Para, para, para… Napolyon Bonapart’ın ileri görüş becerisini takdir etmek gerek… Ortada su götürmez bir gerçek var ki; para artık, hayata dair en küçük çaplısından, en kapsamlısına kadar bütün planların babası oldu günümüzde. Sanki “new age”in tanrısı, zihinlerimizden, evrenin esirinden(!), doğanın çekirdeğinden[1] çıktı da, ceplerimize, banka kasalarına, küçük esnafın kafasındaki 4 bilinmeyenli denklemlere girdi…Öyle ki; günümüzde –insan icadı olmasına rağmen– bazı ruhsal hastalıklarda dahi yer edinmiş durumda para[2]: “para hastası” diye teşhisi koyuyoruz ya Türk Milleti olarak(!), bu yüzden olsa gerek. Trajikomik de olsa, restorana girdiğinde kol saatinin pilini çıkarıp zamanı kolonla sabit duvar saatinden kontrol etme –zaman kaybetmemek için olsa gerek– seviyesine ramak kalmış hayatlar yaşayan insanların sayısı –biz fark etmesek de– hiç azımsanacak kadar değil modern dünyada. Ruhsal sıkıntılara, bir de felsefi açıdan bakarsak, anlamlandıramadığımız davranışların arkasındaki anlamın reaksiyondan tasarruf etmek olduğunu iddia edebiliriz kabaca. Hayatın, Güney Kutbu’nda sıradan bir gün kadar durağanlaştığı, tek dinamizmin ‘dışarda’ esen rüzgârlar olduğu katatonide[3] bu durumu açıklamaya gerek görmezken, hayatın, ‘hızlı oynat’a alınmış karıncalı BBC belgesellerini anımsattığı bipolar bozukluğun coşkun dönemlerine bir açıklık getirmenin “reaksiyondan tasarruf” savımı destekleyeceği görüşündeyim. Nitekim coşkunun nirvanaya ulaştığı –hatta nirvananın geçilip ileriki camiden sağa dönülmek suretiyle yola devam edildiği– bu kişilerde kaçış, net, tam, yeterli bir reaksiyon verme durumundandır. Yani kişi enerjisini, reaksiyonlardan uzak durmak için, bir moda programı bölümü atmosferinin olduğu kadar değişken olaylara ayak uydurmaya çalışmakla harcar. Çoğu zaman kontrol edilemeyen sıra dışı ruh halleri de bunlara binaen görülür. Son derece sıra dışı olan bir diğer ruh hastalığı Obsesif Kompulsif Bozukluk(OKB)[4]’ta paranın, hasta tarafından ne tür bir ‘ilah’ haline getirebileceği ise çok da uzun sürmeyecek bir araştırmanın ardından anlaşılacaktır diye düşünüyorum.
Paranın insan zihninde ve psikolojisinde ne derece derin bir yer edinebildiğini, edinmiş olduğunu, daha da edineceğini belgesel severleri mutlu edecek şekilde anlatmanın ardından, sıra şu soruya geliyor: nasıl oluyor da kağıt parçası(!) insanın aklını başından alabiliyor? Carl Jung’u duymuşsunuzdur; evet, şu Freud’la geçinemeyen o insanlardan bir tanesi. Jung, Freud’la geçirdiği uzun yıllara rağmen pozitif psikolojiye olan inancını korumuş… Öyle ki, insanın ölene kadar hayattan ve onun içinde karşılaştığı olaylardan yeni çıkarımlarda bulunduğunu, bunları atalarından kalma mirasıyla[5] birleştirerek hayata karşı bir cevap olmak adına yaşadığını düşünüyor. Yani, gelişim sonsuzdur diyecek kadar optimistik ve aynı zamanda her bir bireyin yaşadığı dönemi, neslin geçmişini geleceğe bağlayan bir köprü olarak görecek kadar da iddialı. Evrim gardiyanlarını kızdırmayalım; türün devamlılığını sağlayan mutasyonların bireyin yaşantısında meydana gelip, bireyin mevcut yapısında ve çevresiyle uyumunda bir komplikasyona neden olmadığı sürece, başarıyla gelecek nesillere aktarıldığı düşünüldüğünde, Carl Jung’un evrimi ne kadar iyi anlamış olduğu serilmektedir gözler önüne… Gelelim Carl Jung’un psikanaliz teorilerinin parayla olan derdimize ilişkin kısımlarından birine… Bu noktada, bize atalarımızdan kalan mirasın, Carl Jung tarafından nasıl açıklandığına değinmemiz gerekecek, ne de olsa yazının, devamını okumak isteyeceğiniz kadarını okudunuz… Jung’a göre bütün fertler, bilinçaltında evrensel birtakım paketlere sahiptir ve kişi hayatı boyunca bu paketleri doldurur[6]. Bu görüşün destekleyicisi evrimsel psikolog Sally Walters, bu paketlerin varlığını bütün insanların, geçmişten günümüze evrensel yaşam tecrübelerine sahip olmasıyla açıklamaktadır[7]. Bir diğer değişle, “arabaya benzini koymak ve direksiyonu her nereye gitmek istiyorsak o yöne çevirmek” bize bırakılmıştır.
Artık, yazının asıl amacına yani paranın insan psikolojisindeki yerine değinmenin tam vakti, kollarınızı bağlayıp arkanıza yaslanabilirsiniz… Gelecek satırları okurken lütfen Mevlana’nın “bir ben var, benden içeri” sözlerini aklınızda bulundurunuz; nitekim kaynak olarak kullandığım kitapta da ilgili başlık için “birey içinde birey” ifadesi kullanılmış. Bahsi geçen ata mirası paketlerin, birey tarafından kişileştirilmesi, onları belirli şekillerde, belirli amaçlarla ve çeşitli tecrübelere hazır cevaplar üretmek için birleştirerek olmaktadır[8]. Yani, hayatın içindeki çeşitliliğe, ancak elimizde bulunanlardan, çeşitli varyasyonlar elde ederek ayak uydurabilmekteyiz. Hayata yetişebilmek, içinde yer edinebilmek ve güvende hissedebilmek için zihnimizde sonsuz alt kişilikler oluştururuz[9]. Amaç, “hediye paketlerini açıp, doğru parçaları eşleştirip, kusursuz maketler elde etmektir”. Peki, bu nasıl oluyor diyorsunuz? Biraz realist düşünelim… “Hayatta her şey para” diye isyan eden insanlar, sorunun cevabını tam olarak açıklıyor. Evet, hayatta bir şey deneyimlemek, yeni bir şey öğrenmek, arzularınızın karşılığını bulmak istiyorsanız –ki bu hayatta var olmanın ta kendisi– sahip olduğunuz içgüdüleri ve öğretileri kullanarak hayatın farklı alanlarında, farklı deryalarında farklı insanlarla etkileşim içinde olmamız gerekir ve bu paranın ne işe yaradığının tanımı olsa gerek… Yazının başına dönersek, parayla ilgili olsun olmasın ruhsal hastalıklarda bir nevi ‘reaksiyondan tasarruf’ görüldüğüne neden değindiğimi anlamış olmanız gerekir. Para harcamamanın tek yolu, her anlamda stabil bir hayat yaşamak, bunun tek yolu ise, sonuçta bir ottan farksız olmak ve her ne derecedeyse onun psikolojisine sahip olmaktır. Umuyorum ki, vizyon seviyeniz bunun tatmin edici derece üzerindedir. Paraya tapmanın nedeni de bu şekilde gün yüzüne çıkmış oluyor. Bir fidanı bir gün sola, bir gün sağa bükerseniz bunu bir gün kırılacağı gerçeğini düşünerek yapıyor olmalısınız; eğer bu alt kişilikler –para gibi– bir amaç için yoğunlaşır ve zihnin kalanına göre bir gerilim oluşturmaya başlarsa(olması gerekenden fazla baskın hale gelirse), kişilik bölünmeye başlar, gerçeklik algısı sayılı birkaç “demirbaş” üzerinde saplanır kalır. Özetle, yaşamak gelişimden, gelişimse reaksiyonlardan ibaret, şiddetle tavsiyem: kesenin ağzını, aygazın gazını kıstığımız gibi sıkmayalım ki reaktif; aktif bir hayat sürebilelim. Bu arada, ben Mevlana’nın içindekinin kim olduğunu bir süre daha düşüneyim…
[1] Euripides’in the Trojan Woman adlı eserinde, Hecuba adlı karakterin tanrılara haykırışı esnasında kullandığı ifade
[2] Çoğu zaman bir obsesyon olarak
[3] Hastanın uzuvları “balmumu” denilen bir esneklikte hareket ettirilebilir ve genellikte bıraktığı pozisyonda uzun süreler kalır(posturing). Hareketler son derece kısıtlıdır.
http://www.psikiyatri.net/katatoni-nedir/
[4] Karakteristik bir özellik olarak görülmese de; harcanan paranın kayıp olarak görülmesi ve üzerine gerekli olup olmadığı(realiteden uzak bir şekilde) düşünülmesi ve kaybetme korkusundan olsa gerek sahip olunan paraların anlamsızca tekrar tekrar sayılması gibi durumlar OKB’yle ilişkilendirilebilir.
[5] Arketip: Irk ayırt etmeden bütün insanların (ortak)bilinçaltında yer alan, tarih çağları boyunca oluşmuş figürler: anne(doğurganlık), yıldızlar(rehberlik), orman(korku), Güneş(bilgi, kutsal-yönetici göz, tekillik)
[6][7] Makale adı: “From mythology to psychology: Identifying archetypal symbols in movies”, Sayfalar: 101-104
[8][9] Kitap adı: “Jung’s psychology and its social meaning; an introductory statement of C.G. Jung’s psychological theories and a first interpretation of their significance for the social sciences”
Bölüm: “III PERSONS WITHIN THE PERSON”
Sayfalar: 81-83