere daha fazla dert yanmaması yönünde uyardı.
Ak Parti’ye yakınlığı ile bildiğim bazı yayın organları bu haberleri “Abdullah Gül Ne Yapmaya Çalışıyor?”, “Kibirli Hanımefendi” gibi manşetler atarak paylaştılar. Aynı gazeteler, Abdullah Gül’ün eski Türkiye’yi temsil ettiğini ve Ak Parti’ye dönmemesi gerektiğini ima eden nispeten düzeyli yazıların yanı sıra, Abdullah Gül’ü hainlikle suçlayan ve bence eleştirinin sınırlarını manevi anlamda aşan haberler, köşe yazıları da yayınladılar.
Atılan tüm adımlara ve söylemlere dayanarak, Ak Parti’nin bir partiden çok daha fazlası olmaya çalıştığını; bir siyasi hatta mümkünse sosyal harekete dönüşmeyi hedeflediğini düşünüyorum. Bu bağlamda da yenileşmesinin kabuk değiştirmesinin beklenebilir. Fakat, eğer Ak Parti Abdullah Gül gibi bu hareketin kurucularından olan bir değeri de bu kabuk değişimi sürecinde dışlamak isterse bunun siyasi ve sosyal yansımaları çok da olumlu olmayacaktır. Yani, Ak Parti’nin Abdullah Gül’le bir kırılma yaşaması cemaatle ya da bazı liberallerle yaşanan kırılmalar kadar “az hasarla” atlatılamaz diye öngörüyorum.
Önümüzdeki bir yıl hem Türkiye hem de Ak Parti açısından ciddi bir öneme sahip. Sonuç itibariyle, ben bu sürecin Ak Parti açısından bakarsak çok da sıkıntılı geçeceğini düşünmüyorum, Gül’e hak ettiği görev 2015 yılında verilecektir diye düşünüyorum. Olası bir Abdullah Gül çatlağının ise Ak Parti’nin değerler açısından meşruiyetini ciddi anlamda sıkıntıya sokacağına inanıyorum ki bunun oy oranlarını da ciddi manada etkileyeceğini öngörüyorum. Bütün bunların yanında, Türkiye siyasetinin gerektiğinde dik duruşuyla temsil ettiği kitlenin hakkını savunan Erdoğan’a ihtiyacı olduğu kadar; ılımlı, temkinli söylemleriyle siyasetin gazını alabilecek bir Abdullah Gül’e de ihtiyacı olduğunu unutmamamız gerektiğini vurgulamak istiyorum.