Günümüz şartlarında ‘enflasyon’ terimine aşina olmamız ve enflasyonla iç içe yaşamamızla beraber, bu terime yakın görünen hiperenflasyon kavramını da tanımamız gerekir. Hiperenflasyonun aslında adından da yapabileceğimiz çıkarımlar doğrultusunda bir tür enflasyon çeşidi olduğunu söylemek mümkün. Ancak nasıl bir enflasyon çeşidi?
Bildiğimiz tanımıyla enflasyonu düşünelim; tüketilen mal ve hizmetin fiyatlarının artması, bir başka deyişle, fiyatların artma hızı / ivmesi. Hiperenflasyon ise bu artış/ivme yılda yüzde 200 sınırını aştığında ya da aylık yüzde 50 oranından fazla olduğunda enflasyona verilen isimdir. Çoğunlukla bir devlet bütçe açığı ile karşı karşıya olduğunda bu açığı kapatmak için yetersiz planlama ile kontrolsüz bir şekilde para arzında bulunduğunda ortaya çıkar. Bireylerin bu şartlarda enflasyondan korunmak amacıyla yabancı para birimlerine yönelmesi, yerli paradansa yabancı para bulundurmaya çalışmalarıyla da beraber yerli parada değer kaybı artar. Klasik mantıkla bakarsak; döviz talebi artar, kur yükselir. Bu sebepler dolayısıyla ekonomiye duyulan güven kaybının bir sonucu olarak meydana gelen ekonomik istikrarsızlık ise ticareti kamçılar.
Hiperenflasyonun Almanya ile en ciddi ilişkilendirildiği dönem şüphesiz Weimar Cumhuriyeti dönemi olmuştu. Bildiğimiz gibi, Birinci Dünya Savaşı ve savaşı izleyen yıllar ittifak grubunun diğer üyeleri için olduğu kadar, hatta bazıları için olduğundan çok daha fazla, Almanya’yı zorlamış ve tarihinin en zorlu dönemlerinden birini yaşatmıştı. Tam olarak böyle bir dönemde doğacak olan yeni rejimin dönem şartlarına ayak uydurması gerekecekti. Monarşik hükümetin yerini alarak kurulan parlamenter demokrasi benzeri sistem, Almanya için yeni bir düzene başlangıç anlamına geliyordu. 1919 yılında kurulan bu yeni rejim “Weimar” olarak adlandırıldı.

Versailles Sonrası Almanya’ya Kısa Bir Bakış
Birinci Dünya Savaşı ile aldığı tarihi yenilginin ardından Almanya, kurucusu Bismarck’ın oluşturduğu düzenin yıkılmasıyla aldığı duygusal darbenin yanı sıra, belki de bundan çok daha önemlisi, ekonomik bir çöküşle karşı karşıyaydı. Savaşın sorumluluğunu üstlenmesi istenmiş, akabinde ise kaldıramayacağı ağırlıktaki savaş tazminatlarını ödemeye mecbur bırakılmıştı. Yıkım ve işsizlik artık ülkede hat safhadaydı. Ekonomik buhran her kesimde kendisini hissettirirken, Weimar Cumhuriyeti’nin dönem olarak böylesi bir zamana denk gelmesi aslında yaşayacağı başarısızlığın bir habercisiydi.

Weimar Cumhuriyeti’nin Kriz Karşısında Tutumu
Almanya’daki bütçe açığı adeta tarihi rekorlar kırıyordu. Fransa ve İngiltere devamlı olarak borç ödemelerini talep ederken, Weimar Cumhuriyeti’nin buna karşı izlediği yol para basmak olmuştu. Devamlı olarak para basan Alman hükümeti, eninde sonunda bir sınıra ulaşacaktı.
Para basımlarının bir sonucu olarak ülkede fiyatlar olanca hızıyla artmaya başladı. Fiyatlar çok kısa zaman dilimleri içerisinde iki, üç, dört katına çıkıyordu. Doğal olarak bazı absürt görüntüler sahne almaya başladı. El arabasında taşınan paralar, duvar kağıdı olarak kullanılanlar, ısınmak için yakılan banknotlar… Yalnızca maaliyeti azaltmak için artık para, kağıdın tek tarafını kullanarak bile basılmaya başlanmıştı.
1923’ün Haziran ayında 4.2 trilyon mark ancak 1 ABD dolarına eşitti. Weimar başarısızdı ve halk da bu duruma artık katlanamıyordu. Bir alternatif olarak Adolf Hitler’e duyulmaya başlanan sempatinin en büyük sebebi de buydu. Artık Weimar hükümeti, varoluşunun doğal sınırlarına ulaşmıştı. Değişim vaktiydi…

Tarihteki örnekleriyle görülebileceği üzere yüksek enflasyonun yarattığı sonuçlar, her dönemde her ülke için zorlayıcı olmuştur. Özellikle sürecin uzun yaşanması halinde istihdam düzeyinde görülen düşüşler, bir ülkenin refah ve gelişmişlik düzeyine indirilen darbeler gibidir. Para basarak borç kapatmaya çalışmak ise dolaşıma giren yerli para miktarını arttırdığından, paranın değerini düşürür. Miktar olarak paranın bolluğu, her zaman değer kaybını beraberinde getirir.

Leave a Reply