Ülkemizin dört bir yanında canı pahasına savaşan kolluk güçlerine, Mehmetçiklere selam olsun. Sınırımızı korumaya çalışan askerlere selam olsun. Bu ulusun bağımsızlığı uğruna düşen canlara Allah rahmet eylesin.
Bugün artık bir savaşın içinde olmadığımızı söylemek aptallıktır. Bu coğrafyanın kaderidir aptallıkla mücadele etmek; ama artık aptallar bile savaşın içine düştüğümüzü kabul etmek zorunda kaldı. Önceleri bilgi kuramından habersiz cahiller ortaya saray savaşı diye abuk bir söz öbeği attı; aptallar, savaştığımız caniler, teröristler sahip çıktı bu iddiaya. Aptallarla birleşerek kalabalık bir kitle oldular tweetler atarak olayı küçümsediler.
Güneydoğu’da vatan savunması konumuna geçmiş orduya ve polise sarayın savaşçıları diyerek neredeyse PKK lehine söylem ürettiler. Suriye’de haklı mücadelenin başlangıcına (Fırat Kalkanı Operasyonu) sarayın hayalleri diyerek ortadan ikiye yarılan PKK’nın kuzey Suriye’deki koridoruna örtülü destek oldular.
Güneydoğu’da da Suriye’de de etnikçi teröristlere karşı mücadele veriyor aslında Türkiye. “Madem öyle neden buna ‘savaş’ diyorsun?” diyecekseniz: Türkiye artık bölgenin dinamikleriyle ortaya çıkıp büyümüş terör örgütlerine karşı değil açık seçik küreselcilere (Globalist) karşı savaş veriyor çünkü.
Kimdir bu küreselciler, bu komplocu ağzı değil mi?
Bölgedeki savaşların tarafları şunlardır: küreselciler ve ulusçular. Küreselciler bölgenin daha küçük devletler tarafından kontrol edilmesini savunur. Neden mi? Daha küçük devletler küreselciliğin önünü açar. Küreselcilik, sömürgecilik sonrası (post colonialism) dönemin sömürü düzeninin anahtarıdır. Etnik ve mezhebe dayalı görece güçsüz (kukla) devletlerin daha kolay yönlendirilebileceği varsayımı üzerinde yükselen küreselcilik gelişmiş devletlerin bölgede sömürgecilik çağında kurdukları hegemonyanın devam etmesi amacıyla yürürlüğe konmuş akımdır.
Gelişmiş devletler derken özellikle 1991 sonrası tek kutuplu olarak betimlenen dünyada ABD düşünülmelidir. İki dünya savaşının da galibi ABD, ilkel emperyalizm döneminde ön plana çıkmış Avrupa devletlerinin sömürülmesi hak gördükleri Ortadoğu ve Afrika topraklarında en etkin söz sahibi olma iddiasıyla ve bu iddiasının uzun vadede yürürlükte kalmasını sağlamak için küresel dünya sistemini amaç edinmektedir.
Küreselciliğin olabilmesi için bölgede bulunan kavimlerin etnik ve mezhep temelinde ayrışması ve kendi kendilerine yetemeyen, güçsüz gümrüklere sahip rejimlerin olması gerekir. Bu yolla bağımlı hale getirilen rejimlerin sömürgecilik sonrası dönemde de sömürülebilmeye devam etme gayesindedir küresel dünya istemi. Etnik ve mezhep savaşlarını bu yüzden küreselcilikten bağımsız düşünmek yanlış olacaktır. (Karl Marx’ın tarihteki savaşların ekonomik sebepli olduğu tespiti kapitalizmin hüküm sürdüğü dünyada hala geçerlidir. Konuyla ilgili güzel bir bakış aısı için buraya bakabilirsiniz.)
Küreselciliğin ne zararı var? Niçin karşı çıkılması gerekir?
Kendi yurdunda namusu ile yaşamaya devam etmek isteyen insanlar, değerlerini korumak için sömürü düzenine karşı koymak zorundadır. Emperyalizm bir milletin malını ve canını eskiden manda sistemi ile elde ederken şimdi dağınık, birbirine düşman olmuş, zayıf devletleri daha kolay yönlendirerek ve kendi kendine yetemeyen ekonomik düzenler kurarak bağımlı hale getirme hedefindedir. En azından Anadolu’da yaşayan bizler bağımsızlık hedefindeysek, var oluşumuzun sebebine sahip çıkmalı ve küreselciliğe karşı çıkmalıyız.
Türkiye özelinde bu yansıtım (projeksiyon) nasıl çerçevelenebilir?
Siyasal İslamcılığı, bölgede hedeflenen yeşil kuşak projesini, dinler arası diyalog maskeli Fethullahçılığı, gözle görülür şekilde mezhepçiliği, etnikçiliği ve kendini radikal demokrasi görüşü üzerinden akademik jargona büründürmeye çalışan tüm bölücü unsurları bu kavramların merceği altında incelemek mantıklı olacaktır.
Bahsedilen çatışmaların muhtemel senaryolarına kısa parantezler açacak olursak: siyasal İslamcılık ve mezhepçilik bölgede bulunan çok farklı din anlayışları arasında husumet çıkarabilecek ve din motivasyonu ile kendi aralarında onları savaşa götürebilecektir. Sonucu din anlayışı farklılığında bölünmedir. Dönem dönem mezhepçi söylemlerin yandaş medya tarafından dillendirilmesi ve zaman zaman Ortadoğu’da bu söylem üzerinden hareket edilmesinin istenmesi somut durumlardır.
Etnik çatışmalar tıpkı mezhep çatışmaları gibi bölgede ulus olma hedefinde olan devletlerin parçalanarak zayıflatılmasını hedefler. Etnikçilik bölgede bir süredir radikal demokrasi görüşünün uzantısı olarak silahlı terör örgütleri yoluyla yıldırma politikasını gütmektedir. Etnik temelde bölünmüş hasım ve zayıf devletler kendilerine yetmeyen toprak parçalarını küreselcilik yoluyla açık pazar yapabilecektir. Somut durum olarak HDP radikal demokrasi savunuculuğu ile siyasal, PKK ise terörist mücadele ile silahlı kanadını oluşturmaktadır.
Fethullahçılık dinler arası diyalog tezi ile bölünme sonrası düzenin kontrol edilebilir bir husumete dönüşmesinde etkin rol oynayabilecektir. Aynı dine mensup komşusunu öldüren insanların oluşturduğu farklı rejimler küresel dünyadan kopmadan güçsüz rejimlerini koruma hedefinde olmalıdır. Bu durum gümrükleri küresel dünyaya açık baskıcı rejime sahip devletlerin dinler arası diyalog yolu ile yeni minik devletlerin küreselciliğe bütünleşmesini sağlar.
Kısaca, bu sistem yoluyla bölgede birbiri ile hasım devletler oluşacak ve yönlendirilmeleri daha kolay, kendi kendilerine yetmeyen küçük toprak parçaları, güçsüz rejimler doğacaktır.
Küreselciliğin bu hedefine karşı koymanın yolu nedir?
Bölgede oluşacak güçsüz (gümrük duvarları sömürüye açık halde), sömürüye açık, yönlendirilmesi kolay (savaş gerektiğinde savaş barış gerektiğinde barış yapması sağlanan) rejimlerin panzehiri güncel değerler dizisinde (paradigm) seküler ulusçuluktur. Türkiye’nin karşı karşıya olduğu asimetrik savaşta çıkış yolu işte bu yüzden Kemalizm’dir.
Yaklaşık 100 yıl önce, sömürü düzenin paylaşım savaşında emperyalizme tokat vuran muzafferler yeni bir emperyalist akına dur diyecek bir ilkeler bütününe sahiptir ve Mustafa Kemal’in ilkeleri hala günceldir.
Etnikçiliğin panzehiri birlikte omuz omuza savaşmış bu topraklardaki her kavmi mülkün ve temeli olan hukukun önünde eşit gören, herkese aynı hakkı tanıyan ulusçuluktur!
Mezhepçiliğin panzehiri bölgede çok farklılık gösteren din anlayışların ve mezheplerin, mensupların eşit yurttaşlık temelinde özümsenmesini hedefleyen; tüm bu farklılıkları bir arada yaşatabilecek olan sekülerizmdir.
Tüm bunlar olup biterken kalkıp Mustafa Kemal Atatürk heykellerini meydan okurcasına kaldırmak aptallıktır. Aptallık değilse bölge savaşlarında, milletin karşısında sömürücülerle birlikte saf tutmaktır, ihanettir. Rize ve El Bab arasında, 1080 kilometrelik uzaklığa rağmen, böylesine ciddi bir bağ vardır. Oryantalist bakış açısıyla bu coğrafyayı dizayn etmeye çalışan emperyalistlerin kaybetmesine neden olacak şey de bu bağdır.
Yıllarca laik ulusçu ideolojiyi savunan insanlara, orduya “Türkiye’nin demokratikleşmesini istemiyorsunuz”, “militaristsiniz, kan emicisi faşistsiniz” diyerek iftiralar attınız. Demokrasi mücahitleri(!) olarak darbe yapmaya kalktılar.
Hrant’ı öldürüp Hrant’ın katili diye insanlara iftira attınız. Tasfiyelerle her yere çöreklenip ortada devlet bırakmadılar.
Duyuyorum, şimdi de “heykelleri savunan putperestler” diye mırıldanıyorlar. Varsın şimdi de böyle iftira atsınlar. Herkes bu coğrafyada Mustafa Kemal’in birkaç kilo taştan yapılmış heykel olmadığını; mazlum her millet için bir bağımsızlık fikri olduğunu biliyor.
İşin en cilveli tarafı da bu topraklarda Mustafa Kemallerin yenilmez olduğunu biliyor olmaları. Fethullahçılar darbeye girişirken de iftiralar attıkları Mustafa Kemal’in arkasına sığınmak zorunda kaldı; reklam arası diyerek cumhuriyeti küçümseyen, hayal görenler de hakaret ettikleri Mustafa Kemal’e darbeyi bertaraf etmek için sarılmak zorunda kaldı.
Sözün özü; içinde bulunduğumuz koşulu tespit edemeden bu yangını söndüremeyiz. Savaşın tarafları bellidir. Daha önce muzaffer olanlarla birlikte, milletin yanında bağımsızlık savaşı vermek bir seçimdir. Saray savaşı diyerek emperyalizme örtülü destek olmak başka bir seçim. Yangının kaynağını söndürecek fikirlere savaş açıp yangına bilerek ya da bilmeyerek destek olmak da bambaşka bir seçim.