Yök yasasının tartışılması ve son dönemdeki yeni rektör atamalarıyla birlikte üniversitelerdeki özerklik meselesi bir kez daha kafaları kurcalamaya başladı. Üniversite tarihi kaynakları, yıllarca süren tartışmalar sonucunda üniversitelerin özerk olması gerektiği kanaatine varmıştır. Bu tartışmanın temelinde biyogenezcilerle abogenezcilerin, din ile bilimin ya da idealistler ile materyalistlerin bilginin değeri ve bilimin işlenişi konusundaki çatışmaları yatmaktadır. Bu çatışmalardan galip gelen taraf Kant’ın “Aydınlanmış bilinç her türlü otorite karşısında kendini bağımsız hisseder.” düşüncesini benimseyenler olmuştur. Ülkemizde son yıllarda her köşe başına, sokak aralarına kurulan üniversitelerin de bir katkısıyla, bu kurumların değeri ve esas amacı unutulmuş, lisedeki öğrencilerin hayalleri bile yanlış şekillenmeye başlamıştır. Üniversite felsefi tartışma ortamında aklı duyguların önüne alarak kişilerin farkına varabilmelerini amaçlayan, bilgi üreten, bilgiyi ileten bir araştırma ve eğitim kurumu olmaktan çıkmış, evrensel kelimesinden türetilen ve evren şehir anlamına gelen bu kurumların sınırları oldukça yerel çizilmeye başlanmıştır. Bu durum da her türlü otoriteye, tabulara ya da kişilere bağımlılığın artma potansiyelini yükseltmiştir.
Tüm dünyada üniversite tarihlerine baktığımızda bilginin, bir gücün kontrolü altına girmesi her zaman resmi otorite (devlet, yönetici) ile dinamik güçler arasında geçmiştir. Üniversitenin toplum ve dünya karşısında bazı yükümlülükleri olduğu gibi, eğitimde ve bilgide tutarlılığı esas alırken bilimi temele alıp hiçbir etki altında kalmaması gerekir. 1988’de 29 Avrupa üniversitesi rektörü tarafından imzalanan “Magna Carta Universitatum”da belirtildiği gibi üniversitede bilimsel araştırma ve öğretim ahlaki, entelektüel, siyasi ya da ekonomik her türlü etkiden bağımsız bir şehir olmalıdır.
Türkiye’de de 1946 reformu, 1954 kanun değişikliği bunun birer göstergesidir. İstanbul Üniversitesi’ni baz alarak 550 yıllık bir geçmişin yanında üniversiteler, 1933 ve 1946’da 4936 sayılı yasa ile çıkarılan özerk üniversite açılımı ile özgürleşmiş daha sonraki yıllarda yapılan müdahalelerle de anayasallaşmıştır. Övgüler dizdiğimiz tarihimizde yapılan darbelerin gerekçelerinden biri sayılmış üniversiteler ve zapturapta alınmıştır. Uzun yıllar üniversiteleri ‘ehlileştirmek’ amacıyla çalışmış otoriteler. 1982 yılında 2547 sayılı yasa ile kurulan YÖK tamamen o dönemin anlayışına uygun olarak sıkı merkeziyetçi ve üniversitelerin iç işlerine müdahale edecek şekilde yasal güce sahip olarak kurulmuştur.
Günümüzde ise Yüksek Öğretim Kurulu’nun tartışmalı görevleri kanunda şu şekilde belirtilmiştir.
- Üniversite çalışmalarının en verimli düzeyde sürdürülmesi için büyümenin sınırlarını tespit etmek ve yaz öğretimi, gece öğretimi, ikili öğretim gibi tedbirler almak,
- Bir üniversite içinde fakülte, enstitü ve yüksekokul açılmasına, birleştirilmesi veya kapatılması ile ilgili olarak doğrudan veya üniversitelerden gelecek önerilere dayalı kararlar almak ve gereği için Milli Eğitim Bakanlığına sunmak,
- Yükseköğretim kurumları içinde bölüm, anabilim ve ana sanat dalları ile uygulama ve araştırma merkezi açılması, birleştirilmesi veya kapatılması; konservatuar, meslek yüksekokulu veya destek, hazırlık okul veya birimleri kurulması ile ilgili olarak doğrudan veya üniversitelerden gelecek öneriler üzerine karar vermek,
Eğitim – öğretimin aksaması sonucunu doğuracak olaylar dolayısıyla öğrenime ara verilmesine veya tekrar başlatılmasına ilişkin olarak üniversitelerden gelecek önerilere göre veya doğrudan karar verip uygulatmak, - Yükseköğretim kurumlarında eğitim – öğretim programlarının asgari ders saatlerini ve sürelerini (…) Üniversitelerarası Kurulun da görüşlerini alarak tespit etmek,
- Üniversitelerin her eğitim – öğretim programına kabul edeceği öğrenci sayısı önerilerini inceleyerek kapasitelerini tespit etmek; insan gücü planlaması, kurumların kapasiteleri ve öğrencilerin ilgi ve yetenekleri doğrultusunda ortaöğretimdeki yönlendirme esaslarını da dikkate alarak öğrencilerin seçilmesi ve kabul edilmesi ile ilgili esasları tespit etmek,
- Rektörlerin disiplin işlemlerini kovuşturmak ve karara bağlamak, öğretim elemanlarından bu Kanunda öngörülen görevleri yerine getirmekte yetersizliği görülenler ile bu kanunla belirlenen yükseköğretimin amaç, ana ilkeleri ve öngördüğü düzene aykırı harekette bulunanları rektörün önerisi üzerine veya doğrudan, normal usulüne göre, yükseköğretim kurumları ile ilişkilerini kesmek veya denenmek üzere başka bir yükseköğretim kurumuna atamak.
Bu maddeler incelenince açıkça görülmektedir ki üniversiteler özerk kurumlar değildir. Zira Yök, üniversiteler arası koordinasyonu sağlamakla görevli bir kurum olmaktan çıkıp üniversitelerin kendi içinde belirlemesi gereken birçok konuda söz sahibi olmuştur.
İşte tüm bunlara başka bir örnek olarak Raşit Tükel meselesini de verebiliriz. Raşit Tükel İstanbul Üniversitesi’nde yapılan rektörlük seçimlerinde 1202 oy alarak ve rakiplerine fark atarak birinci oldu. Rektörlüğe atandıktan sonra yapacakları ve amacı sorulduğunda ise; demokratik, özerk ve özgür bir üniversite yaratmak olduğunu söylüyor. Fakat, demokratik yollarla galip gelmiş, bir prosedürden öteye geçmemesi gereken Cumhurbaşkanlığı onayı alamayacağı düşünülen Raşit Hoca, özerklikten de özgürlükten de demokrasi kadar nasibini alacak gibi duruyor ne yazık ki.
Notlar:
1) Raşit Tükel’e bir umut destek verebilmek için:
http://www.rektorrasittukel.com/
2) Raşit Tükel’e ve demokrasiye destek verenler listesi altında adı bir kere bile geçmeyen medar-ı iftiharımız Bilkent Üniversite’sinin özgür ve özerk bir üniversite konusunda hemfikir olduğumuzu umduğum öğretim görevlileri de umarım bir gün rektörlük yolunda aynı süreçten geçerler.