31 Mart Salı günü, Berkin Elvan Davasının savcısı olarak bilinen, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Memur Suçları Bürosu Savcısı Mehmet Selim Kiraz, iki terörist tarafından rehin alınmış ve müzakere sürecinden sonuç alınamaması ile birlikte hayatını kaybetmiştir.
Her şeyden önce, başta hukuk camiası olmak üzere tüm insanlığın başı sağ olsun!
Günü bir türlü ayamayan bir ülkenin vicdanı kararmaya yüz tutmuş toplumunun başı sağ olsun!
Önceki yazılarımda da ölümün toplum nezdinde değersizleşmesi ve önemsizleştirilmesi çabalarından yakınmış biri olarak ölümü ile ilgili siyasi tartışmalara girmeyi doğru bulmuyorum.
Ancak bu acı olayın ardından siyasetçilerin erkenden kılıç kalkan kuşanıp meydana inmesini dehşet içerisinde izleyen bir hukuk fakültesi öğrencisi olarak, avukat meslektaşlarımızın kılıç çeken bu tutuk zihniyet tarafından hedef tahtası haline getirilmesine sessiz kalınmaması gerektiğini düşünüyorum.
Henüz daha gözyaşı yanakta kurumamışken, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere bazı siyasetçilerin adliyelerdeki güvenlik zafiyetinden dert yakınıp, avukatlara uygulanamayan bir takım önlemlerden şikâyet etmelerini umutsuzlukla izliyorum.
Şunu kabul etmek gerekir ki böyle bir terör eyleminin adliye binasında işlenmiş olması elbette ki bir güvenlik zafiyeti olduğunu gösterir. Bunun yanı sıra, böyle büyük bir eylemin kolluk kuvveti ve istihbarat birimleri tarafından neden önlenemediğinin de sorgulanması gerekir.
Ancak iki teröristin avukat cübbeleri ve kimlikleriyle hiçbir arama işlemine uğramadan, üzerlerinde silahla adliye binasına girmiş olmaları nedeniyle tüm avukatların sorumlu tutulması ve kanunlarla kendilerine tanınan bir takım güvencelerden mahrum bırakılmaları gerektiğini savunmak irrasyonel bir muhakeme sürecinin kabul edilemez bir sonucudur. Bir takım güvenlik problemlerinin mevcudiyeti sabittir; ancak unutulmamalıdır ki bu durum avukatlar için de geçerlidir. Diyelim ki teröristler hakim veya savcı cübbesi ve kimliğiyle adliyeye girdi, o zaman ne önerecektik? Sorunun bu kadar basit değerlendirmelerle geçiştirilip yamalanması kimseye bir fayda sağlamaz. Ana kaynağın tespit edilip, analiz edilmesi ve pozitif düzenlemelerle çözüm üretilmesi gerekir.
Peki ne oldu?
Cumhurbaşkanının avukatların aranacağına ilişkin açıklamalarını müteakip Çağlayan Adliyesi’ne girişte Başsavcılık emriyle avukatlar aranmaya başladı.
Avukatlar diyor ki bu uygulama hukuka aykırıdır.
Şunu belirtmekte fayda var: Avukatların aranması konusunda öğretide ve yargı kararlarında çeşitli tartışmalar vardır. Konu, medyadan göründüğü kadar kolay bir konu değildir. Hali hazırda var olan düzenlemelerde de problemler vardır.
1136 sayılı Avukatlık Kanununun 58. Maddesinin 1. Fıkrası uyarınca “…Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali dışında AVUKATIN ÜZERİ ARANAMAZ.”
Kanun, açık bir şekilde avukatların aramaya tabi tutulmasını sınırlamıştır. Bu düzenlemenin amacı yargılama esnasında etkin savunma hakkının kullanılmasında bir aksamaya yer bırakılmamasıdır. Avukatların baskı altında olmaması, çalışma şartlarının iyileştirilmesi, mesleği ideal bir biçimde icra etmelerinin sağlanması, ihtiyaç duyulan belgelere ulaşımının kolaylaştırılması gibi imkanlar, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6. Maddesinde güvence altına alınan ve anlaşılacağı üzere bir insan hakkı olan adil yargılanma hakkının asli unsurlarından olan etkin savunma hakkının gereğince kullanılabilmesi için getirilmiştir. Diğer bir deyişle, bu ayrıcalığı avukatların şahsına yönelik veya mesleğin yüceliğine ilişkin bir ayrıcalık olarak görmemek gerekir. Bu ayrıcalıklar, mesleğin layıkıyla icra edilebilmesi için gerekli görülen ve sonuçları itibarı ile tüm insanlar açısından getirilmiş ayrıcalıklardır.
Avukatların adliye girişinde bulunmaları elbette ki avukatlık mesleğinin icrasının bir parçasıdır ve bu bağlamda Avukatlık Kanunu Madde 58/1 uyarınca avukatların adliye girişinde önleme aramasına tabi tutulması hukuka aykırıdır. Arama faaliyetine dayanak gösterilen bir Başsavcılık emridir. Adliyenin idaresinden sorumlu başsavcılığın, adliyenin idaresine ilişkin bu emrinin kanuna aykırı olmaması gerekirdi. Oldu! Uygulandı!
Bu konuda Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 25. Maddesinin 1/a bendinde devletçe kamu hizmetine özgülenmiş bina ve her türlü tesislere giriş ve çıkışın belirli kurallara tâbi tutulduğu hâllerde, söz konusu tesislere girenlerin üstlerinin veya üzerlerindeki eşyanın veya araçlarının aranmasında hakim kararının aranmaması öngörülmüştür. Adliyelerin de kamu hizmetine özgülenmiş bina olması dolayısıyla böyle bir karar verilmiş olabilir. Ancak hemen belirtilmelidir ki bu bir yönetmeliktir. Yönetmelikler, kanuna ve tabi Anayasaya aykırı olarak düzenlenemez. Yönetmeliğin, bu yönüyle Avukatlık Kanununda düzenlenen bir ayrıcalığı daraltacak nitelikte olması söz konusu değildir.
Bu bağlamda, Savcı Kiraz’ın katledilmesinin ardından Çağlayan Adliyesi’nde avukatlara yapılan aramanın hukuka uygun olmadığı açıktır.
Sonuçta ne oldu? Bugün (02.04.2015) avukatlar adliye binasına aranarak alındığı için adliyenin giriş kapısı önünde uzun avukat kuyrukları oluştu. Düşünelim. Bu kuyruk yüzünden bir avukatın duruşmasını kaçırdığını düşünelim. Savunulamayan bir kişiyi düşünelim. Düşünmesek daha iyi belki de.
Peki bu durum şaşırtıcı mıdır?
Bu soruya maalesef koca bir ‘hayır’ cevabı vermek gerekir. Çünkü başta da belirttiğim üzere henüz bir savcının böyle bir olayda öldürülmüş olmasının dehşetindeyken, garip ve oldukça tutuk değerlendirmelerle avukatların sahip olduğu ayrıcalıkları sorumlu tutanların bu fırsatçı tutumu yeni bir tutum değildir. Her ölüm bir siyasi malzeme olarak kullanılabilirken sorumluluktan kurtulma yolu da yeni bir hedef tahtası belirlemekten geçer ülkemde. Ve bu tahta otorite gücünü elinde bulunduranlar tarafından konduğunda ivedilikle buna yönelik uygulamalar yapmayı kendine görev bilenler gün geçtikçe artmaktadır.
Hukukun çiğnenmesi adeta bir gündelik ev işi haline gelen Türkiye’de yargı bağımsızlığından söz edemez iken bir de yargı mensuplarının bu şekilde hedef gösterilerek itibarsızlaştırılması kabul edilemez. Böyle bir ortamda hak aranmaz. Böyle bir ortamda hakkın güvence altına alınması söz konusu olmaz. Böyle bir ortamda hak savunulamaz.
Böyle bir ortamda insanca yaşanamaz!
NOT: Berkin Elvan Cinayetinin bir cinayetle daha anılması kabul edilemez bir saygısızlıktır. Berkin’i unutmadık, unutmayacağız. Ancak bu cinayetle Berkin’in adının yan yana getirilmesini kabul etmek mümkün değildir. Bu yönde her türlü muhtemel siyasi söyleme geldiği rüzgarın yönüne bakmaksızın karşı durduğumu şimdiden belirtmek isterim.