Cuba and the Cameraman, Küba’nın Fidel Castro döneminde geçirdiği değişimleri anlatır. Yapımcısı Jon Alpert bu değişimleri Küba’ya ilk gidişinde tanıştığı insanlar üzerinden aktarır seyirciye. Yetmişlerdeki ziyaretinden bu yana zaman zaman oraya gidip tanışıp arkadaş olduğu insanlara odaklanır ve Fidel bunlardan birisidir diyebiliriz. Hatta Fidel bir Amerikan gazeteci ile ilk röportajını Jon Alpert’la yapmıştır.

Bu belgesel farklı sosyoekonomik düzeyde olan Kübalıların devrim süresince neler yaşadıklarını, kimleri desteklediklerini ve kendi amaçları uğruna çalışırken nelerden vazgeçmek zorunda kaldıklarını bir zaman çizelgesi halinde inceler.

Fidel’in nasıl halkın güvenini kazanışı, vatandaşların bir bölümünden çektiği tepkiler, Amerikan ambargosunun etkileri, 125 bin vatandaşın Küba’yı terk ettiği Mariel-Tekne göçü, Sovyetler birliğinin yıkılışıyla kesilen yardımın etkileri bu belgeselle insanların üzerinden yakinen takip edilebiliyor.

 

Jon, hemşire olmak isteyen ve azimli bir çocukla tanışır ve bir diğer gelişinde onu iki çocukla evinde hemşire olamamış bir şekilde bulur. Sonrakinde Küba’da bulamaz bile ve onun hayat çizgisini çocuklarından devam ettirir.

Jon, şehrin kendi yaşadığı taraflarını tanıtan bir adamla tanışır ve sonraki gelişinde onun hapishaneye girdiğini öğrenir. Bir sonraki gelişindeyse düzenli bir maaş ve düzgün bir yaşam ortamında bulur onu. Adam gayelerinden bahseder ve Jon bir sonraki gelişinde amaçlarına ulaşmış bir adam bulur karşısında.

 

Jon, çiftçi üç kardeş ve onların kız kardeşiyle tanışır. Bu ailenin durumu bir sonraki gelişlerinde daha stabil olsa da yavaş yavaş her şeyleri çalınır ve en son gelişinde Jon, onları bulamaz bu dünyadan göçüp gitmişlerdir. Zaten belgesel de Fidel’in vefatıyla son bulur. Jon, son kez seyircilerine Kübalıların ona nasıl veda ettiklerini gösterir ve biter.

 

Belgeselin onlarca yıldızı olmasına rağmen bence en gözdesi yapımcısı Jon. Jon’un diyalogları ve hitabeti oldukça samimi. Oradaki insanlara elinden geldiğince yardımcı oluyor. Fidel’le konuşma şekli özellikle ilgi çekici. Yine samimiyeti elden bırakmıyor ve Fidel de ona aynı şekilde karşılık veriyor. Sovyetler Birliğinin çöküşüne kadar oldukça doğal ve içten bir ilişkileri oluyor fakat gelen yardımın kesilmesi ve Amerikan ambargosu birleşince ekonomik sıkıntılar gün yüzüne çıkıyor, Fidel’in de yaşlanmasıyla Jon ile ilişkilerinin o samimiyeti kaybettiği görülüyor. Amerika’yla bir problemi olmadığını söyleyen, İngilizce kitaplar okuyarak dilini geliştirmeyi hedefleyen Fidel bildiği İngilizce’yi bile unutuyor. Ülkelerarası politik ayrışmalara rağmen Jon, Fidel’i hasta yatağında ziyaret ettiğinde Fidel onu yine samimiyetle karşılıyor ve oradan video aktarılamasa da fotoğraflardan vedalarının içtenliği görülüyor. Jon zaten Küba’da tanıştığı herkese içten yaklaşıyor. İletişim yeteneğinin faydaları belgesele de yansıyor ve ortaya çok başarılı bir yapım çıkıyor.

“Fidel Castro, genç bir Amerikan gazeteci tarafından New York’ta otel yatağında röportaj yapılırken.”

 

 

Fragman

https://www.youtube.com/watch?v=lsZ8hDutkeM

Kaynakça

https://en.wikipedia.org/wiki/Cuba_and_the_Cameraman

http://arsiv.ntv.com.tr/news/99645.asp

Görsel Kaynaklar

https://peopleofonefire.com/cuba-and-the-cameraman-an-astonishing-five-decade-journey-through-the-rise-and-fall-of-a-police-state.html

http://www.beyazperde.com/filmler/film-257963/fotolar/detay/?cmediafile=21459658

https://halktv.com.tr/gundem/kuba-ve-kameraman-belgeselini-hazirlayan-alpert-halk-tvye-konustu-yarim-y-281794h

www.netflix.com

Leave a Reply

1 comment

  1. Anonim

    Yazın çok ilgi çekici olmuş Merak edip izledim hemen. Fidel dönemini merak edenler için çok güzel bir tavsiye, çok da güzel özetlemişsin.