Gerçek hikayelerden uyarlanan filmlere ve kitaplara alışkınız. Hatta genelde kitabın kapağını açtığımızda “gerçek olaylardan uyarlanmıştır,” tarzı bir yazı görmek, kitaba daldıkça sonunu öğrenmeye yönelik olan arzumuzu kamçılar. Ancak bir kitabın hikayesinin gerçeğe dönüştürülmesine daha önce hiç rastlamamıştım. Ta ki Orhan Pamuk tarafından en ince ayrıntısına kadar düşünülerek hazırlanan ve yaklaşık bir sene önce bir çırpıda okuduğum Masumiyet Müzesi’nin bizzat içinde bulunana dek. Şunu da belirtmek gerek, kitap gerçek bir hikayeden değil ama müze tamamen hayal gücünden yola çıkarak yaratılmış.
Roman, Kemal adlı ana karakter ile Füsun adlı uzak bir akrabası arasında geçen aşkı konu ediniyor. Ancak bu aşk, öyle kolay bir aşk değil çünkü Kemal nişanlı ve bu bahsi geçen sevgili de henüz on sekiz yaşında. Aralarındaki yaş farkı, mahalledekilerin ne diyeceği endişesi ve bir de nişanlı problemi söz konusu olunca romanda aşk adına yüzlerin pek gülmeyeceğinin anlaşılması da zor değil. Ancak Kemal Füsun’a öyle âşık ki, elinin değdiği, Kemal’in evinde unuttuğu, giydiği ve hatta bazen sadece bahsettiği şeylerin tamamını biriktirip bir koleksiyon haline getiriyor. Füsun’un dudaklarının değdiği her sigara dalı koleksiyonda yerini alıyor; ucunda kırmızı ruj izleri ve altında tarihleri ile. Füsun’un tokaları, ayakkabıları, sürücü ehliyeti ve hatta ehliyet sınavına hazırlanırken giydiği elbiseyi bile saklıyor. Füsun’un ailesinin evine olan ziyaretlerinde biraz el çabukluğu ve biraz da aşkın verdiği cesaretle topladığı bu parçaları daha sonraları Füsun’ların yaşadığı evde sergilemeye başlıyor Ve mutsuz biten aşklarından geriye kalan şey olan masumiyet gibi, müzenin adı da “Masumiyet Müzesi” oluverir.
Bu müzeyi özel kılan, aslında yaşamamış insanların yaşanmamış hikayelerini size gerçekmişçesine hissettirmesi. Girişte sizi Füsun’dan kalan 4213 tane izmarit karşılıyor. Bunların hepsinin altına el yazısıyla ve özenle hangi tarihlerde içildikleri, hangi duygular eşliğinde söndürüldükleri yazılmış. Bazısının ucunda Füsun’un hep sürdüğü kırmızı rujun izleri var, bazıları yarıda kalmış, bazılarıysa kim bilir ne dertlerle sonuna dek içilip bırakılmış. Bunu bu kadar değişik kılan ise, Füsun adlı var olmayan bir karakterin bunları gerçekten içtiğine Orhan Pamuk tarafından inandırılmanız. Müzenin geri kalanında da, romanın geçtiği 1970’ler İstanbulundan parçalar, kutular içinde sizi beklemekte. Tabi her kutunun da bir hikayesi var, hem de Orhan Pamuk’un kendi ağzından. İlk çıkan meyveli gazoz Meltem Gazozu şişelerinden, o yıllarda kadınların giydiği ve romanda da Füsun tarafından giyilen ayakkabılara, eski İstanbul haritalarından Kemal’in babasının askerlik fotoğraflarına kadar, romanın içinde geçen her olayın ete kemiğe bürünmüş hali kutuların içinde. Bazısında Füsun’u düşünerek sabahlayan Kemal’in rakı bardakları ve o gece İstanbul’u nasıl gördüğünü anlatan fotoğraflar var, kimisinde de kalın bir perde ve altında bu kutunun içini dolduracak nesnelerin daha var olmadığına dair bir yazı. Bu nesnelerin bulunmama nedeni sadece Orhan Pamuk’un bunları oraya yerleştirmemiş olması değil, Füsun’un ölümünden sonra Kemal’in ruhunun da tıpkı bunlar gibi perdelerle kararması. En üst katta ise Kemal’in hayatının geri kalanını kendi deyimiyle “mutlu” geçirdiği yatak odası bulunmakta. Elbette Orhan Pamuk’un da el yazısı ile yazdığı nüshaları bu katta bulmak mümkün.
Müzeye dair en ilginç şeylerden biri de duvarlardaki boş sürgüler. Aslında her ne kadar 1970’lere ışınlanmışsınız gibi hissettirse ve sizi içine çekse de burası bir müze ve bilmediğiniz şeylere dokunmasanız daha iyi olur. Ancak biraz meraklı bir insan olduğum için, bu sürgülerin içini açıp bakma gereği duydum ve gördüm ki benden başka meraklılar da varmış! Hem de bu insanlar bu sürgülerin içine kendilerine ait eşyalar bırakmışlar. Kimisi kartvizitini, kimisi saç tokasını, kimisi üzerine yazdığı bir parça kağıdı… Hatta kitabı beraber okuyup sonrasında evlendiklerini söyleyen bir çiftin yazdıkları bile bu sürgülerin içindeydi. Kısacası herkes Masumiyet Müzesi’ne benliklerinin en masum parçalarını bırakıp gitmiş. Ya da belki oraya bıraktıkları şeylerin o ortam içinde masumiyet kazanacağına inanıp yaptılar bunları. Nedeni her ne olursa olsun, ilk defa bir müzenin içindeki eşyalarla, yaratılan bir hikayeyle ve bunu okuyup o satırlarda yazanları hisseden insanlarla beraber nefes alıp verdiğine şahit oldum.
Kitap okumayı seven herkesin yapması gereken, önce Masumiyet Müzesi’ni zihninde yaşamak, ardından da müzenin kapılarını aralayıp hayallerine adım atmak. Küçücük kutulardaki eşyalara bakıp hüzünleneceğimi, hem de varolmayan bir hikaye için göz yaşı dökeceğimi hiç tahmin etmezdim. Ancak sanırım Masumiyet Müzesi’nin asıl amaçlarından biri de bu. Eşyaları ve onlara sinen hatıraları bize tekrar tekrar yaşatmak.
Olur da yolunuz düşerse, siz de bu var olmayan karakterler için gözyaşı dökün. Bir de benim gibi meraklı olup müzenin sürgülerine kendinizden bir şeyler bırakın. Elbette hep masum kalmaları dileğiyle…
Kaynaklar:
Masumiyet Müzesi, Orhan Pamuk, İletişim Yayınları, 2008, İstanbul.