#JeSuisDésolé 

Yapılan her eylemin belli kişisel gereksinimleri var yaşadığımız dünyada. Doğa fotoğrafçılığını ele alalım. Bir kuşun çevresiyle uyumlu halini yakalayıp onu bir kompozisyona dönüştürmek isteyen bir fotoğraf sanatçısı belki de günlerce aynı yerde edebileceği kadar az hareket ederek kalmalı. Sabır gerektiren bir iş. Gerçekten zor. Fazla mı idealist geldi? Daha şehirden ve günümüz danzigercartoon_1şartlarına daha fazla uyum sağlamış bir birey isterseniz bir gün önemli bir şirketin CEO’su olmak isteyen bir adamı da alabilirsiniz. Bitmeyen bir rekabetin içinde yolunu bulabilecek bir kişiliğe ihtiyacı var değil mi? Hırslı bir kişiliğe ihtiyacı var. Futbol antrenörü olacaksanız stratejik bir zekaya, asker olacaksanız aldığınız emirleri sorgusuz uygulayacak bağlılığa ihtiyacınız var. Her işin, mesleğin, eylemin, hatta kimliğin sizden beklediği şeyler var yani.

Bu gerekliliklerin hepsinin bir mantığı var. Sebeplerini anlaması zor değil. Ama düşünce özgürlüğünü kullanmanın cesaret gerektirmesine bir türlü anlam veremiyorum. Ya da mizah… Mizah yapmak neden cesaret gerektirir?

Çocukluğumun belli bir aşamasından sonra mizah dergileriyle haşır neşir olmaya başladım. Birçok mizah dergisi farklı düşüncelere ya da mizah anlayışlarına sahip çeşit çeşit yazar çizer barındırıyor bünyesinde. Hepsi farklı yani birbirlerinden. Ama buluştukları bir ortak nokta var; bu dergilerin bünyesindeki her bir çizer/yazar açılacak hakaret davalarına, gelecek ekonomik veya siyasi yaptırımlara, belki de (yazılan/çizilenin sertliğine göre) ölüm tehditlerine karşı cesur olmak zorunda. Fakat neden? Cesur olmak savaşta bombanın üzerine atlaması gerektiğinde düşünmeden yapacak askere lazım değil mi? Ya da çökme hakkını her zaman kendinde tutan kömür madeninde yıllarını harcayan bir işçiye ait olması gerekmez mi o cesaretin? Ne işi var kalem oynatan adamda?

Araştırmacı bir gazeteciye, siyasi yazılar yazan bir köşe yazarına, gündem karikatürleri hazırlayan bir çizere ya da ucundan politikaya dokunmuş her sanatçıya söylenen “yaptığınız iş gerçekten cesaret istiyor” lafının gerçek ama anlamsız olduğunu ifade etmeye çalışıyorum aslında özetle. Charlie Hebdo veya Charb hakkında ne söylerseniz söyleyin. İçerikleri hakaret dolu diyebilirsiniz. Dinleri gücendirdiğini iddia edebilirsiniz. Ama kabul etmemiz gereken bir şey var o da yaptıkları işin cesaret gerektirdiği. Hem de bu kadar cesaret gerektirmesinin anlamsız olması gerçeği bir kenarda dururken.

Bje_suis_charlie_fist_and_pencilu adamlar düzenli olarak aldıkları ölüm tehditlerine rağmen işleri olarak gördükleri şeyleri yaptılarsa eğer onlara bir özür borçluyuz. Elbette aldıkları ölüm tehditlerinin geldiği topluluk kendine tahammül konusunda öz eleştiri yapabilir. Bunca yıldır mizah dünyasının İsa’yla, Musa’yla, Buda’yla yaptıkları varken neden sadece Muhammed söz konusu olduğunda kıyametin koptuğunun açıklamasını getirmek isteyebilirler. İsterlerlerse özür dileyebilirler, yahut bu olayın sorumluluğunu kendi üstlerinde hissetmiyorlarsa (ki en doğal haklarıdır) dilemeyebilirler. Ama benim burada bahsettiğim dilenmesi gereken farklı bir özür.

Düşünce adamlarının katledilişleriyle, yazarların uğradıkları suikastlarla, sadece işini yaptığı için tutuklanmış, işkence görmüş, öldürülmüş gazetecileriyle birlikte düşünce özgürlüğü sayfasını kan içinde bırakan tahammülsüz insanlığın, bu işi bir cesaret işine dönüştürdüğü için saldırıda ölen herkese bir özür borcu var. Ben kendi payıma düşeni dilemeye çalıştım burada. Bunu söylemek yazıyı kişiselleştirmek olacak belki ama beni tanıyanlar bilirler, çok özür dilerim. Gerekli veya gereksiz yerlerde af dilemek reflekstir benim için. Ama bu özrü, uzun zamandır dilediğim her özürden daha gerekli olduğunu düşünerek diliyorum. Cesur olmak zorunda kaldığınız için özür dilerim.

Leave a Reply