(Bu yazı spoiler içerir)
Ne zaman bir dizi ya da film bir toplumdaki insanların dilinden düşmeyecek kadar büyük bir akım yaratsa, onu izlemiş izlememiş herkesin bir parçası haline gelir. Kişisel görüşümüzden bağımsız olarak o hikaye tarihimizin bir parçası olmuştur- Hayatımızın o dönemini o diziyle özdeşleştirir, isminin anılmasıyla bile bir anda o yıllarda kim olduğumuzu, o hikaye günlük konuşmalarımızın baş tacı iken hayatın nasıl olduğunu anımsarız. Netflix’in şu ana kadarki (Ekim 2021) en çok izlenen orijinal dizisi olmuşken 2021 yapımı Squid Game’in dünya üzerinde ne büyük bir etki bıraktığını kanıtlamam gerekmez sanırım. Kalanımız gibi gündelik hayatınızı saatlerce telefon ekranını kaydırarak geçiriyorsanız oyunlar baktığınız her köşe: Devasa robot bir kız, şekil şekil dalgona şekerlemesi ve maskeli pembe adamlar. İyi bir temeli olduğunda “Ölümü Oyunu” janrasının ne kadar iyi işlenebilen bir medya türü olduğunu bilen bir medya düşkünü olarak ben de erkenden sosyal baskıya teslim olup dizinin başına oturdum. Bu daha çok kişisel bir tecrübe mi emin değilim, ancak bazen bir dizinin daha ilk dakikasını görmeden o diziyi sevip sevmeyeceğinizi bilirsiniz. Ben Squid Game’in beni sarsacağından her zaman emindim. Ama içgüdülerinin hep doğru çıkmasıyla övünen ben bile bu hikayenin beni tam olarak ne kadar etkileyeceğini ön göremedim.
Squid Game’in bana neden bu kadar dokunduğunu anlatmak zor- Oldukça kaliteli bir prodüksiyonu, harika bir oyuncusu kadrosu var. Kurgusundaki toplumsal eleştiriyi sanatsal ama bir o kadar da yalın ve direk bir şekilde işleyip Güney Kore’nin sosyo-kültürel yapısında kesişimsel kimliklerin varoluş mücadelesini kanayan bir içtenlikle anlatıyor. Bütün bunlar yeni diziler arasında çok sağlam bir temeli olduğunu açıklıyor olsa da Squid Game, kapitalist düzene bir eleştiri olarak yazılan ilk ya da son eser değil. Benim bu alanda tükettiğim tek medya ise hiç değil. Peki o zaman onu diğerlerinden ayıran ne oldu? Aynı eleştiriye sahip olan 2020 yılını kasıp kavurmuş olan Parasite’da benzer şekilde aradan sıyrılıp göğsümü sıkıştırmış, daha önceden görmediğim, daha da doğrusu görmekten kaçındığım devasa gerçekleri yüzüme vurmuştu.
“Zengin olduğunuzda cömert davranmak daha kolay ve bu, iyi olmak gibi tercüme ediliyor. Daha az varlıklıysanız, cömert olmak isteseniz bile, bu oldukça zor” (Parasite, 2020)
Squid Game de tam olarak bunu yansıtmak için oluşturulmuş bir metafor. Elinde çok fazla parası ve zamanı olan insanların alt sınıf, işçi kesimini sömürmeleri, çırpınışlarını bir eğlence haline getirip sonra da çaresizliklerine, vahşiliklerine gülmeleri… Paranız yoksa sistemin dönmesi için gereken bir çarktan, bir yarış atından, ya da bu bağlamda kelimenin anlamıyla dev bir domuzcuk kumbarasının içine atılan birkaç banknottan başka bir şey değilsiniz.
Her şeyin sorumlusunun gücü elinde tutanların, oyunları tasarlayanların olduğu belli olsa da katılımcıların nasıl olur da böyle bir teklifi kabul edebildiklerine anlamak kolay olmuyor. Diziye ikinci kez ailemle başladığımda annemden bu konuda çok şikayet duydum- Zor durumlarda olduklarını görse de oyuncuların nasıl böyle bir kaderi seçebildiğini anlamak vaktini aldı. Ancak daha ikinci bölümde gördüğümüz gibi bu seçim sadece bir illüzyon. Oyunları oynamak, ya da oynamamak, aslında hiçbirinin gerçek bir seçim şansı yok. Toplumun geride bıraktığı, yok olana kadar görmezden geldiği ve hatta yok olmasını umduklarıysanız, ahlak ve etik kuralları yan yana yığılmış bir grup harften başka bir şey değildir. Zulüm kavramı anlamlı değildir. Çünkü düzen parası olmayanlardan hayatta kalma içgüdüsü dışında her şeyi tüketip, ve sonrada bu kendini korumayı onlara karşı kullanır. Oyuncuların bencillikleri olmadan oyunlar oynanamaz.
Bunun için karakterleri yargılayabilir miyiz? Ben, bir büyük şehirde özel bir üniversitede okuyan bir öğrenci olarak bunu yapabilecek bir pozisyonda mıyım? Hayırdan başka bir cevabı içimde bulamıyorum, ve Squid Game’in de hedefinin de bu insanları kötü adam yerine koymak olduğunu düşünmüyorum. Benim için bu hikaye ve Gihun, ana karakter olarak oyunlardaki diğer herkesin zalimliğini vurgulamak için değil, tünelden çıkışı gösterecek aydınlık olarak var. Dizi boyunca inanılmaz kanlı ölümler, insanlığımızı sorgulatan zulümler görüyoruz. Gaddarlığı ve her daim orda olmuş olan adaletsizliği görüyoruz. Bütün bunlar, ve de Gihun: İlk oyundan başkalarını iyilikseverliği sayesinde sağ çıkabilen Gihun, köprüde kendi sırasını başkasına vermekten tereddüt etmediği için hayatta kalan Gihun, Ilnam ve Saebyok’a her zaman sahip çıkan Gihun. Başına gelmiş ve gelecek olan her şeye rağmen, sadece kendini düşünmesi için bin tane haklı sebebi varken, hala şefkati seçen Gihun…
Sistem yalnız olmamızı istiyor çünkü ancak bu şekilde bizden faydalanabilir, bizimle eğlenebilir. Ama kolektif iyiliği kendimizden üste koymakta güç var, bir savaşma şansı var. Pek çok kişinin dizinin sonuna verdiği tepkinin kızını görmeye gitmediği için Gihun’a kızmak olduğunu gördüm, ve her ne kadar iyi bir baba olmaması konusunda hemfikir olup bu öfkeyi anlasam da karakterine ve bu hikayeye daha iyi uyan, daha anlamlı bir son düşünemiyorum. İşte bu en son sahneyi izlerken kendimi kaybedip gözyaşlarına boğuldum, çünkü o an gözlerimin önünde bir döngü kırıldı. Çünkü Gihun önemli olanın sadece kendi mutluluğu olmadığının farkındaydı, çünkü o onlar için savaşacak başka kimsesi olmayanları savunmak için durup geri döndü. Çünkü sistem ancak önemsersek yıkılabilir. Biz hikayenin size sunabileceği daha güzel bir teselli olabilir mi? Dizide izlediğimiz ve kendi hayatımızda şahit olduğumuz her şeyden sonra insanlarda hala iyilik olduğunu, ve hala değişiklik bir umudumuz olduğunu görmek. Onlar bunu görmek için burada olmasa da Gihun’un, annesinin, Ali’nin, Saebyok’un ve daha pek çok kişinin ona gösterdiği iyilik sayesinde orada ayakta duruyo olabilmesi, ve bu sevecenliği devam ettirmesi bana dünyanın sandığım kadar sert ve keskin olmadığını söylüyor. İnsanlar olarak şefkate sahip olduğumuzu, ve bunun anlamsız olmadığını. Ve belki de kendimizden başka kimsemizin olmadığını hissettiren bu toplumda birbirimize borçlu olduğumuz şey budur.
“Korkunç bir şey bu, insanların kaybetmediği bu iyilik. Korkunç çünkü en sonunda karanlıkta çırılçıplak kaldığımızda elimizde başka bir şey olmuyor. Öylesine zengin, öylesine güçlü olan bizlerin elinde bir tek bu kalıyor. Verecek başka bir şeyimiz yok.” (Ursula K. Le Guin, Karanlığın Sol Eli)
Kaynakça:
Bong, Joonho. Parasite, 2019. Barunson E&A. Film.
Hwang, Donghyuk. Squid Game, 2020. Siren Pictures Inc. Dizi.
Le Guin, Ursula K. Karanlığın Sol Eli. Ayrıntı Yayınları, 2013. Baskı.