Yeme bozuklukları psikiyatrik tanılar kitabına girmiş ciddi hastalıklar olup dört başlık altında sıralanırlar; anoreksiya nervoza, bulimiya nervoza, binge eating (tıkınırcasına yeme) ve diğer atipik yeme bozuklukları. Anoreksiya hastaları genellikle dış görünüşleri itibariyle kolaylıkla teşhis edilebilirken bulimiya ve binge eating hastalarına çok hızlı ve aşırı kilo kaybı yaşamadıkları için daha zor tanı koyulur. Son yıllarda ise yeme bozuklukları içerisinde çok daha sinsi bir tür ortaya çıktı: Ortoreksiya nervoza.

Atipik yeme bozukluklarından olan ortoreksiya nervoza kişinin sağlıklı beslenmesi hakkında aşırı kaygıya sahip olması durumu olarak tanımlanıyor. Orthos (doğru) ve orexis (açlık) kelimelerinin birleşiminden oluşan bu isim, Türkçe’ye “doğru açlık” olarak çevrilebilecek olsa da doğrudan ziyade “sinsi” demek daha uygun olur.  Kişinin sağlığını önemsemesi ve yer yer bu konuda endişelenmesinin doğal ve hatta takdire layık bir özellik olarak görülmesi bu hastalığın teşhisini çok zor kılıyor. Bu yüzden ilk kez 1997 yılında Dr. Steven Bratman tarafından klinik bir tablo olarak tanımlanan bu durumun gerçekten bir hastalık olup olmadığı uzun süre tartışma konusu oldu. Bugün halen bu durumu obsesif kompulsif bozuklukların bir alt kümesi olarak değerlendiren doktorların varlığına rağmen pek çok uzman ortoreksinin bir yeme bozukluğu olduğu konusunda hemfikir. Her hastada belirtiler farklı farklı kendini gösterse de en sık rastlanan tablolar hastanın aşırı anksiyeteli olması, farklı herhangi bir besini şiddetle reddetmesi, yemek yemenin bir tür ritüel halini alması ve ilerleyen aşamalarda sağlıklı olmadığı inancıyla hemen hemen hiçbir besin tüketemez hale gelinmesi.

Peki… Neden?

İnsanlar neden son 20 yılda yediklerinin sağlıklı olmasını takıntı haline getirmeye başladılar?

Çoğu yeme bozukluğunun tıbbi anlamda belirli bir sebebi yoktur. Ancak ortoreksiya nervoza bakımından, her psikolojik rahatsızlıkta olduğu gibi genetik faktörlerin yadsınamaz etkisini bir kenara bırakırsak, artan sağlıklı yaşam fetişizminin ana sebep olduğunu görürüz. Bu sebep sonuç ilişkisinin kurulmasında en büyük etken de hastalığa dair verilerin büyük kısmının Avrupa ve ABD bölgelerinden toplanmış olmasıdır. Bu bölgelerde internet erişimi çok daha fazla, dolayısıyla sağlıklı yaşam hakkındaki içeriklere insanlar dünyanın geri kalan bölgelerine kıyasla çok daha fazla maruz kalıyorlar.

Clean Eating Movement’ın (temiz yeme hareketi) interneti sarmasıyla birlikte şekersiz kek tarifleri ve yeşil smoothielerin popüler kültürün birer parçası haline geldiği kabul edilmelidir. YouTube’da en çok tıklanan videolardan bazılarının “What I eat in a day? (Bir günde neler yiyorum?)” konulu olması insanların başka insanların yediklerini onları sevmek, idealize etmek ve belki de popülarize etmek için bir araç olarak kullandığının kanıtı.

Her ne kadar internette sağlıklı yaşamla ilgili içeriklerin çoğalması ve bu içeriklerin erişilebilirliğinin artması istenen bir durum olsa da ortoreksiya nervoza bu içeriklerden aşırı etkilenmenin takıntılı bir ruh haline sebep verebildiğini gösteriyor. Dr. Steven Bratman’ın hastalığın tanısı için elverişli olduğunu düşündüğü anketinden yardım alarak bu konudaki tutumumuzu değerlendirebiliriz. Bu sorulardan bazıları şu şekilde:

  • Günde ne kadar zamanı ne yiyeceğiniz hakkında düşünerek geçiriyorsunuz? Bu süre 3 saatten fazla mı?
  • Kendinize karşı gittikçe daha sert davranıyor gibi hissediyor musunuz?
  • Eskiden keyif aldığınız deneyimleri sağlıklı olduğuna inandığınız besinleri tüketmek adına feda ediyor musunuz?

Şüphesiz ki hepimiz sağlıklı olmak istemeli ve bunun için çaba sarf etmeliyiz. Ancak internette sürekli karşımıza çıkan içeriklere karşı daha temkinli olmayı ve hiçbir şeyi abartmamak gerektiğini de unutmamalıyız.

Leave a Reply