Slovenya, turistlerin ilgisini henüz çok çekmemiş küçük bir Avrupa ülkesi. İtalya, Hırvatistan, Macaristan ve Avusturya’nın tam ortasında bulunan bu küçük ülkeyi haritada görmekte bile zorlanabilirsiniz. Diğer Avrupa ülkeleri kadar ilgi görmemesini anlayamamış olsam da bu durumun getirdiği olumlu yönler de var elbette. Gittiğiniz her yerde turist kalabalığından ve gürültüsünden bunaldıysanız buranın çok ilgi görmüyor olmasına sevineceksiniz. Konumu gereği, rotanıza kolayca ekleyebilirsiniz. Hırvatistan seyahatimin sonrasına eklemiştim Slovenya’yı. Gidip görene kadar da beklentimi düşük tuttuğumu itiraf edebilirim. Kesinlikle yanılmışım, bu ülke doğasıyla büyülüyor!
SLOVENYA HAKKINDA
Ülkenin %60’ı ormanlarla çevrili bu yüzden 2016’da “Green Capital” unvanını almış. Yeşili ve maviyi iç içe barındıran Slovenya; hem doğa tutkunları hem de sakinliği sevenler için ideal bir adres. Ülkede para birimi olarak 2007’den beri Euro kullanılıyor, nüfusu 2 milyon civarında, resmi dili ise Slovence. Komşu olduğu bütün ülkelere özgü bir şeyler bulabilmeniz mümkün; bu sebeple, özellikle mutfağı çok zengin. Nerede konakladığınızın pek bir önemi yok çünkü her yer birbirine çok yakın. Şehir içi ulaşımı bisiklet kiralayarak veya yürüyerek kolayca sağlayabilirsiniz. Slovenya, Balkan ülkeleri kadar ucuz olmasa da Avrupa ülkelerine kıyasla oldukça ucuz. 4 günlük seyahatim boyunca başkent Ljubljana ve Bled’de bulundum. Mesafeler kısa olduğu için Bled’de konaklamadım, aynı gün Ljubljana’ya dönüş yaptım.
LJUBLJANA
Ljubljana, Slovenya’nın en büyük şehri ve başkenti. Yazılışı itibariyle random gülüşü andıran bu şehir “lübliyana” diye okunuyor. Küçük bir şehir olmasına rağmen gezilecek yerler oldukça fazla. Şehirde konaklamak için bütçenize uygun herhangi bir oteli tercih edebilirsiniz. Diğer Avrupa şehirlerinde olduğu gibi şehir merkezinde otel aramanıza gerek yok çünkü şehrin en uzak yerine yürüyerek 1 saatte ulaşabiliyorsunuz.
NEREYE GİDİLİR?
- Preseren Meydanı: İsmini Sloven şair France Preseren’den alıyor. Dolayısıyla, meydanın tam ortasında şairin heykeli yer alıyor. Ayrıca şehirde bulunan 3 köprü bu meydanda birleşiyor. Tromostovje (Üçlü Köprü) olarak bilinen köprü Old Town ile Preseren Meydanı’nı bağlıyor. Hem araçlar hem de yayalar köprüyü kullanabiliyor. Doğal olarak, şehrin kalbi diyebiliriz bu meydan için.
- Ejderha Köprüsü: Üzerinde 4 tane ejderha heykeli bulunduran bu köprü şehrin ana köprülerinden biri. Şehrin simgesinin ejderha olması sebebiyle her yerde ejderha figürü görmeniz mümkün. Nedir bu ejderha mitinin önemi? Şehrin kurucusu Jason (Yunan mitoloji kahramanı), kralın pelerinini çalıp Ljubljana topraklarına geliyor ve Ljubljana’nın sahibi ejderhayı öldürüyor. İnanışa göre; kaleye gömülen ejderha yüzyıllardır bu şehri korumaktaymış.
- Ljubljana Kalesi: Kalenin ilk ne zaman inşa edilmeye başlandığı tam olarak bilinmese de 11.yüzyıl olarak tahmin ediliyormuş. 15.yüzyılda Osmanlı saldırılarına karşı sağlamlaştırılmış. Daha sonra ise terk edilen kale, bir süre hapishane olarak da kullanılmış. St. George Şapeli ve Gözcü Kulesi, kalenin dikkat çeken kısımlarından. Açıkçası kalenin içini gezdiğimde biraz hayal kırıklığına uğradım ancak kaleden şehrin manzarasını izlemek oldukça keyifliydi. Ayrıca, kalenin içinde Slovenya’ya özgü yemekler yapan bir restoran bulunuyor. Kaleye yürüyerek ya da füniküler ile çıkabilirsiniz. Ben füniküler ile çıkmanızı tavsiye ederim; hem zamandan tasarruf etmiş olursunuz hem de şehrin manzarasını izlemiş olursunuz.
- Metelkova: Giderken biraz ürkeceğiniz ama sonrasında hayran kalacağınız Metelkova; özgürlüğün ve sanatın merkezi olarak anılıyor. Şehrin diğer kısımlarına hiç benzemiyor, bir nevi paralel evren. Bir zamanlar hem Yugoslavya’nın hem de Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun kışlası olarak kullanılan bu bölge ordunun çekilmesinden sonra Network of Metelkova adlı bir grup tarafından işgal edilmiş ve özerk bir bölge yaratılmış. Bu bölgenin yasal bir statüsü yok, bölgede bulunan yalnızca bir hostelin legal statüsü var. Sanatın her türlüsüne rastalayabilirsiniz burada: grafitiler, heykeller, stenciller… Aynı zamanda etrafta birçok galeri, kafe ve bar bulabilirsiniz. Ben çevreyi iyi gözlemleyebilmek için gündüz gitmeyi tercih ettim ancak gece hayatını seviyorsanız burası, gece hayatı için en çok önerilen yerlerden biri. Metelkova, Avrupa’da gördüğüm en sıradışı yer!
YEME-İÇME
Ljubljana’da yeme-içme konusunda hiçbir sıkıntı yaşamayacağınıza eminim. Mutfağı çok zengin, mutlaka kendinize göre bir şeyler bulacaksınız. Farklı tatlara uyum sağlama konusunda çok iyi olmamama rağmen burada hiç sıkıntı yaşamadım. Balkanlar’dan, İtalya’dan, Macaristan’dan alışkın olduğum birçok yemeği burada da gördüm. Mesela, birçok menüde Macaristan’ın meşhur yemeği Gulaş’a rastlayabilirsiniz. Yemek yediğim restoranların hemen hepsinden memnun ayrıldım, bu yüzden tek tek restoran isimlerini listelemeyeceğim. Ancak, mutlaka gitmenizi tavsiye edeceğim tek yer: Slovenska Hisa. Hisa ev anlamına geliyormuş Slovence’de. Preseren Meydanı’nda bulunuyor, konumunu kolaylıkla bulabilirsiniz. Tavsiye etmemin sebebi ise Slovenya kahvesi yapıyor olmaları. Bizim Türk kahvesine çok benziyor ancak daha büyük bir fincanda servis ediliyor ve üstüne süt ilave edilerek içiliyor. Tadı, süt ekleniyor olmasına rağmen Türk kahvesinin aynısı diyebilirim. Ayrıca, sunumlarını da çok beğendim. Kafedeki garsonla biraz sohbet ettim ve ona Türk kahvesinden bahsettim. Türk kahvesini bildiğini, Bosna seyahatinde içtiğini ve onların kahvesine çok benzediğini söyledi. Kısacası, ben buraya bayıldım ve eğer yolunuz Ljubljana’ya düşerse buraya mutlaka gidin!
BLED
Ljubljana’dan sonraki rotamız ise Bled oldu. Julian Alpleri’nin eteğinde konumlanmış bu yer, masal kitaplarından çıkmış gibi. Gitmeden önce fotoğraflarına bakarken Bled Gölü’nü çok beğenmiştim ancak ilk kez bir yerin fotoğraflardan daha güzel olduğunu fark ettim.
Bled’de gezilecek yerlerin başında Bled Kalesi geliyor. Gölün yukarısında konumlanmış olan Bled Kalesi, Slovenya’nın en eski kalesi olarak biliniyormuş. Kaleyi gezmeden önce mutlaka aşağıdan izlemenizi önereceğim. Kalenin içinde müze bulunuyor dilerseniz içeri girip burayı ziyaret edebiliyorsunuz. Kaleye yürüyerek ya da araba ile çıkabilirsiniz. Kale, dik bir tepede konumlanmış olduğu için yürümek çok yorucu oluyor. Eğer bu yorgunluğu göze alıp kaleye tırmanacaksanız, kaleye çıktığınızda, tepeden gölün manzarasını izlemenizi öneririm.
Kalenin dışında, Bled gölünün ortasında konumlanmış olan St. Mary Assumption Kilisesini de gezmenizi öneririm. Barok tarzda inşa edilmiş olan bu kilise, beklentiyi karşılamasa da manzara açısından da iyi bir konum sağlıyor. Kilise, gölün ortasında bulunuyor ve kayıklarla ulaşım sağlıyorsunuz. Bu sayede, gölü de turlama imkanı yakalıyorsunuz.
Bled, 54 km uzaklıktaki Triglav Milli Parkı içerisinde yer alıyor. Triglav Milli Parkı, ülkenin %4’ünü oluşturuyormuş. Zamanım olmadığı için gidemedim. Eğer doğa sporları ile ilgileniyorsanız ve doğa tutkunuysanız mutlaka görmeniz gereken bir yer. Bled’den turlar düzenleniyor, yaklaşık 60 euro civarı bir ücret ödeyerek bu turlara katılabiliyorsunuz. Tabii kıyafetinizin ve ayakkabınızın gezi için uygun olması önem teşkil ediyor. Gezinize Triglav Milli Parkı da ekleyecekseniz bir gece Bled’de kalmanızı öneririm.
NE YENİR?
Bled Adası’nı ziyaretiniz bittiğinde çevredeki restoranlardan birinde Kremna Rezina tatlısını denemelisiniz. Tatlıyı Ljubljana’da da bulabilirsiniz ancak Bled’de yemenizi öneriyorlar. Kremna Rezina’nın kökeni Avusturya’ya dayanıyor. Milföy ve kremadan oluşan bu tatlı oldukça hafif.
Slovenya her anlamda muhteşem bir gezi destinasyonu: karma bir kültüre sahip, ulaşım çok rahat ve doğası muhteşem. Bence burası, Avrupa’daki en güzel yerlerden biri. Henüz çok keşfedilmemişken ve turist akınına uğramamışken mutlaka görmelisiniz!