Uzun zamandır hissetmediğim bir duyguyla kitabın son sayfasını çevirdim. Bu duygu, sanki yıllardır uğramamıştı yanıma. Masumiyetin ezik fakat haklı duygusuyla hatırladım içimi kaplayan bu şeyi. Üzülmüş gibiydim ama içim gururla doluydu. Çünkü ne yazık ki ben de bir haksızlığa uğradığımda, sesimi çıkaramaz ve durumu o anki şekliyle kabullenmeye çalışırdım. Fakat bunu pek de uzun sürdüremezdim ve içimdeki adalet duygusu, yüzyıllardır patlamayı bekleyen bir volkan gibi açığa çıkardı. İşte bu güçlü duyguyu yeniden hissettiğimde, fark ettim ki bu kitapta bana benzeyen birileri var. Okuduğum her satırda, yaşanan her şey, sanki bana bağlı olarak gerçekleşmişti. Aynı düşünmüştük.

Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un bozkır hikayeleri, bozkır soğuğuna rağmen sıcak geldi bana hep. Yazarın 1970 yılında yayınlanan bu romanında da sanki başkarakter ve dedesinin sıcacık kalpleri ısıtmıştı koca bozkırı. Dünyadaki kötülükler de erimişti bu sıcaklıkla. Fakat ne yazık ki, bu romanda her şey toz pembe olmuyor. Okuduğum satırların birçoğunda öfkelendim. Çünkü bu dünya güçsüzün ezildiği, hakkını aramasına izin verilmediği ve mümkün olduğunca sömürüldüğü bir yer. Ve bunu yapmaya muhtaç bırakılan insanlar; haklarını arayacak durumu bırakın, insan yaşamına uygun şartları bile zor buluyorlar. Üstelik yalnızca kendini güçlü kabul eden insanların, daha da güçlü olma hırsları yüzünden yaşanıyor tüm bunlar. Bu insanların kendilerine göre tanımladıkları güç; para, statü ya da yalnızca bir başkasına yaranma isteği olabilir. Onlara bu gücü -her ne anlama geliyorsa- kazandıran insanlara, yapabileceklerinden daha fazla iş yaptırıp karşılığını hak ettiklerinden daha az verme düzeni, bu uçsuz bucaksız bozkırda bile yaşamış. Tıpkı bizim dünyamızdaki gibi adaletsiz bir düzen orada da kurulmuş. Bunu bilmek bana o kadar çaresiz hissettirdi ki, kendimi sürekli: “Ben onların yerinde olsam elimden bir şey gelir miydi?” diye düşünürken buldum. Ama insanlar kendilerine verilecek olan azıcık şeylere o kadar muhtaç bırakılıyorlar ki, bu güçsüz ve ihtiyar karakter ben olsaydım eğer, ben de ulaşmaya çalıştığım emeller -ne kadar küçük olursa olsun- doğrultusunda karın tokluğuna ya da birkaç kuruş paraya da olsa çalışırdım. “Elimden geleni yaptım.” diyebilmek için.

Bu karakterin çaresizliğinden bahsetmek yerine, asıl değinmek istediğim ve beni dalgalı bir denizde yönümü bulmak için çırpınıyormuşum gibi hissettiren şey, hiç suçu olmayan bu adama zulmedilmesi ve etrafındaki onca kişinin bu duruma göz yummasıydı. Bu durum, bana o kadar gerçek hissettirdi ki, yeni bir dünya kurmak istedim. Asıl gerçek, ne yazık ki, insanların zalimi güçlü sanma yanılgısı içerisinde hareket etmesidir. Güçlünün yanında olarak bir şeyler kazanırlar belki ama, bunu yaparken de bilerek ya da bilmeyerek bir başkasının hayatını karartırlar. Çünkü insanların statüleri, onların en önemli güvenceleri. Bu güvenceyi kazanmak için de, hem kendilerine hem de başkalarına haksızlık ederler. Fakat bir gün bu güvencelerini kaybedebilecekleri akıllarının ucundan bile geçmez, eminim. Onlar sadece, suçsuz ama güçsüz birinin ezilmesine ses çıkarmadıklarıyla kalırlar.

Son ve en önemli olarak, bu romanın en iyi, en umut dolu özelliği başkarakterin masumiyet ve umudu temsil etmesiydi. Zor durumlarla sadece hayal kurarak başa çıkmaya çalışan bu çocuk, bu işi o kadar güzel yapmıştı ki neredeyse hiç hayal kurmadığımı fark ettim. Ona özendim. Umut dolu bu karakterimiz, bu dünyada kötülerin ve kötülüklerin yanı başımızda olduğunu ama bazen de bu kötü durumları değiştirmek için elimizden bir şey gelmeyebileceğini, fakat yine de bir çocuğun hayal gücü sayesinde bambaşka bir hal almasını en masum şekilde aktardı bize. İçindeki saf sevgi herkese yeterdi. Bu kitabı bana son satırına kadar okutan da buydu. Bu kadar kötülüğün içinde sevgiyle, umutla atan bir kalp bana çok daha fazla şey yaptırabilirdi.

İyilik, kötülük, umut, hayal gücü, sabır ve daha birçok değerle karşılaştığım bu kitap, bana unutmuş olduğum birçok şeyi hatırlattı. Uzun zamandır ilk kez kendimi vererek okuduğumdan da olabilir. Ama bu kitapta sanki bunu yapmamı sağlayacak bir şey vardı. Bu tamamen benim meselem değil gibiydi. Beni alıp götürdü bu kitap. Son satırına kadar duygudan duyguya gezdim okurken. Uzun tasvirler beni oraya götürdü sanki. Hiç gitmediğim bir yere gitmiş, hiç tanımadığım insanların evinde kalmış ve çok da iyi dost olmuşum gibiydi. Heyecanlıydım. Şimdi ise geri döndüm. Üzülerek.

Kaynakça:

Aytmatov, Cengiz. Beyaz Gemi. İstanbul: Ötüken Kitabevi, 2016.

Leave a Reply