Söylenenleri anlamaya başladığımdan beri istikrarını koruyup hep gündemde kalmayı başaran bir konu var. Söz konusu ekonomi olunca üstelik birde Türkiye de iseniz bu çok zordur aslında.
Ekonomide ki büyüme, kalkınma, gelişmiş ülke, sanayileşme…
Bu kavramların hepsi birbirini doğurur aslında ve herkesin de dilindedir. En küçük esnaftan ünlü ekonomistlere kadar herkes Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olduğunu ve büyüyen bir ekonomiye sahip olduğunu bilir. Fakat yıllardır gelişmekte olan ülke sınıflandırmasında yer alan biz, ne zaman bu bayrağı başkasına devredip bir üst kura çıkabileceğiz. Bu bilinmez. Buna kimin neye göre karar verdiği ise karanlık bir kuyu. Şimdi bu kuyuyu biraz aydınlatmaya çalışalım.
‘Gelişmekte Olan Ülke’
Eskiden, geri ülkeler denirdi sonrasında az gelişmiş ülkeler terimi tercih edildi. Fakat bu terimlerin hepsi çok katı ve durağanlık ifade ediyordu ve her şeyin kılıfına uydurulduğu bu dünya da çok hoş karşılanmadı. Ünlü iktisatçı Gunnar Nyrba’ın da dediği gibi ‘terimlerle politika yapalım’ dedik bizlerde. Ve birden bire dilden dile dolaşır hale geldi. Aslında isme karar vermek kadar bu sıfatı belirlemekte oldukça meşakkatli bir iş. Üstelik kimi zaman herkes tarafından tanınmıyor bu sonuçlar. Çünkü gelişmişlik zaman zaman izafi bir kavramdır. Dünya Bankası gibi bazı kurumlar bu sınıflandırmayı yapabilmek için sıkı rakamsal kurallar uygularlar.
Bu kurallar ve kriterler neler?
Ülkelerin gelişmişlik düzeyleri, farklı şekillerde ölçülebilir. Gelişmeyi tek bir ölçütle ifade etmek, ülkelerin ekonomik, sosyal ve siyasal yapılarında ki farklılıklar nedeniyle oldukça zordur. Kişi başına düşen milli gelir, hesaplamada kullanılan ölçütlerin başında gelir. Bunun yanı sıra sağlık ve eğitime ait bir takım göstergeler ( okullaşma oranları, kişi başına düşen doktor vb) de ölçüt olarak kullanılmaktadır.
1970 yılından önce kalkınma ve gelişme büyük ölçüde ulusal gelirdeki artışla eşit görülmekteydi. Kalkınmada ki temel amaç, üretim ve istihdam yapısını, tarım yerine sanayi ve hizmet sektörlerinde arttırma olmuştur. Ülke refahındaki değişimlerin temel göstergesi olarak ise ‘kişi başına düşen mili gelir’ ölçütü kullanılmıştır. Ancak 1970 yılından sonra gelişme, ekonomik büyüme kalıbını aşmış ve bunun yanında insan; kültürel, sosyal ve çevresel boyutlarıyla da ele alınmaya başlanmıştır. Ekonomik açıdan kalkınmış olan birçok ülkenin, sosyal sorunlarını çözememesi üzerine insani gelişmenin önemi ve büyümeye etkisi ortaya çıkmıştır.
Eee.. ne de olsa ‘para her şey demek değildir.’
Bu doğrultu da ülkeler arası sosyoekomik gelişmişlik düzeylerinin de ortaya konulduğu İnsani Gelişme Endeksi (İGE ), Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından 1990 yılında ‘İnsani Gelişme Raporu (İGR)’ ile yayınlanmaya başlamıştır. Bu rapor insanların sahip olması gereken temel unsurlara göre şekillenmektedir. Uzun ve sağlıklı yaşam, öz saygınlık, siyasi özgürlük, bilgi edinme…
Gelişmiş ülke, gelişmekte olan ülke; gibi kavramlara geçmişten bugüne nasıl karar verildiğini gördük, anlamaya çalıştık fakat ben buna biraz da farklı bir pencereden bakmamız gerekir diyorum.
Birleşmiş Milletlerin, Dünya Sürdürülebilir Kalkınma Zirvesinde ele alınan yoksulluk ve sağlık konuları hakkında ki raporuna değinmeden edemeyeceğim. Bu sözde gelişmekte olan ülkelerde 4.6 milyar insanın;
800 milyonu yeterli gıda alamıyor.
850 milyonu okuryazar değil.
1 milyarı temiz su ne bilmiyor.
2.4 milyar kişi temel sağlık hizmeti alamıyor.
Bu sözde ülkelerimizde her yıl beş yaşından küçük 11 milyon çocuk ölüyor.
1960-2004 yılları arasında milli gelirlerdeki farklılık unutulmayacak kadar büyük. Gelişmiş ülkelerde 6448 dolardan 14.475 dolara çıkarken; gelişmekte olan ülkelerde 247 dolardan 254 dolara çıkmıştır.
Enerji tüketimi sanayileşmiş ülkelerde 2004 yılında kişi başına 5600 lt iken gelişmekte olan ülkelerde 700 lt
Liste bu şekilde uzayıp giderken düşünmeden sorular sormadan edemiyor tabi insan. Ya da uzun zamandır sorduğumuz bir sorunun cevabı gözlerimizin önüne seriliyor tüm çıplaklığı ve acımasızlığıyla.
Türkiye neden yıllardır gelişmekte olan ülkeler arasında yer alıyor?
Cevap da gördüğünüz gibi çok basit ve net. Boş hayallerini, vaatlerini dinlediğimiz kişilerin aksine, sayısal veriler ve geçen yıllar her şeyi açıklamaya yetiyor. Gerçekler gün gibi ortada. Şimdi ise tek yapılması gereken, bu gerçekleri görmek ve kabul etmek. Peki herkes bunu yapmaya hazırmı?…
Oktay Çetin
Geleceğin ekonomisti ve siyaset bilimcisi olacaksın, bu yazınıda çok beğendim. Tebrikler
Gizem Çetin
Tesekkur ederim amcacım begenmene sevindim. :)