“Fotoğrafın da hümanisti mi olurmuş canım?” diye düşününmeyin: 1908 yılında Fransa’nın Chanteloup şehrinde doğan yetenekli sanatçı Henri Cartier-Bresson’a göre olur, hatta olmalıdır. Fotoğrafın sanat olup olmadığı konusunda tartışmalar hali hazırda sürerken Cartier-Bresson fotoğrafın sanatsallığından çok toplumsallığıyla ilgileniyor. Yine de çekmiş olduğu yüzlerce fotoğraftan yalnızca yirmi tanesinin iyi kabul edilebileceğini söyleyen bu başarılı sanatçı, sanatının toplumsallığı konusunda da aynı şekilde bir tevazu sergileyip, aslında çekmiş olduğu fotoğrafların sanatsal değerine haksızlık ediyor.
Henri Cartier-Bresson, Candid fotoğrafçılık şeklinde isimlendirilen bir fotoğraf tekniğinin ustası kabul ediliyor. Candid fotoğrafçılık, fotoğraf için hiçbir hazırlık yapılmadan (poz vermek, ışık ayarı vs.) anlık fotoğraf çekimi şeklinde tanımlanabilir. Bu yöntem, özellikle fotoğraf camiasında fazla rağbet görmemekle birlikte, kimi sanatçılar tarafından yapılan eleştirilere göre sanat ile fazla bağdaşmayan bir noktada duruyor. Sebebi ise oldukça basit: Sanatın estetik ile ilişiği. Sanat ile estetiğin içkinliği tabusunun eleştirisi ise, kendine başka bir yazıda yer edinecek kadar uzun bir konu. Cartier-Bresson, aynı zamanda “Sokak fotoğrafçılığı”nın da öncülüğünü yapıyor. Sanatçının bu noktalarını birleştirdiğimiz zaman, “Fotoğraf hiçbir şeydir, beni ilgilendiren hayatın kendisi” sözünü çok daha net anlayabiliyoruz.
Yazının girişinde sözünü etmiş olduğum “Hümanist fotoğraf olur, hatta olmalıdır” noktası ise, Cartier-Bresson’un içinde bulunmuş olduğu yılların da etkisiyle, Avrupa’nın yaşıyor olduğu karanlık ortam neticesinde ortaya çıkan akımlar gibi, sanatın dayatılan anlamının sorgulanıyor oluşundan ileri geliyor. Demek istediğim, Cartier-Bresson her ne kadar sanatını toplumcu bir noktaya da konumlansa, eserlerinin sanatsallığının yadsınamaz oluşu aslında toplumculuk ile sanatsallığın ne kadar iç içe geçmiş olduğunu gözler önüne seriyor. Cartier-Bresson’un fotoğrafçılığında, mesele ortaya konan işin estetiğinden ziyade, manası. Yine de bu, eserlerinin estetik olmadığı anlamına gelmiyor, yalnızca kaygı konusunda toplumsallığı çok daha ön plana koymuş olduğunu gösteriyor. Bu noktada, başarılı bir Magnum Fotoğrafçısı (bu noktaya ileride, belki de başka bir yazıda değineceğim) ve Cartier-Bresson iyi bir dostu olan Robert Capa’nın ona: “Sürrealist sanatçı etiketinden vazgeç. Bir fotomuhabir ol. Aksi halde değerlerle boğuşur kalırsın. Yine de sürrealizmi kalbinin küçük bir noktasında tutmaya devam et azizim, oyalanma ve hareket geç!” demesi üzerine Cartier-Bresson bu tavsiyenin vizyonunu oldukça genişletmiş olduğunu dile getirmiştir.
Sanatçı, her eserinin en ufak ayrıntısına kadar, hayatından ve hayat görüşünden kaygıları işler. Cartier-Bresson’un eserlerinde ise, hayatından enstantaneleri okumak çok da zor değildir. Şöyle ki Cartier-Bresson, 1940 yılında Alman işgalı sırasında bir savaş tutuklusu olarak toplama kampına gönderilir. 1943 yılında ancak üçüncü denemesinde başarılı olarak kaçar, ardından savaş tutuklularını kurtarmak adına bir yeraltı organizasyonunda görev alma
ya başlar. 1945’te ise, Paris’in kurtuluşunu fotoğraflamak için çaba sarf eder. Sanat ile bağlantısı ilk gençlik yıllarında görsel sanatların resim kolu ile sınırlı olan Cartier-Bresson, gerek dostu Capa’nın yukarıda bahsetmiş olduğum tavsiyesi, gerekse sosyal olgularla birlikte toplumcu-hümanist fotoğrafçılık ile fotoğraf çekmenin, daha doğr-
usu “fotomuhabirlik yapmanın” doğru olduğuna inanmaya başlar. Robert Capa, Gerda Taro, David Seymour gibi benzer sanat ve fotoğraf kaygılarılarına sahip sanatçılarla beraber kurmuş olduğu Magnum isimli fotoğraf grubu, bu anlayış doğrultusunda eser vermekte olan insanların sistematikleştirdiği bir oluşumdur.
Böylelikle, Cartier-Bresson öncüliğinde yükselen ve fotoğrafın yalnızca kadraja yansıyandan ibaret olmadığını, bir ideoloji, bir dünya görüşü taşıyabileceğini açıklayan hümanist fotoğrafçılık ve anlık fotoğraf tekniğini esas alan candid fotoğrafçılık fikirlerini elimden geldiğince özetlemiş oluyorum. Bahsettiğim fakat yeteri kadar değinemediğim Magnum Fotoğrafçılık gibi konulardan ise ileriki yazılarımda bahsetmek istiyorum.
Meraklısı İçin Notlar:
1. Cartier-Bresson’un fotoğrafları kısa bir süre için İstanbul Pera Müzesi‘nde sergilenmiştir
2.Yakın zamanda yitirdiğimiz fotoğraf sanatçımız Ara Güler’in sokak ve hümanist fotoğraf anlayışı Magnum Fotoğrafcılığından özellikle de Cartier-Bresson’dan ileri gelmektedir.
3.Magnum Fotoğrafcısı Robert Capa ve Gerda Taro’nun melodramatik öyküsü alternatif rock grubu Alt-J’in Taro isimli şarkısında işlenmektedir.