Hayata, Acıya ve Sevilmeye Ait Bir Kalem: Hanya Yanagıhara

Hanya Yanagihara çağdaş edebiyat dünyasının önemli kalemlerinden birisi olarak kabul ediliyor. En ünlü eseri Değersiz Bir Hayat (orijinal adıyla A Little Life) yayımlandığı 2015 yılından itibaren oldukça ses getirmiş, en prestijli edebiyat ödüllerinden biri olan Man Booker Ödülü’nün de final adaylarından biri olmuştur. 21. Yüzyılın en iyi romanları listelerinde de adı sık sık geçmektedir. Benim okuduğum ilk kitabı ise Cennete (orijinal adıyla To Paradise) 2022 yılında yayımlanmış, o da kendisine en çok satanlar arasında yer bulmasına rağmen yazarın ismi geçince akla gelen ilk eseri hâlâ Değersiz Bir Hayat. Ben ikisini de art arda ve uzun bir sürede okudum (Dilerseniz ikisini de üniversitemizin kütüphanesinde bulabilirsiniz.). Kitapları inanılmaz etkileyici ve sürükleyici bulmanın yanı sıra uzun bir süre sonra ilk defa bir yazara bu kadar hayran olduğumu fark ettim. Yanagihara basit soruları en ağır geldikleri yerlerde soruyor, bize erkekleri anlatıyor gibi görünüp cinsiyet sınırlarını anlatılanlar ve hisler üzerinden siliyor.

Değersiz Bir Hayat okumaya başlamadan önce okuyanın başlamakta olanı uyardığı bir kitap. Ağır temalar, anlatılmaktan kaçınılan detaylar, etkisinden uzun süre çıkılamayacak olaylar… Hepsi kendine yer buluyor, belki de çoğumuzun bilmek istemeyeceği bir incelikle işleniyor. Olay örgüsünün yanı sıra farklı hayatların nasıl kesiştiğini, birbirlerini nasıl var ettiklerini görüyoruz. Hiç bir şey vaat etmezmiş gibi duran zamanın belirsizlikten başka bir şey olmayan hayatla el ele verip neler hazırladığına şahit oluyoruz. En basit sözlerin, bir telefon aramasının, karşı tarafın haberi olmadan onlara verdiğimiz ikinci şansların biz bilmeden onları hayata tuttuklarını görüyoruz. Sonra insanların sınırı olmayan kötülüğünü görüyoruz ve sınırı olan ama yine de umudumuzu diri tutan iyiliğini. Kopmayı, var olmayı, ölümü ve en çok da sevgiyi anlıyoruz. Sevginin formlarını görüyoruz, canımızı en çok yakan da sevginin bile kaybedilen bir sevgiliden, yitirilen bir oğuldan sonra çok basit ve ürkek bir soruyla sorgulanması oluyor.

Sence benimle mutlu muydu?

Cennete ise Değersiz Bir Hayat’a göre biraz daha hafif diyebiliriz. Kitapta yer alan üç zamanın da uzak olması ve kurulan dünyaların da gerçekliğimizden kopuk olması sebebiyle okuması daha kolay olarak nitelenebilir. Bana göre Cennete de duygusal açıdan oldukça sarsıcı, kendi üzerinde irade sahibi olamamak ve hayatın sana ne yapacağını bilememek, sevmek ve sevilmek ya da sevildiğini sanmak gibi ince konuların bu kadar güzel ve özel bir kurmacayla anlatabilmesi oldukça etkileyici. Büyükbabalar, babalar, oğullar, torunlar… Hawaii, Amerika ve yeni baştan çizilmiş bir harita… Tekrar eden isimler, farklı karakterler ama aynı kalan sevilme ihtimalinin yaşamı anlamlı kılışı… Yanagihara’yı farklı kılan ve bence kalemini bu kadar çarpıcı ve özel yapan nokta,, bir sürü evren ve olayın arasında duygusal planın hiç kaybolmaması ve anlaşılmak için üstün bir çaba gerektirmemesi.

Yanagihara erkekleri anlatıyor. Bu anlatım karikatürize bir yerden, planlanmış bir sunucudan değil. İç dünyaları görece daha yabancı olan erkekler merceğinin altında yer alıyor. Yetersiz hisseden erkekler, kızgın erkekler, kırgın erkekler, susan erkekler, başka bir erkeğin merhametinde olan erkekler, kötüler, iyiler… Anlatılanlar, hissedilenlerin aslında cinsiyetle bir alakası olmadığını gösteriyor, bir kadın tarafından yazılan, oluşturulmuş erkekler gözüyle karakterlere bakamıyoruz. Onların yerine kendimizi koyabiliyoruz, bu kadar iyi olabilecekleri de bir gerçek, kötülüklerinin bir sınırının olmadığı da. Uzak hatta imkânsız gözüken hayatların içinde bütün bunların anlatılması da buna bir engel oluşturmuyor. Hanya Yanagihara, insanın sadece insan olduğunu, ağır temalar, birbirine girmiş zamanlar ve kültürlerle bize gösteriyor.

Leave a Reply