Hayatta herkes gibi olmamız beklenir bizden. Bazı geceler “yeşil periler “görmenin normal olmadığı dikte edilir. Özellikle de kadınsak insanlara herkesten çok daha makul gözükmeliyizdir. Kahkahalarımız kısık sesle olmalı, hareketlerimiz nazikçe süzülen bir balerininkine benzemelidir .Ne düşünüyoruz, nasıl davranmak istiyoruz sorusunun bizdeki anlamını yitirmesi gerekir. Çünkü toplum, isyankar ve güzel kadınların hayatını cehenneme çevirmeye kodlanmış bir bilgisayar oyunundan farksız değildir, tabiri caizse eğer çok güler ve çok konuşursak hele ki çok güzelken, bir meta haline dönüşürüz. Ayıplanırız. Kayboluruz. Çünkü zaman su misali akıp dursa da kadına bakış, kadının nasıl olması gerektiğine dair anekdotları veren insanlar tarafından hep aynı bırakılır. İşte bu yüzden toplumda kendimizi kendi hayatımızdaki bir nesne olarak görmekten öteye gidemeyiz.
“Kapak Kızı” olan Şebnem’in hikayesi de başta herkes gibi bana da fazla uçlarda gelmişti. Her kadının ömrünün belli bir kısmında yaşayabileceği şeyleri neden bu kadar abartıp kapak kızı olmayı seçmişti onursuzca? Ama önyargılarımdan tamamen sıyrılarak bir daha okuyunca anladım ki Şebnem’in yaptığı onursuzluk değil, onursuzluğun tam tersine ne denirse tam olarak oydu. Cesaretti. Herkese gününü göstermekti. İnsanları suskunluğa sürüklemekti. Hayatında ilk defa önemsenmeyi tatmaktı. Kendi hayatımdan hiçbir şey bulamam deyip bırakmanın eşiğine geldiğim bu seride Ayfer Tunç beni hikayenin içine öyle bir hapsetti ki onun sözcüklerinin arasından her zamankinden daha farkında olarak çıktım desem yanlış olmaz. Hayatın basmakalıp normlara uyamayacak kadar zor ve acımasız olduğunu anladım mesela.

İşte “Yeşil Peri Gecesi”beni bu isyani perspekfikten bakılınca çok etkileyen bir roman oldu.”Kapak Kızı”nın devamı olan bu kitap, serinin ikinci kitabı olmasına rağmen bende en çok etki bırakan ve diğer iki kitaptan çok daha ayrı yerde değerlendirilmesi gereken bir kitap izlenimi yaratıyor. Bazen Şebnem oldum kitabı okurken onunla hiç bağ kuramayacağımı düşünmüş olsam da. Bazen dışarıdan bir göz oldum. Bazense sadece bir kadın olmam yetti bu edebi eserle bağ kurabilmem için. Cam kırıklıklarının ardına gizlenmiş birkaç hüzünlü yüz, Şebnem’in dinmeyen yalnızlığı ve daha nicesi bu esere duygusal bir açıdan bakmamı sağlayan soyut unsurlardan.

Peki asıl sorumuza gelirsek: Hayatın acımasızlığı ve bazen de kendini bulamamış olmanın acı gerçekliği karşısında kendimizi teslim edip yeşil periler görmeli miyiz? Yani gerçeklerden kaçıp bazen tehlikeli şeylere sığınarak realizmi reddetmeli miyiz? Yeşil peri görme olayı gerçekte fazla miktarda alınması yasaklı olan absent adlı alkolün fazla kaçırılmasıyla oluşan fizyolojik bir olay olsa da romanda çoğunlukla Şebnem, Osman ve arkadaşlarının acılarından köşe bucak kaçmak için kullandıkları bir metafordan başka bir şey değil zannımca. Kendilerini absente vuran Şebnem ve Gün’ü hatırlarsınız. Sıkıntı veren olayları bu şekilde atlatmanın illüzyonuna kapılmışlardı ve buna “Yeşil Peri Gecesi”demişlerdi. Romana ismini veren bu enteresan gece belki de bizlere şunu söylüyordur: Hayatta bazı geceler periler görmemiz gerekir, gerçek olduğuna inanmasak bile. Hayattan kaçmak için ve hayata devam edebilmek için.

Mağduriyetin, sevilmemenin yükünün ve cesaretin çok büyük bir örneği olarak gördüm hep bu eseri. Kadına bakışın, ona güvenmemenin bir kadını nasıl yaşamın kıyısına sürükleyebileceğini anladım ve bu anlam içimizdeki boşlukları materyalist bir bakış açısıyla değil soyut bir anlamda doldurmamız gerektiğini hatırlattı. Önce ruhumuzu doyurmamız gerektiğini, daha sonra somut olarak iyi olma haline geçebileceğimizi ve bunu yaparken hali hazırda sağlıklı birer bireye dönüşeceğimizi öğrendim. Fakat evet, bazı geceler çok zor olabilir yine de ve bu gecelerde perilerimizin peşinden koşmakta ve onları zamanı geldiğinde defetmekte hiçbir sorun yoktur fikrimce.
“Bazı zamanlar ertelenemez çünkü. Bazı hesaplardan vazgeçilemez. Bazı defterler kapatılmadan yola devam edilemez.”
Görsel Kaynakçası:
artucky.comhttps: