Yazılan her şiir ve çizilen her resim sanat olmadığı gibi, tabi ki çekilen her filmi sanat olarak değerlendirmemek gerekir. Sinema diğer sanat dalları gibi duygu ve düşünce kavramlarıyla yoğurulduğunda sanat olarak tanımlanabilir. Bu sebepten aşağıda bahsedeceğim film tanımını bu kavramlara sadık kalarak yaptığımı bilmenizi isterim.
Neden çekilir bir film? Para kazanmak mı diyorsunuz? Kolay bir yol değil bence. O kadar emek sadece para uğruna olamaz herhalde. Peki amaç törenlerde sayısız ödül toplayıp herkesin takdirini mi kazanmak? Şiirsel sinemanın üstadlarından Krzysztof Kieslowski’den bir alıntıyla devam etmek istiyorum:
Film yapmak seyirciler, festivaller, eleştiriler söyleşiler demek değildir. Film yapmak her gün sabahın altısında kalkmak demektir. Soğuk, yağmur, çamur demek, ağır ışık malzemeleri taşımak demektir. Her şeyden önce asap bozan bir meslektir ve her şey, ailen, duyguların, özel hayatın dahil olmak üzere ikinci plana atılır. Ve hepsi bir yana film yapmak sabretmek demektir.
Peki bu kadar zorluk neden çekilir? Çoğu sanat dalında olduğu gibi amaç bellidir : Anlaşılma İhtiyacı. Şairlik, ressamlık ve yönetmenlik çok yakındır bu yönden birbirlerine. Üçünün de anlatmak istediği bir derdi vardır ama bunu konuşarak anlatamadıklarını fark ederler. İşte o anda kimisi alır eline kalemi sözcükleri sıralamaya başlar. Kimisi alır fırçayı eline başlar çizmeye. Kimisi de alır dertlerini eline, 2 saate sığdırmaya çalışır.
Yönetmen için amaç bir düşünceyi aktarmaksa, anlatımını daha etkili kılabilmek ve düşüncesini eksiksiz iletebilmek için imgelere sarılır. Örneğin geçen sene Damien Chazelle yönetmenliğinde vizyona girmiş ve sinema dünyasında büyük yankı uyandırıp 3 oscar kazanmış Whiplash filmi. Film kısaca genç bir jazz davulcusunun kuralcı ve otoriter bir öğretmenin okuldaki başka öğrencilerle oluşturduğu grubuna katılmasını ve onun katı kurallarının, fiziksel şiddet içeren yöntemlerinin altında kendini eğitip; dünyanın en iyi davulcusu olmaya çalışmasını akıcı bir üslupla anlatıyor. Filmi izlediğimizde genç bir konservatuar öğrencisinin başarı hikayesi, öğretmeniyle çekişmesi gibi olaylarla ilerlediğini görüyoruz ve genel olarak müzik hakkında bir film olarak değerlendiriyoruz. Fakat biraz filmin felsefesine inmeye başladığımızda otoritenin-baskının müzik öğretmenimizde; savunmasız-saf bireyin bateristimizde vücut bulduğunu -siyaset felsefesi hakkında az çok bilgi sahibi isek- anlayabiliyoruz. Özetle yönetmenimizin bu akıcı senaryoyu asıl anlatmak istediği mesajı daha etkili ve daha anlaşılır kılabilmek için sadece bir araç olarak kullandığını söylemek yanlış olmaz.
Bu filmlere bir de Hollywood gibi büyük bir lobiye sahip olmadığı için fazla duyamadığımız Mejidi filmlerini eklemek istiyorum. Mejidi İran Sineması’nın kilit taşı yönetmenlerinden biridir. Onu bu kadar önemli yapan ise -bana sorarsanız- ekonomik endişelerle veya ödül alma kaygısıyla hareket etmesi değil, içinde bir dert olarak dolup taşmış Allah’ın mesajını insanlara ulaştırma amacıyla film çekmesidir. Filmlerinin içinde Kuran’dan kıssalar gizlidir ve yapıtlarını -mesajını daha çarpıcı verebilmek için- basit bir olay örgüsü içinde beyaz perdeye aktarmıştır. Düşüncesini eksiksiz aktarabilmek için de filmlerinde çokça metafor kullanarak, soyut duyguları somutlaştırma yoluna gitmiştir. Benim gibi siz de Mejidi’nin bu amacını, neden sinemayla gerçekleştirdiğini merak ettiyseniz kendinden bir cümleyle merakınızı gidermek isterim.
”Eğer bugün Peygamber Efendimiz yaşasaydı, tebliğ için sinemayı kullanırdı.”
Son olarak usta yönetmen Ingmar Bergman’ın Yedinci Mühür filminden bahsetmek istiyorum. İlk olarak Bergman’ın din hakkındaki düşüncelerini kısaca özetleyerek başlamam gerekiyor sanırım. Bergman bir protestan papazın oğlu olarak 1918’de İsviçre’de doğdu. Dindar bir ailede yetişmesine rağmen ters bir kimlik geliştirerek, erken yaşlarda varoluşsal sorgulamalara yöneldi. Din hakkındaki fikirlerini daha da keskinleştirmek adına kendinden bir alıntıyla devam edelim: ‘’Umarım asla dindar olacak kadar yaşlanmam.’’
Ona göre bireyi ölüm korkusundan ancak din kurtarabilir ve sırf bu korkuyu hafifletme uğruna bir dine sığınmak iç rahatlatmadan başka bir şey değildir. Şimdi filmimize dönebiliriz. Antonius Block, 10 yıl önce inançları uğruna savaşacağı düşüncesi ile Haçlı Seferlerine katılmış bir şövalyedir. Ölüm, vebadan kırılan ülkesine dönerken yolunu keser. Ölüm’ü bir satranç oyununa davet eden şövalye eğer onu yenebilirse yaşamına kaldığı yerden devam edecektir. Günler sürecek bu oyun süresince de hayatla, ölümle ve Tanrı’nın varlığı ile ilgili sorularının cevaplarını aramaya devam ederek bir çıkış yolu bulmaya çalışır. Zaman Ortaçağ olarak seçilmiş olsa da -Postmodern toplum için Ortaçağ tanımı uygun görülmüştür- Bergman 20.yy insanının manevi buhranlarını irdelemiştir bu filmde. Hayatında da çokça rastladığımız bu irdeleme gittikçe büyüyerek Yedinci Mühür gibi feryatlarla dolu bir yapıtın ortaya çıkmasını sağlamıştır. Bu yapıtta baştan sona, ölümden korkan insanoğlunun ironik bir şekilde diğer insanları öldürmekten çekinmediğine ve ölüm korkularını hafifletme umuduyla bir dini inanca bağlanma ihtiyacı hissettiklerine şahit oluyoruz. Yani kısacası Bergman’ın din, ölüm, tanrı hakkında görüşlerini öğrenmemiz için Yedinci Mühür fazlasıyla yeterli bir eser.
Peki Whiplash, Yedinci Mühür ve Cennetin Çocukları gibi filmler para uğruna veya sırf hobi olsun diye mi çekilir? Film çekmek, diğer sanat dallarında olduğu gibi maddi kaygılardan ziyade kişisel dertlerin, düşüncelerin dolup taşmasıyla ortaya çıkan bir ihtiyaçtır. Hani derdimizi kimseye anlatamadığımızda dolarız dolarız dolarız en sonunda ağlayıp rahatlarız ya; yönetmen için de film çekmek bir nevi ağlamak değil midir aslında?
İsterseniz Bergman’ın ölüm hakkındaki düşüncelerini bir de kendinden dinleyin:
https://www.youtube.com/watch?v=hzuU2Vk5i28
Halil Atabay
Genel hatlarıyla mükemmel bir bakış açısı olmuş yazı.
Anonim
Güzel bir yazı olmuş
anonimpus
Harika ?
Ahmet Cemal
Gerçekten çok güzel bir yazı olmuş emeğiniz için teşekkürler.