Ne zamandır motivasyonumu arttıracak aktiviteler, pandemi şartlarına adapte edilmiş hobiler arıyordum, beni tanıyanlar tiyatroyu ne kadar sevdiğimi bilir. Bu sebeple de kendime bir ekip bulmayı istiyordum. Geçtiğimiz hafta bir özel tiyatroda orta seviyedeki tiyatro bilgisine sahip ögrencileri toparlayan bir kursa katıldım. Açıkçası eğlendim, çok heyecanlandım, medikal maskelerle yapıldığı halde bu çalışmadan zevk aldım. Tiyatro ve oyunculuk üzerinden bir kariyer hedefi koymayı da hep aklımın bir kenarında tutuyordum. İşletmede 3. sınıf olmama rağmen, bazen bölüm biter bitmez oyunculuğa yöneleyim demiyor değilim. Bu yüzden belki bir konservatuara giriş ekibine dahil olmak, işleri ciddiye almak harikulade olabilir, dedim ve yine aynı özel tiyatronun konservatuar öncesi hazırlığının sınavı için bir tirat ve bir şiir hazırladım.
Günü geldiğinde bunu oyuna dair en ufak bir şey bilmeden oynayacak ve ortaya kendi hayal gücümü koyacaktım. Girmeden önce, Bilkent’te bir kafede tuvalete gittim, zamanım daralmıştı, acele ettim. Tam o sırada koluma ne olduğunu tam anlayamadığım bir böcek çarptı, ve bir anda beynimden vurulmuş gibi hissettim. Böcek sol koltuk altımın göğsüme bağlanan noktasından sokmuştu. İçimde bir anda hiçbir şey yapmama isteği uyandı. Yine de kalkıp tiyatroya gidip hocaya durumu anlatmalıydım. Hızlıca ona göründükten sonra, apar topar eczane aramaya gittim. Bulamayınca da, okulun sağlık merkezine doğru yola çıktım. Orada yapılan 2 iğnenin ve tiyatro seçmesine girip girmeme konusunda git-gellerin neticesinde, yine de seçmeye katıldım.
Tiradımda çok heyecanlandım ve hiç güzel oynayamadım. Uğraştım diyorum en azından. Gaspar Noe yapımı Climax’ten esinlenmiştim tiratta. Bizi çepeçevre saran, her gün kaçtığımız duyguların, erteleye erteleye gerçekleştirmeyi unuttuğumuz hedeflerin yükünü bize bağımlılık yapacak maddelerden çıkarmak, bu yolla unutmak, ya da unutmuş gibi yapmak, yine de canlı kalmaya uğraşmak. İçgüdülerimizin artık güdüye dönüşerek yüzeye çıktığı, baskıladığımız hislerinse artık bizde onları baskılamaya güç bırakmadığı bir film olan Climax’te, herkes rahatsız olabileceği durumlar ve olaylar bulabilir.
Benim yaşadığım bu güne de öyle güzel oturdu ki bu kaçıp kaçmama döngüsü, tiratta olmasa da sınavın diğer bölümlerinde bunu kullanabildim. Dans bölümü vardı, ancak estetik kaygısından uzak, müzikle daha vahşi bir dans etmemiz bekleniyor ve müzik kesildiği anda kaldığımız noktadan gündelik bir işi doğaçlamamız isteniyordu. İşin dans kısmına kendimi kaptırınca, gerisi ne alemde geldi bilemiyorum. Başarılı olursam hiçbir şekilde eksiklerimi hissetmem sanki ama şimdilik yeterince güzel bahaneler buluyorum; ilk defa tek başına sahneye çıktım, veya malumunuz böcek sokma kabusu gibi. Dans esnasında fark ettiğim bir şey beni yine baskıladığım dürtüleri düşünmeye itti. Örneğin rastgele sesler çıkarmamız bekleniyordu, ve bu beni gerçekten zorladı diyebilirim.
Zaten içinizde fırtınalar koparken, kafanızda binbir düşünce vızıldarken ne kadar da zordur ses çıkarmak değil mi… Hayvani bir nida atsanız rahatlarsınız belki ama sesiniz sizin bu isteğinize karşı hiç mi hiç oralı olmaz.
Ufak ritim ve dans adımı çalışmaları, bir iki küçük şiiri hocanın verdiği karakterle yapma çabasından sonra sınav bitti, gün bitti. Tabi ben de bittim. Ama ben böyle işlerin hep bitişini severim. Saçma belki ama, güzel hissettiren, heyecanlandıran her işin sonrasında dinlenme kısmı bana cazip gelir. Oradan çıktıktan sonra içtiğim kahvenin güzelliğini anlatamam. Ve bu bazen düşündürüyor beni, işlerin neden bitişini seviyorum? Yoksa gerçekten yaptıklarımdan keyif mi almıyorum? İçimdeki sesi öyle dışarıya yansıtamıyorum ki belki, onu sürekli beynimde düşüncelerle zapt etmeye çalışıyorum. Evet, belki de bazen ben de uyuşturulmak istiyorum. Beynimi susturabilmenin verdiği hisle o içinde bulunduğum ana odaklanabilmeyi, kendimi anlatabilmeyi, imgelerle yarattığım dünyayı etrafıma aktarabilmeyi.
Yine de ne ironik ki, bunu yapabilmek için düşüncelerimi susturmak, kaçtığım şeylerden daha da uzağa kaçmak istiyorum. Halbuki kendimi ancak düşüncelerim varsa, onları anlatarak ifade edebilirim. Ya o kaçtığımız şeylere rağmen yaşayabilsek peki? Onları kucaklayabilsek, düşüncelerimizi her bastırışımızda dışarı çıkarmak için bir kısmını baskılamayı bitirsek?
Bilemiyorum, bence benim bilinçaltım da gerçekten Climax filmi gibi güzel başlayan, zirveden sonra da düşüş yaşayan, iki başlı, çok sanatlı. Güzel başlayıp, berbat olmamasının da tek yolu belki de bu akış içerisinde kendini farklı kılabileceğin bir pencere yaratmak, sonra o pencereden geçerek bir sonraki pencereye koşmak. Düşüş öncesi hayatına sürekli farklı anlamlar katabilmek, yeni amaçları yük olarak değil de, güçlenmenin yolları olarak görmek.