Demokrasi, siyasi bir ideal olarak, Antik Yunan’da kavramsallaştırılıp uygulamaya konulduktan sonra birçok tartışmaya yol açmıştır. İlk doğduğu dönemlerde bazıları tarafından iyi yönetim biçimleri arasında gösterilse de Aristo gibi filozoflar demokrasinin iyi bir yönetim tarzı olduğuna dair görüşlere katılmamışlardır. Buradan da anlaşılabileceği üzere, bu ideal bazı defolara sahiptir.
Bu defolardan biri şu sorularla açıklanabilir: Seçilenlerin iktidara geldiği bir düzende, seçilmişlerin kendi çıkarlarını demokrasinin sağladığı ‘seçilmişlik’ meşruiyetinin arkasına sığınarak sürdürmelerine müsaade edilmeli midir? Bunun ne gibi sonuçları olabilir?
1930’lu yılların Almanya’sında yükselen faşizmin ortasında sorulan bu soru, Alman hukukçu Karl Loewenstein’in geliştirdiği “militan demokrasi” anlayışının çıkış noktası oldu. Aradan geçen neredeyse bir yüzyıla rağmen, hukuk, demokrasi ve siyaset alanında pek çok şey değişse de aynı tartışma hâlâ gündemde.
Türkiye’de HDP’nin kapatılması davası, temsil özgürlüğü ile güvenlik arasındaki gerilimi görünür kılarken; Almanya’da AfD’nin olası yasağı, aşırı sağ tehdidine karşı demokrasinin kendisini koruma refleksini yeniden gündeme taşımaktadır.
Bu yazıda, militan demokrasinin kavramsal çerçevesini ele aldıktan sonra, bu anlayışın güncel siyasetteki yansımalarını ve özellikle parti kapatma davaları bağlamında HDP ile AfD örneklerini tartışacağız.
Militan demokrasinin kökeni
I.Dünya Savaşı’nda yaşanan yıkımdan sonra Avrupa ülkelerinde toparlanma sürecine girilmesiyle beraber bu ülkelerde demokratik iyileştirmeler yapılmaya başlanmıştır. Bu bağlamda farklı fikirlerin ve ideolojilerin siyaset arenasında temsil edilmesine olanak sağlanmıştır. Bu gelişme her ne kadar olumlu gibi gözükse de antidemokrasi savunucularının yükselmesine alan sağlamıştır.
Özellikle Almanya’da her düşüncenin demokrasinin gereği olarak temsil edilmesi gerektiğini savunan fikir akımı, her düşünce söyleminden hareketle şiddet yanlıları ve demokrasi karşıtları da bu bağlamda kendilerine temsil olanağı bulduğu için, Nazilerin iktidara gelmesine önayak olmuştur.
Nazilerin demokratik usuller çerçevesinde iktidara gelmesi ve sonrasında giriştikleri demokrasinin tasfiyesi ile otoriterliğin ve şiddetin yönetim biçimi haline gelmesi, demokrasilerde bir çeşit paradoksun varlığına işaret etmektedir: Demokrasiyi kullanarak iktidara gel ve demokrasiyi rafa kaldır. Bu paradoksun engellenmesi için demokrasinin otokontrol mekanizmalarına sahip olması gerektiği fikri, Karl Loewenstein tarafından ön plana çıkarılmıştır.
Militan demokrasi nedir?
Militan demokrasilerde temel amaç, anti demokratik grupların demokrasiler içinde büyümesini demokrasinin korunması maksadıyla engellenmesidir. Bu bağlamda Fransız İhtilali’nde meşhur olmuş olan “Özgürlük düşmanlarına özgürlük yok.” sloganı, anti demokratik gruplara yöneltilmiştir.

Genel amaçları belli olsa da militan demokrasinin net bir tanımı bulunmamaktadır. Yapılan tanımlar arasından Jan-Werner Müller’in tanımı ön plana çıkmaktadır. Müller’e göre militan demokrasi, demokrasiyi demokratik amaçlarla yıkmayı amaçlayanların demokratik rejimi yıkmasını önlemek için önleyici, ilk bakışta liberal olmayan tedbirler almaya istekli bir demokratik rejim fikridir.
Müller’in yapmış olduğu tanımda ne tür tedbilerin söz konusu olduğu açıkça zikredilmemiş olsa da bu tedbirlerin politik katılım haklarına ve karar alma süreçlerine yönelik olacağına dair fikisel çoğunluk bulunmaktadır.
Yani, demokrasinin kendisini tehdit eden kişi ve grupların seçme-seçilme haklarına yönelik kısıtlamalar olabilecektir. Militan demokrasi kavramı bu kısıtlamalar ile demokrasinin temel unsurlarından olan temel hak ve hürriyetleri, eşit ve gizli oy ilkesini, çoğulcu demokratik anlayışı, kuvvetler ayrılığını, yönetenlerin şeffaflığı ve hesap verebilirliği ve halk düşüncesinin siyasi karar alma mekanizmasına yansıtılması gibi ilkeleri korumaktadır.
Halkın siyasi kararlara etki etmesinin siyasi partiler aracılığı ile mümkün olduğu göz önüne alındığında, demokrasiyi korumaya yönelik tedbirlerden bazılarının siyasi partilerin kapatılması ya da sıkı şekile denetlenmesi biçiminde olacağı açıktır. Bu bağlamda siyasi parti kapatma meselesinin militan demokrasi anlayışı çerçevesinde yorumlanması faydalı olacaktır.
Siyasi partilerin kapatılması meselesi
Siyasi partiler, temel haklar kapsamında değerlendirilen toplanma ve örgütlenme özgürlüğünün en ileri noktasıdır. Her ne kadar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde (AİHS) doğrudan adı alınmasa da, siyasi partilerin Sözleşme’nin 11.maddesindeki örgütlenme özgürlüğü çerçevesinde yorumlanması gerektiği açıktır. Ancak bu, hakkın sınırsız olduğu anlamına gelmez.
Bu hakkın sınırlandırılması bakımından esas alınması gereken husus, The United Communist Party of Turkey and Others davasından sonra geliştirilen içtihattır. Bu içtihada göre sınırlamanın; kanunilik, meşru amaç ve demokratik toplumda gereklilik şartlarını sağlaması gerekmektedir.
Kanunilik esasen sınırlamanın yasal dayanağının olmasıdır. Bu durum AİHS’te ‘prescribed by the law’ şeklinde ifade edilmektedir. ‘Law’ ifadesinin dilimizde hem hukuk hem kanun anlamında gelmesinden dolayı kanunilik ekseninde AİHM ile Türk Anayasa Mahkemesi içtihatlarında farklılık olduğu açıktır. AİHM kanunilik ilkesi çerçevesinde geniş anlamıyla hukuku kastederken bizim Anayasa Mahkememiz normatif anlamda kanunu kastetmektedir.
Meşru amaçlar Sözleşme’nin 11.maddesinin ikinci fıkrasında sayılmıştır. Bunlar; ulusal güvenlik, kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunmasıdır.
Demokratik toplumda gereklilik ise bu hakkın kısıtlanması esnasında hak sahibi ile bütün olarak toplumun çıkarları arasında dengenin gözetilip gözetilmediğine bakılmasıdır. Demokratik toplumda gereklilik ölçütü kapsamında zorlayıcı toplumsal ihtiyaç aranır.
Zorlayıcı toplumsal ihtiyaç ise kısaca bir hakka getirilen sınırlamanın, demokratik toplum düzeninin korunması için kaçınılmaz ve gerekli görülmesi gerektiğidir. Daha basit bir tabirle zorlayıcı toplumsal ihtiyaç, bir hakkın ancak toplumun düzenini ve güvenliğini korumak için gerçekten gerekli olduğunda sınırlandırılabilmesidir
Belirtmek gerekir ki AİHM içtihadına göre bir parti sadece ismi, programı veya tüzüğünden dolayı kapatılamaz. Bunun sebebi ise salt parti isminin, programının ve tüzüğünün zorlayıcı toplumsal ihtiyacın varlığı ilkesini yeterince karşılayamayacak olmasıdır.
Öte yandan AİHM içtihadına göre ülkenin demokratik düzenin değil de siyasi ve idari düzeninin barışçıl yollarla değiştirilmek istenmesi, zorlayıcı toplumsal ihtiyaç kavramı kapsamında değerlendirilemez. Bu çerçevede AİHM’in şiddet unsurunun varlığında zorlayıcı toplumsal ihtiyacın ortaya çıktığından bahsetmesi dikkat çekicidir.
Ancak bu durum militan demokrasi anlayışının kendisiyle bağdaşmamaktadır çünkü militan demokrasi fikrinde demokrasi karşıtı partiler, amaçlarını şiddetle değil, bizzat demokrasinin kendisi ile gerçekleştirme amacı gütmektedirler. AİHM’in zorlayıcı toplumsal ihtiyaç kapsamında değerlendirdiği diğer bir konu da siyasi partilerin terörist organizasyonlara doğrudan veya zımni desteğidir. Bu bağlamda Batasuna v Spain davası öne çıkmaktadır.
Davanın konuyla ilgisini açıklamak adına şunlar söylenebilir: Herri Batasuna partisi İspanya’nın kuzeyindeki ve Fransa’nın güney batısında bulunan Bask bölgesinin bağımsızlığı için 1968 yılından bu yana kanlı faaliyetlerde bulunan terör örgütü ETA’nın siyasi kolu olduğu gerekçesiyle kapatılmıştır. Parti bu kararı AİHM’e götürmüştür.
AİHM, incelemesini örgüte zımni destek çerçevesinde yoğunlaştırmıştır. İnceleme sonucu zımni destek olarak ETA mahkumlarına destek sloganlarına ek olarak “Mücadele tek yoldur.”, “Siz faşistler asıl teröristlersiniz.” ve “Çok yaşa ETA ordusu!” gibi tehditkar söylemlerin zorlayıcı toplumsal ihtiyaç olduğuna karar vermiştir ve partinin kapatılmasında ihlal tespit etmemiştir.

Ancak, daha sonra değinelecek olduğu üzere, terör örgütü PKK’nın siyasi uzantısı partilerin Batasuna’da olduğu gibi teröre destek veren söylemleri üzerine kapatılmasını, AİHM ifade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirerek büyük bir çelişki göstermiştir.
Militan demokrasinin Türkiye’de güncel örneği: HDP’nin kapatılma davası
2021 yılında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) iddianame sundu. Bu iddianamede HDP’nin “terör örgütü PKK ile organik bağ kurduğu, şiddeti meşrulaştırdığı, devletin bölünmez bütünlüğüne aykırı faaliyetlerin odağı haline geldiği, Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs ettiği ve 6415 Sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanuna muhalefet ettiği” ileri sürülüyordu. Ayrıca, partinin kapatılmasının yanında yüzlerce partiliye siyasi yasak getirilmesi ve mal varlığına tedbir uygulanması da talep edildi.
AYM, Mart 2021’de iddianameyi delillerin yetersizliği ve usul eksiklikleri gerekçesiyle iade etti. Ancak savcılık kısa süre içinde eksiklikleri gidererek yeni bir iddianame hazırladı. Haziran 2021’de AYM bu ikinci iddianameyi kabul ederek davayı esastan incelemeye başladı.
Bunun ardından, 2021–2023 yılları arasında HDP’nin savunmaları alındı. Parti, davanın siyasi nitelik taşıdığını, demokratik siyaset hakkını ortadan kaldıracağını ve seçmen iradesini yok sayacağını ileri sürdü. AYM, süreç boyunca partiye ek süreler tanıdı.
2023 seçimleri öncesinde davanın sonucunun seçimlere doğrudan etki edeceği tartışmaları gündeme geldi. AYM, kararını seçim sonrasına bıraktı. HDP ise kapatma ihtimaline karşı seçime Yeşil Sol Parti üzerinden girerek Meclis’te temsilini sürdürdü. 2025 itibarıyla dava hâlâ sonuçlanmamış olup, Anayasa Mahkemesi’nin vereceği nihai karar beklenmektedir. Bu süreç boyunca tartışmaların odağında ise, iddianamede yer alan suçlamaların niteliği ve dayanakları oldu.

Suçlamalara dair Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 17/03/21 tarihinde AYM’ye sunduğu iddianamede kanıt olarak sunulan bazı örnekler şunlardır:
HDP 26. Dönem milletvekili Selahattin Demirtaş’ın terör örgütü PKK’nın sözde lideri Öcalan’ın söylemlerinde ‘çözüm paradigmasının üçüncü ayağı olarak nitelendirdiği Demokratik Toplum Kongresi’nde (DTK) yönetici sıfatıyla yaptığı eylemler ve 02/09/2016’da Van Büyükşehir Belediye binasının açılışında halka hitaben örgüt başı Öcalan’ı övücü nitelikte beyanlarda bulunması, parti mensuplarından Sırrı Süreyya Önder’in nevruz etkinliğinde sarf ettiği “Bugün de PKK’lılarla Kürdistan’da onun (örgüt başı kastedilmektedir) evlatlarıyla onur duyuyoruz.” şeklindeki terörü yüceltici söylemleri, 24. Dönem İstanbul milletvekili Sebahat Tuncel’in PKK’nın sözde özerk Kürdistan amacına katkı sağlamak maksadıyla Nusaybin, Cizre ve Şırnak gibi yerlerde hendek kazma faaliyetlerine müşterek olması, hendek operasyonları döneminde öldürülen terör örgütü PKK militanlarını şehit olarak anması, PKK terör örgütünün kadın yapılanması olarak adlandırılan Demokratik Özgür Kadın Hareketi’nde aktif bir şekilde yer alması gibi örnekler iddianamede yer almıştır.
Başsavcılık, bu örneklerden hareketle ilgili partinin PKK ile bağlantılı faaliyetlere zımni veya doğrudan destek sunduğu yönünde değerlendirmelerde bulunmuştur.
Batasuna vs Spain davasında da atıf yapılan AİHM’in parti kapatmalarda aradığı şartlardan olan zorlayıcı toplumsal ihtiyaç, başka bir tabirle demokratik toplumlarda gerekliliğin somut olay özelinde oluştuğu söylenebilir. AİHM’in Batasuna v Spain davasında parti mensuplarının “Çok yaşa ETA ordusu!” ve ETA mahkumlarını yüceltici söylemleri gibi söylemlerini terör örgütüne destek olarak değerlendirdiği göz önüne alındığında, benzer söylemlerin yani örgütün sözde lideri Öcalan’ı yüceltici ve terör örgütü PKK’yı övücü söylemlerin parti mensupları tarafından yoğun olarak benimsendiği görülmekte olup Batasuna v Spain davasında var olduğu tespit edilen zorlayıcı toplumsal ihtiyacın ortaya çıktığı açıktır.
Ancak HDP’den önce kapatılmış olan benzer siyasi çizgideki siyasi partiler hakkında AİHM, partilerin ifade özgürlüğü çerçevesinde hareket ettiğini ve bundan dolayı kapatılmalarının AİHS bakımından ihlal olduğunu belirterek Batasuna davasında sergilediği tavırla çelişmiştir.
Almanya’da militan demokrasi: Yükselen aşırı sağa karşı olası önlemler
AfD (Alternative für Deutschland) Almanya’da siyaset yapan sağ popülist bir partidir. Parti, 2013’te yapılan federal seçimlerde yüzde 5’lik barajı kıl payı kaçırarak meclise girememiştir. 2014 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Avrupalı Muhafazakarlar ve Reformcular (ECR) olarak 7 sandalye kazanmışlardır. 2017’deki federal seçimlerde parlamentoda 87 sandalye kazanarak ülkedeki en büyük 3.parti ve en büyük muhalefet partisi olmuşlardır.
Her ne kadar 2021’deki federal seçimler sonucu 5.partiliğe gerileseler de 2023’ten bu yana yapılan anketlerde en populer 2.parti konumuna yükselmişlerdir. Parti, söylemlerinden dolayı tartışmalı konumdadır ve dikkatleri üzerine çekmektedir. 2025’in Mayıs ayında Alman İç İstihbarat Servisi, partiyi aşırı sağ olarak sınıflandırmıştır.
Servis, AfD’nin ‘Gerçek Alman’ ve ‘Pasaportlu Almanlar’ şeklinde sınıflandırma yaparak etnik temelli ayrımcılık yapmak suretiyle anayasaya aykırı hareket ettiğini teyit etmiştir. Öte yandan, partinin eşbaşkanı olan Alice Weidel’in “Afrika ve Ortadoğu’daki şiddete eğilimli kültürlerden gelen yabancılar” söylemi ile salt bir yabancı düşmanlığı yaptığı da tespit edilen unsurlar arasındadır.

Marcus Rubin, partinin birçok üyesinin Holokost’u küçümsediğini ve zımni olarak şiddete destek verdiğini iddia etmekte olup bu iddiasını desteklemek adına AfD’nin eski bir liderinin 6 milyon Yahudi’nin katledilmesini, bir anlık olarak nitelendirdiğini öne sürmektedir.
Bu noktada AİHM’in militan demokrasi anlayışı ekseninde şiddete doğrudan ya da zımni olarak destek verilmesini, zorlayıcı toplumsal ihtiyaç olarak değerlendirdiğine atıf yapmak gerekmektedir. Çünkü Holokost gibi bir vahşetin ‘bir anlık’ denilerek küçümsenmesi, bu türden trajedilerin tekrar yaşanmasına önayak olunması ihtimalinin doğması anlamına gelmesi muhtemeldir.
Ancak bazı taraflar AfD’nin mahkemeler vasıtasıyla değil, sandık vasıtasıyla yenilgiye uğratılması gerektiğini savunmaktadır. Malte Lehming’in iddiasına göre, her ne kadar bu parti demokrasi ve hukuk devleti gibi prensipleri aşağılasa da bu partinin kapatılması, mevcut Alman sisteminin Nazilerden pek de farkı kalmamaktadır çünkü Naziler de küçük bahanelerle anayasal hakları kısıtlamışlardı.
Sonuç olarak, militan demokrasi kavramı bir çıkmazın tam ortasında duruyor: Demokrasinin en temel ideali özgürlüktür; ancak özgürlüğün düşmanlarına sınırsız özgürlük tanındığında, tarihin defalarca gösterdiği gibi, demokrasi kendi elleriyle kendi sonunu hazırlayabilir.
Bu ikilemin yarattığı gerilim, hem HDP örneğinde hem de AfD örneğinde tüm açıklığıyla ortaya çıkıyor. Türkiye’de HDP davası, şiddet ve terörle arasına mesafe koymayan bir siyasi hareketin demokratik toplum düzeninde var olup olamayacağı sorusunu gündeme getirirken; Almanya’da AfD tartışması, demokrasiyi reddeden ama demokrasinin sunduğu araçlarla güç kazanan bir partinin nasıl sınırlandırılabileceğini gösteriyor.
Buradaki asıl mesele, militan demokrasinin sınırlarını doğru tayin edebilmekte yatıyor. Zira, “demokrasiyi koruma” iddiasıyla başvurulan her yasak ve kapatma, eğer meşru temelden saparsa, tam da korumak istediğimiz değerleri aşındırma riski taşır.
Loewenstein’in işaret ettiği gibi, demokrasi bir öz savunma mekanizmasına sahip olmak zorundadır; fakat bu mekanizma, demokrasiyi demokrasi olmaktan çıkaracak ölçüde sertleşmemelidir.
Bugün dünyanın farklı coğrafyalarında görülen aşırı sağın, popülizmin, terörün ve otoriterleşme eğilimlerinin yükselişi, militan demokrasiyi yeniden güncel ve yakıcı kılıyor. Fakat yanıtlanması gereken temel soru hâlâ aynıdır: Demokrasiyi korurken nerede duracağız? Hak ve özgürlüklerin özüne dokunmadan, toplumun çoğulcu yapısını zedelemeden ve siyasal temsil ilkesini feda etmeden bu korumayı nasıl sağlayacağız?
Unutulmamalıdır ki, demokrasiyi düşmanlarından korumak kadar, onu kendi eliyle boğmamak da aynı derecede hayati bir görevdir. Çünkü eğer demokrasi, düşmanlarını engelleme adına kendi ilkelerini terk ederse, aslında çoktan yenilmiş sayılır. Bu yüzden, militan demokrasinin asıl başarısı, düşmanlarını susturmakta değil, onları demokrasi içinde etkisizleştirecek ve toplumsal meşruiyetini diri tutacak bir siyasal kültürü yaşatabilmekte gizlidir. Demokrasiyi yaşatmanın yolu, onu sürekli savunmakla birlikte, onun özgürlükçü ruhuna da sadık kalabilmektir.
KAYNAKÇA
AKÇA, K., Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde Militan Demokrasi Anlayışı, Hasan Kalyoncu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 12.24, (2022): 155-190
https://www.echr.coe.int/documents/d/echr/convention_tur
https://www.bbc.com/turkce/articles/cd13eed3q0qo
https://www.deutschland.de/tr/topic/politika/afd-alman-federal-meclisindeki-siyasi-partiler
https://tr.wikipedia.org/wiki/Almanya_%C4%B0%C3%A7in_Alternatif
https://www.echr.coe.int/documents/d/echr/convention_tur
https://simple.wikipedia.org/wiki/Batasuna
https://www.trthaber.com/haber/gundem/hdp-iddianamesi-kabul-edildi-589804.html
https://www.infomigrants.net/en/post/62349/german-elections-what-does-the-afd-say-about-migration






