2016 yılının son iki haftasına girmiş bulunuyorken hafızalara ve çoğunlukla acılarla yüreklere kazınan ne kadar olay varsa bir bir geçiyor gözümüzün önünden. Beş ay içerisine iki genel seçim sığdırmış 2015 senesinin yankılarını devam ettiren 2016, belki yirmi belki otuz sene sonra Türk siyasi hayatının en kritik yıllarından biri olarak anılacak. Biz de -gençlik yıllarını bu karanlık bulutların altında geçirenler olarak- güneşli olacağını ümit ettiğim o ileriki günlerde çocuklarımıza anlatacağız bu tatsız hatıraları. Hayalimde bile otuz yıl sonrasında şartların ne olacağını asla kestiremesem de insan düşünmekten alamıyor kendini. En uzun yılın bize bıraktıkları ve daha çok bizden götürdükleri unutulacak gibi değil çünkü.
Düşünüyorum: Yaşananların hepsi iyisi kötüsüyle geride kalmış bir Türkiye’de yaşıyoruz. Okul bitmiş hatta iş hayatımızı neredeyse yarılamışız. Televizyonda bir ünlünün attığı tweet tartışılıyor, en büyük siyasi derdimizin bu olduğu günlere geri dönmüşüz. Sofrada yaklaşan olağan MHP kurultayı konuşulurken konu nasıl olduysa 2016 yılına geliyor. Ve merakla yükselen bir soru masada bir dakikalık sessizliğe ve ardından acı bir tebessüme sebep oluyor: Sahi, tam olarak ne oldu da muhalefet ve parti yönetimi bu kadar ters düştü? Neden yapılamadı kurultay?
Güler misin, ağlar mısın? Ne cevap verilecek şimdi bu çocuğa? Bismillah deyip başlıyoruz bir yerden.
Henüz 5 ay öncesinde elde ettiği son 10 yılının en yüksek oy oranıyla seçmenini sevindiren MHP, 1 Kasım 2015 seçimleri sonucunda oy oranını ortalama yüzde 6 düşürmüş ve 7 Haziran’da çıkarttığı 80 milletvekilinin ancak yarısını meclise sokabilmişti. Yaşanan bu büyük düşüşün sebebi çoğu seçmen tarafından parti yönetimi olarak görülmüş ve zaten iki seçim arası dönemde tohumları atılan muhalefet yavaş yavaş filizlenmeye başlamıştı. Aynı ayın sonunda son seçimde aday gösterilmeyen Meral Akşener olağanüstü kurultay çağrısı yaptı. Akşener’in bu çağrısını bir dönem partiden ihraç edilmiş Sinan Oğan ve 2003’ten bu yana parti içi muhalefetin tanıdık siması olan Koray Aydın’ın çağrıları izledi. Ancak partinin bu çağrılara karşı tavrı oldukça netti. En yakın kurultay ancak ve ancak 2018’de yapılabilirdi.
[miptheme_quote author=”Devlet Bahçeli” style=”text-center”]Evimiz hem içeriden hem dışarıdan taşlanıyor. Ancak camlar kırılırsa içeri girecek kasırgadan herkesin etkileneceğini sağduyulu olan herkesin görmesi gerekmektedir.[/miptheme_quote]
Bu keskin tavra karşılık delegenin de talebiyle muhalifler mahkemeye başvurdu. 543 imza ile kurultay talebinin iletildiği mahkeme süresinde herkes oldukça gerildi ve Bahçeli “Evimiz hem içeriden hem dışarıdan taşlanıyor. Ancak camlar kırılırsa içeri girecek kasırgadan herkesin etkileneceğini sağduyulu olan herkesin görmesi gerekmektedir.” şeklinde bir açıklama yaptı. Bu açıklamayla şekillenen Bahçeli ve parti yönetimi cephesinin tavrı süreç boyunca değişmedi, aksine muhaliflere karşı takınılan tavır zaman zaman ülkücünün ülkücüye takınması gereken tavrın çok dışına çıktı.
MHP’li muhaliflerin açtığı davada, Ankara 12. Sulh Hukuk Mahkemesi, “Kurultay Çağrı Heyeti” oluşturularak, partinin olağanüstü kurultaya götürülmesi kararını verdi. Genel Merkez, mahkeme kararını Yargıtay’a götürdü ancak Yargıtay 18. Hukuk Dairesi yerel mahkemenin kararının hukuka uygun olduğunu belirterek Çağrı Heyeti’nin olağanüstü kurultayı toplayabileceğini belirtti.
Bu karar hepimizi heyecanlandırmıştı. Seçmenin, delegenin ve istifasının ardından aralarına Ümit Özdağ’ın da katıldığı muhalif adaylar dört gözle 15 Mayıs tarihini bekler olmuştu. O gün geldiğindeyse Türkiye’nin dört bir yanından gelen 900 kadar delege Ankara Anadolu Otel kapısı önünde kendisini polisle karşı karşıya buldu. Genel merkezin itirazını sürecin tamamlanması gerektiğini söyleyerek kabul etmeyen Yargıtay’a rağmen Genel Merkez’in valilik ve İçişleri Bakanlığı’na yaptığı çağrı üzerine otelin kapısına güvenlik gücü yığılmış ve barikatlar kurulmuştu. Kürsü başında konuşmalarını beklediğimiz muhalif adaylar barikat tepelerinden kurultaya gelen delegelere seslendiler. Kendi partimizin bizi -en azından bizi yeniden heyecanlandırabilenleri- polise şikayet etmesi ve 900 delegeyi kapının önünde bekletmesi bu süreçte kalbimizi kıran ilk tavır değildi. Nitekim son da olmayacaktı.
15 Mayıs’ın bir bakıma muhaliflerin de kendi aralarında ayrıştığı bir tarih olduğu söylenebilir. Ümit Özdağ, Koray Aydın ve Sinan Oğan’ın alandan ayrılmasının ardından mikrofonu alıp şahsi açıklamalarıyla kalabalığa seslenen Meral Akşener bu tavrıyla epey tepki çekmişti. Ancak yapılan büyük eleştirilere rağmen muhalefetin genel merkeze karşı ortak tavrı değişmedi.
15 Mayıs’ın ardından gözler 19 Haziran’a çevrilmişti. Genel Başkan Devlet Bahçeli tarafından “korsan kurultay” olarak adlandırılan bu kongre umut kapımızı hala aralık tutuyordu. Umutlarımız, heyecanımız ilk oylarımızın hevesinin sebebi olan partimizin “korsan”ı olmuştu. Yine kırılıyorduk. Muhalif adaylar arasındaki mesafenin iyiden iyiye hissedildiği 19 Haziran Kongresi’nde Meral Akşener ve ekibinin girişimleriyle karar verilenin aksine 13 tüzük maddesi değiştirildi. Bu durum Sayın Bahçeli tarafından şu sözlerle eleştirilmişti:
“Sözüm onu parti tüzüğümüzde 13 maddelik değişiklik yaptılar. Vay zavallılar vay bu kadar mı küçüldünüz? Tek maddelik tüzük değişikliği ile toplanan kurultayda 13 maddeyi nasıl değiştirdiniz? Genel Başkan yetkilerini hangi akılla tırpanladınız?“
Olağanüstü kurultay divan heyeti ve genel merkez, olağanüstü seçim için ortak bir tarih olan 10 Temmuz’u işaret ediyordu. Sabretmiştik, biraz daha edebilirdik. Beklemeye başladık. 8 Temmuz günü öğrendik ki MHP tarafından YSK’ya verilen başvuru geri çekilmiş. Emekler, geceler, gündüzler boşa gitmişti. Vazgeçilmişti.
Kararın bir hafta sonrasında gerçekleşen darbe girişimiyle de bütün gündem değişmiş yaşananlar unutulmuştu. Heyecanımızı da kırgınlığımızı da sineye çekip tanıdığımız tanımadığımız herkese karşı inandıklarımızın yanında durmaya devam ettik. Hiç kırılmamış gibi eski yerimizdeydik. Hamaset duyulacak bir şey değil, zira olması gereken de buydu.
Aylar geçti, birkaç gazetenin kıyı köşe bir sütununda dönemin genel sekreteri İsmet Büyükataman’ın açıklamasını gördük. Tüm çabalarımızı, heyecanlarımızı, “Acaba bu kez olur mu?” düşüncelerimizi darbeye kalkışan rezil bir terör örgütünün çeşit çeşit isimlerinden biri altına sığdırmış ve şu cümleleri söylemişti: “Bu gerçekleşseydi, 15 Temmuz darbesinde ülkücü hareket mensupları sokağa dökülecek ve darbecilerin ekmeğine yağ sürülecek bir iç savaş çıkacaktı.”
İşte böyle çocuk, bu kadar basit. Memlekette bir suçlu bulundu mu sana yanlış gelen ne varsa onun sırtına yükleyebilirsin çünkü. Ülküdaşını FETÖ’cü ilan edip üzerine ihbar bile edebilirsin. Kendi kendine ülkümetreler oluşturup davana gönül verenin yüzde kaç ülkücü olup olmadığını ölçebilirsin. Fikrine katılanı tutup sesini çıkaranı ihraç edebilirsin. En önemli gücün olan gençliğin bütün heyecanını, hevesini, kendi çapındaki uğraşını zikrin ve fikrinle kirletebilirsin.
Olan biten ve bir süreliğine de olsa yenilenme umudumuzu bitirmemize sebep olan hadiseler bunlardı işte, geçti gitti.