Televizyon kanallarında sıkça gördüğümüz bir tartışmadır bu: iki cepheden aydın kabul edilen kişiler oturup olayı enine boyuna konuşurlar; ama ilk bir saatten sonra tartışma, reyting için dönen bir kavgaya dönmüştür. Üzücü bir şekilde, orada bilimi anlatmaya çalışan bilim insanları ve filozoflarımızın, zamanlarını boşa tükettiğini izleriz. Belki de en iyisi, bilim insanlarının bunlara hiç kalkışmayıp meydanı diğerlerine bırakıp televizyon ekranında kalanların kendi kendilerini tatmin etmelerine izin vermektir. Belki de… Ancak, insan ayağa kalkıp doğru bildiklerini söylemeden de edemiyor, haklı olarak; özellikle bilimle yakından ilgilenen bir kişiyseniz. Şimdi, ben de bu tartışmada, tüm yaratılış öykülerini ve genel bilimsel yargıları baz alarak iki tarafın da görüşlerini tarafsız bir şekilde sunarak yaşamın hikâyesini anlatacağım. Böylece en son kararı size bırakarak tartışmayı sonlandırmayı hedefliyorum. Bu yazıda tartışmamızın konusu evrenin oluşumu ve öncesi hakkında olacaktır.
[box_light]Evren’in Oluşumu ve Öncesi[/box_light]
Bu iki cephenin de anlattığı öykünün girişidir, aslına bakacak olursanız. Yaratılışçılığın sunduğu öykü, genel olarak her medeniyet ve topluluk için aynı kalıp ile başlar: Dünya yaratılmadan önce sadece büyük karanlık vardı ve o büyük karanlıkta, ‘Tek’(The One) ya da birden fazla kutsal varlık, zamandan ve uzaydan bağımsız olarak hüküm sürüyordu. Sonra o veya onlar, bildiğimiz üzere evreni yarattı. Monoteistik inançlarda evrenden önce tek bir tanrı vardır ve evrenin düzenini o kurar. Başlangıcı ve sonu yoktur. Çok tanrılı dinlerde, Evren’i oluşturan ögeler çoğunlukla insan vasıflarıyla karakterize edilmiştir. Örneğin, Hesiod’un anlattığı Yunan Mitolojisi’nde başlangıçta Kaos vardır ve ondan Gaia (yer) doğar ve kendi doğurduğu Uranüs (gökyüzü, cennet) ile birleşip geri kalan her şeyi yaratır. Oğulları Kronos, babasına olan öfkesinden onu annesi yerden ayırır ve bildiğimiz düzen oluşur. İskandinav Mitolojisi’nde ise Dünya’nın ve aslında Evren’in Yggdrasil (Dünya Ağacı) tarafından yükseltildiği kabul edilir. Tüm yaratılışçılık öykülerine bakacak olursak aslında Evren, Dünya ile neredeyse eş görülmektedir. Tabi buna şaşırmamak gerekir; çünkü yaratılış öykülerinin ortaya çıktığı dönemde bilim yoktu ve yıldırımlardan, tanrıların gazabı diye korkan insanların, çevrelerindeki dünyayı tüm gerçeklik olarak kabul edip ona göre bir sistem ortaya çıkarmaları gayet normaldi. Bu hiçbir zaman değişmedi diyebiliriz aslında: mitolojiden dinlere tüm inanç sistemlerinde Dünya, hep başrol oyuncusu olmuştur. Bunun yanı sıra yaratılış öykülerinin, kültürden kültüre de farklılık gösterdiği aşikârdır. Yani çoğu filozofun da dediği gibi doğru yaratılış öyküsü hakkında gerçek bilgiye ulaşılamaz; çünkü gerçek bilgi ya da kesin doğru, bu konu için görecelidir ve kesin bilgi, göreceli olmamalıdır. Baktığımızda, Arap Yarımadası’ndan doğan büyük dinler için Evren’i yaratan sonsuz güçlü tek bir tanrıdır. Bu, İskandinavya’da ise her şeyi gören Odin’in liderliğindeki Asgard tanrılarıyken Azteklerde ise dağdaki adam olduğunu görürüz. Aynı mantıkla, birinin çıkıp Evren’i, Uçan Spagetti Canavarı’nın ya da J.R.R. Tolkien’in Büyücü Gandalf’ının Tek Yüzük ile yarattığını söylemesine hiçbir şey diyemeyiz; çünkü yaratılış konsepti, çok göreceli bir bilgi sunmaktadır. Sonuçta, yaratılışçılığa göre bildiğimiz evren, genel olarak her şeye gücü yeten kozmik bir varlık ya da varlıkların istemesiyle, çok kısa bir sürede yaratıldı. Peki, bilim ne diyor? Bilim, öncelikle evrenin öncesini, şu an eldeki kanıtlara dayanarak bilemeyiz diyor; çünkü Evren’in oluşumu konusunda birçok araştırılması gereken olasılık var. Bizim evrenimizden önce bir evren olması ve mevcut olanın yok olup yerine yenisi gelebileceği olasılığı var ki bunun yanı sıra bizimkiyle eş zamanlı varlığını sürdüren paralel evrenler de olabilir. Aynı zamanda bunlara cep evrenler teorisini de eklediğimiz de işler, daha da karmaşık bir hâl alıyor. Bu açıdan bilim, yaratılışçılığa göre öncesi hakkında yetersiz kalıyor gibi görünüyor; ama bilim, sadece elinde kanıtladığı gerçeklerin limitiyle hareket etmek zorunda. Bu yüzden bu konuda tam bir tartışma yapılması olanaksız gibi görünmekte; çünkü daha önce bahsettiğim görecelik unsuru, büyük bir sorun yaratıyor. Evren’in oluşumu hakkında -en azından bizimki hakkında- bilim, Evren’in 13,7 milyar yıl önce Büyük Patlama (Big Bang) ile fitilinin ateşlendiğini bulmuştur. Yapılan birçok araştırma, hâlâ daha Büyük Patlama’yı kanıtlamaktadır. Örneğin, son araştırmalar, patlamanın olduğu sıfır noktasına saniyeler kala durumu ve enerjiyi bulmuştur. Bununla birlikte kuantum fiziği ve astrofizik araştırmaları, bize Evren’in sürekli genişlediğini göstermiş, kara madde ve kara enerji kavramlarını tanıtmıştır. Tüm bu görüşler, sürekli olarak yapılan bu araştırmalar yoluyla kanıtlanmaktadır. Daha yanlışlanabilir olduğu da gözlemlenmemiştir ki bu da yaratılış konusunda, bilimin sunduğu resme büyük bir artı olarak kabul edilebilir. Bilim aynı zamanda Evren’i, Dünya’dan çok ayrı bir konsept olarak işler ki bu da bilimi, olayı değerlendirirken dar bir alana kısılıp kalmaktan kurtarır. Kısacası bilim, sadece eldeki bulgulara ve bilimsel araştırmalara dayanarak salt gerçeği sunmaya çalışmakta ve bunu yaparken de tüm göreceli unsurlardan kaçınmaktadır. En son çıkan resimse, bize Evren’in hiçbir ruhsal müdahale olmadan sadece kendi itici gücü tarafından, bir sıfır anındaki enerji patlamasıyla oluştuğudur.
İki cephenin de sunumuna bakarken tarafsız olmak gerekirse, bilimin çizdiği resmin hem sunduğu kanıtların bolluğu ve sağlamlığı hem de göreceli olmaması açısından çok ama çok daha tatmin edici olduğu görülmektedir. Bir sonraki yazımız dünyanın oluşumu ve işleyişi hakkında olacaktır.
Kaynakça
http://www.ancient-literature.com/greece_hesiod_theogony.html
http://norse-mythology.org/cosmology/yggdrasil-and-the-well-of-urd/
http://www.space.com/52-the-expanding-universe-from-the-big-bang-to-today.html
http://hubblesite.org/reference_desk/faq/all.php.cat=cosmology