Derler ki bir tiyatro sahnesi hayatın aynasıdır. Aslında bir bakıma haklı olduklarını düşünüyorum bu benzetmeyi yapanların. Sanatın amacı bu değil midir zaten? Geçmişten günümüze insanlar kendilerini ifade edebilmek adına düşüncelerinin ve duygularının aynı paydada birleştiğini görmek için sanata başvurmuştur. Çünkü insan, dünyada yalnız olmadığını bilmenin arayışı içindedir. Bu bakımdan insanın hissettiklerini somutlaştırmasının en etkili yollarından biri olan tiyatro ortaya çıkmıştır. Her ne kadar klişe olsa da affınıza sığınarak bu cümleyi kuracağım: “İnsanı, insana, insanla” anlatan tiyatro hayatta sorunları, sevinci ve mutluluğu aktarmak için çok uzun yıllardır başvurulan bir yöntemdir. Çoğu insan tarafından basite indirgenen ve yok sayılan milyonlarca tiyatro metni bir gün sahnelenmek ve derdini anlatmak için bekler.
Hatta derler ki tiyatro büyülü bir yolculuktur. Bir tiyatro metnini her okuyuşunuzda başka bir ortak nokta bulabilir, her izleyişinizde başka bir sahneye vurulabilirsiniz. Devlet tiyatrolarının broşürlerinin ilk sayfasında yazan şu cümle ne demek istediğimi açıklayacaktır: “Suya yazılan yazıdır tiyatro.” Tiyatroyu bu kadar doğru tanımlayan başka bir cümle bulamazdım sanırım. Tekrar yoktur tiyatroda ve sanırım onu gerçek ve etkileyici kılan büyü de budur. Hayatın yaptığı gibi zamanın ve anın değerini öğretebilen bu sanat, perde açılıp kapandığında sizi kendinizle baş başa bırakan bir rüyadır. Ne var ki bu rüya yalnızca koltuklarda oturan ve kendini oyuna bırakan izleyici için değildir. İki perdelik bir tiyatro oyununun arkasında belki beş ay, belki de bir yıllık bir çalışma süreci yatar. Hatta onun öncesinde de belki de yüzlerce yıldır bekleyen bir hikaye ve bir yazarın hayalleri vardır. Örneğin, Shakespeare’in neredeyse dört yüz yıl önce yazdığı eserler bugün günümüzde dünyanın her yerinde binlerce yorumla oynanıyorsa ve bu yorumların her sergilenişinde en azından bir insan bir saniyeliğine kendini Shakespeare’in dünyasında buluyorsa, işte bu tiyatroyu büyülü bir yolculuk olarak nitelendirmemi açıklayacaktır. Zaman zaman içine düştüğümüz yalnızlığa ve hislerimize ortak aradığımız zamanlara dayanak olan tiyatro işte bu nedenlerden hayatın ta kendisiymiş. Hatta Shakespeare de söylemiş bunu:
Tümüyle bir sahnedir yaşam;
Erkeklerle kadınlarsa, hepsi birer oyuncu;
Biri çıkar, öteki girer ve her biri,
Kendine düşen sürede pek çok rol oynar;
İnsanın yedi dönemi yedi perde eder.
Bütün bunlara inanıyorum inanmasına ama bana daha anlamlı gelen şeyler var birkaç yıldır. Amatör tiyatroda naçizane profesyonelleştiğim şu beş yılda öğrendiklerime dayanarak söylüyorum ki tümüyle bir sahne arkası bu yaşam. En azından benim yaşamdan anladığım şeyle çok örtüşüyor kulisteki telaş. En azından amatör tiyatrolarda gösterdiğimiz emek ile ortak bir paydası var bu hayattaki çabalarımın. Bu yüzden bu yazıda size biraz bu işin sahne arkasından bahsetmek istiyorum. Çünkü biliyorum birçoğunuz tiyatroyu seviyor ve sahne tozunu yutmak istiyorsunuz. Belki de bunun için geç olduğunu düşünüyorsunuz ama inanın değil. İnanın hayat sahnede olduğundan daha yavaş ve planlı ilerliyor.
Çoğu tiyatro grubunda birebir aynı şekilde ilerlemese de bir oyuna hazırlık oyunun reji tarafından belirlenmesi ve cast oluşumuyla başlar. Okuma provalarıyla oyunla tanışılır. Dramaturgi ile oyunun anlatmak istedikleri en ince detayına kadar incelenir. Ezberler yapılır ve mizansen ile alınır artık provalar. Bu sadece kısa ve kabataslak bir özeti ancak benim anlatmak istediğim bunlardan çok daha başka. Benim anlatmak istediğim perde arasından seyircileri gözlerken kalbimden gelen gümbürtü, ışıklar gözümü kör edercesine oyalarken içimde beliriveren cesaret tohumları, kostüm provasında sabahlarken içtiğim beşinci kahvenin anlamsız lezzeti. Bunlar tiyatro denince benim aklıma gelenler. Ufak gibi görünse de tiyatroya lezzetini veren detaylar… Sahne arkası dokunuşları… İşte aynı zamanda bunlar benim hayattan anladıklarım. Başkalarına kendi sahnelerimizde oynadığımız oyun ve büründüğümüz roller değil de hayatımın sahne arkasında beni heyecanlandıran küçük anlar. “Ben” olarak tanıttığım kişiyi başkalarına sunmadan önce “ben” in kostüm provasında başına gelenlerden oluşuyor aldığım nefesin değeri. Size de tavsiye ederim. Çünkü emin olun ben ne seyirci koltuğunda oturmayı seviyorum bu yaşamın ne de sahnesinin tam ortasında dikilmeyi. En çok sahne arkasında yaşadıklarımı bırakıyorum yanıma kâr diye.
Seyirciler yerini aldı, perde çoktan açıldı ve sahne tozunu yuttuk bir kere. Şimdi yaptığımız hatalar da oyuna dahil, doğaçlamalar da. Sanırım önemli olan oyunun tadını çıkarmak.