İnsanın kaderi ruhunda saklıdır…
Herodotos
Rastlantıları ağırlamak ve beraberinde kaderi yorumlamak ipince bir ipte aşağı bakmadan soluksuz yürümeye benzer. Üstelik bir sonraki adımını atacağın yer önceden değil, adımınla birlikte aydınlanır. Ve bu aydınlık ki ancak yüreğinin bilinciyle yakarsan seni ısıtır. Yani rastlantı ve kader bir cümlenin başı ve sonu gibi birlikte gezer. Sen bu ikisinin arasındaki ipte olursun. Rastlantıların sonu gelmez; kaderin seni terk etmez, soluk dikenlerini üzerinden çekmez. Peki, sen kaderini terk edebilir misin? Sen ipte kalmayı istediğin sürece ip seni taşır. Ya bir gün o ipten atlamak istersen? Zaten bu demektir ki bir sonraki adımını atacağın yeri kalbinle düğümlemişsin ve ipin zaten kendi düğümlerinin sonsuz tekrarlarından yakında kopacak.
İstemek aykırılıklara yol açmaktır.
Albert Camus – Sisifos Söyleni
Uyumsuzluk onaylandığı andan sonra bir tutkudur, tutkuların en can alıcısıdır.
Albert Camus – Sisifos Söyleni
Kendi uyumsuzluğunu tadan insan, dış dünyadaki rasyonalitesine vurgun yapmış demektir. İç dünyasıyla dış dünyası arasındaki bağı tutkuları aracılığıyla sağlayan insan, tutkularını bu iki dünya arasında bir çeşit köprü olarak kullanır. Belki de bir iletişim şekli… Tıpkı bir filizin kaldırım taşlarını çatlatıp göğe merhaba demesi gibi… Tutkularımız da bizim yaşama merhaba deme şekillerimizi oluşturur.
Her insan kendi içindeki aynasıyla doğar. Küçük yaşlarda istediklerimiz daha belirgindir. Henüz içimizdeki ayna onu etkileyecek kadar zarar görmemiştir. Büyüdükçe, olgunlaştıkça aynalarımız darbe alır, çatlar ve hatta kırılır, dağılır. Bazı parçalar dışarıyı içimize yansıtır, bazılarıysa içerimizi dışarıya yansıtır. Ve işte tutkular yoluyla oluşturulan çoğu merhaba, bu iki görüntünün kesiştiği yerlerde ortaya çıkar. Ayrıca bu dışavurumun da bir karakteri, üslubu vardır. Tutkularımızı dış dünyada nasıl ifade ettiğimiz aslında bizim yaşam yolumuzun kimliği demektir. İfade şeklimizin, anlattıklarımızın bütünün kimyasını bozmaması için onu doğru şekilde ve bir karakterle paylaşmamız gerekir. Bir mitolojik anlatıyla yaklaşabiliriz aslında bu duruma: Atinalı mimar ve mucit Daidalus ve oğlu İkarus, Kral Minos’un emriyle bir kuleye kapatılır. Daidalus kendisi ve oğlu için bu kulenin penceresinden kaçmaya yarayacak balmumu ve kuleye ziyaretlerine gelen kuşların tüyleriyle bir çift kanat yapar. Babası; İkarus’a uçarken zevkten kaçınması gerektiği ve uçmanın coşkusuyla güneşe yaklaşmamasını aynı zamanda da denize yakın uçup kanatların nemlenmesini engellemesi gerektiğini söyler. İkarus uçabilme özgürlüğü ile babasını dinlemez ve güneşe fazla yaklaşınca balmumu erir. Sonunda ise Ege Denizi’ne düşerek hayatını kaybeder. Bu anlatıda üzerinde durmak istediğim nokta, tutkular kadar onları yansıtırkenki üslubumuzun da ne kadar önemli olduğu. Kanatlardansa onların neden balmumundan yapıldığı… Güneşe yaklaşmak bir tutku olabilir ama kanatlarına sen karar verirsin. Tutkularının üslubu senin elindedir. Onları gerçekleştirirkenki yolunu ve materyallerini sen seçersin. Güneşle yanmak isteyebilirsin, suya karışıp dalgalarla savrulmak da. Ama asıl nokta hangisini tercih edersen et, seçtiğin dünyada barınabilmek istiyorsan kendi karakterini kendi ellerinle büyütmen gerekir. Nefes alacağın ortamın zerreciklerini de içine taşıyarak elbette…