Emekli Büyükelçi Ufuk Tevfik Okyayuz ile Röportaj: Lozan

Sayın Ufuk Tevfik Okyayuz İstanbul doğumlu olup Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun olmuştur. Tek çocuk babası Sayın Okyayuz, Tiflis(1994-1998) ve Zagreb(2001-2004) büyükelçimiz olarak görev yapmıştır. Röportaj talebimizi kırmayıp Lozan Konferansı konusunda sorduğumuz sorular doğrultusunda görüşlerini bizlerle paylaşan emekli büyükelçimize teşekkürü borç bilirim.

♦Sayın Okyayuz, bildiğiniz üzere Musul konusu Lozan Konferansı’nda başımızı en çok ağrıtan konulardan biri ve İngilizlerle çetin bir mücadeleye giriyoruz. Ancak çözümü konferans sonrasına bırakılan bu konuda başarısız oluyoruz. Bu konudaki görüşleriniz neler?

-1910 senesinde İngiliz donanması o dönemin en güçlü donanması ve İngiliz hükumeti çok radikal bir kararla donanma gemilerinin yakıtını kömürden mazota çeviriyor. Tam bu münakaşa devam ederken uluslararası ilişkilerde “Panter olayı” diye geçen bir olay var. Panter adlı bir Alman savaş gemisi Fas kıyılarına geliyor. Bu sırada 2 Alman denizcisi firar ediyor. Bunun üzerine gemi kaptanı silahlı bir müfrezeyi Fas’a indiriyor ve askerler yakalanıp gemiye geri getiriliyor. Hükümran bir devletin topraklarında silahlı bir kovalamaca… İngilizler bundan oldukça ürküyor. Çünkü bu, Almaların ilk kez başka bir ülkeye deniz gücü yansıtması. Daha sonra Uzak Doğu’da, Afrika’da aynı şeyler cereyan ediyor ama bu başlangıç. Bunun üzerine Churchill bir konuşma yapıyor ve konuşmasında şöyle diyor: “İngilizler her koşulda İngiliz petrol kaynaklarını ve petrol yollarını güven altında tutacaktır.” Bu İngiliz dış politikasının değişmez noktası. Şimdi Musul’u istiyorum ben deseydiniz Lozan’da İngilizlerle savaşı göze almak zorundaydınız ki elimizden geldiğince Musul’u da savunmaya çalıştık orada. Ancak Lozan’ı başarısızlık olarak görenler buna karsı derhal diyeceklerdi ki peki neden Lozan’da İngilizler Musul konusunu kestirip atmadı da çözümünü sonraya bıraktı? Şunun altını çizmek gerekir ki İngilizler aslında o sırada kendilerini gösterdikleri kadar güçlü değillerdi. Çünkü Çanakkale Savaşı’ndan sonra Avustralya ve Yeni Zelanda, İngilizlerin asker taleplerine hayır dediler, gözler açılmıştı. Onun için İngiliz daha yumuşak bir yaklaşımla “Musul’un ne acelesi var, zaman içinde hallederiz” politikası güttü. İsmet Paşa çok güzel anlatıyor: “İngilizler Lozan Konferansına bazı şeyler ümit ederek geldi. Şimdi bu Türkler reformlar yapacaklar, halk isyan edecek, ortalık toz duman, Ankara hükumeti yıkılacak ve nihayetinde ben de istediğimi yapacağım. Bunların ayrıca reform için paraya ihtiyacı var, ben de o zaman yine gırtlaklarını sıkacağım.” Lozan’da masada başarısız olduğumuz 3 konu var. Musul, Hatay ve boğazlar. Bunlardan ikisi daha sonra lehimize çözümlendi, yalnız Musul aleyhimize çözümlendi. Musul’da uluslararası adil bir denetimle tespit yapılsaydı sonuç böyle mi olurdu bilemem ama İngiliz işgali altındaki Irak’ta yapılan referandumun sonucu ne kadar sağlıklı olabilirdi ki?

İngiliz Dış politikasından bahsettiniz; İngilizler dış politikalarında gerçekten bu kadar başarılılar mı ve eğer öyleyse bunu neye borçlular?

-Churchill’in İngiliz dış politikasını tüm açıklığıyla önümüze seren oldukça önemli bir sözü vardır. 2. Dünya Savası bitmiş, ortalık birbirine girmiş, Sovyetler Doğu Almanya’yı işgal etmiş. Churchill’e gelip soruyorlar: “Efendim şimdi İngiltere’nin siyaseti değişti mi? Artık Almanlarla dost Ruslarla düşman mı olduk?” Churchill aynen şu cevabı veriyor: “İngiltere’nin dostu düşmanı yoktur İngiltere’nin çıkarları vardır.” Bir devletin dostu düşmanı yoktur çıkarları vardır. Amerika bu konuda çok daha saftır. Onlar bir anlamda Osmanlı’nın yükselme dönemindeki dış politikasını güderler. Kaba kuvvete dayalı bir politika diyebiliriz. Arkasında büyük bir güç, büyük bir kapital var. İngiltere için aynı şeyden bahsetmek imkansız ancak onların da çok güçlü bir dış politikası var. Asırlardır gelen geleneklere dayalı kuvvetli bir dış politika ve bunun altından başarıyla kalkmayı biliyorlar.

İsmet Paşanın Lozan’daki performansını yetersiz hatta başarısız bulanlar var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

-İsmet Paşanın yalnızca Lozan için dahi heykelini dikmek gerekir. Çünkü ne geçmişi ne de tahsili diplomasiye uygun değil ancak hayat tecrübesi var. Her şey burada başlıyor. Paşa, hesap kitap adamı; karşıdakinin amacını ve olanaklarını biliyorsan ona göre kendi savunmanı hazırlayabilirsin. Bir asker olarak İsmet Paşanın ömrü böyle geçmiş. Aynı kurmay taktiklerini Lozan’da uyguluyor. Paşanın konferansa dair şöyle bir sözü var: “Benden ne istediklerini biliyordum.” Bir diğer önemli nokta da şu: İsmet Paşa Lozan’da, konferansın başından itibaren eşit taraf olarak kabul ettiriyor kendisini. Mağlup bir ülkenin delegesi değil barış anlaşması yapmaya gelmiş eşit bir ülkenin delegesi olarak oturuyor. Orada tüm kavgası bunun için. Tam da bu noktada şu anekdotu paylaşmak isterim: Lozan Konferansı’nın açılış gününde normalde İsviçre cumhurbaşkanı konuşma yapacak ve ardından açılış tamamlanacaktı. Plan buydu ve İsmet Paşa olur da bir müttefik devlet temsilcisi konuşma yaparsa biz de yaparız diye uyarmıştı. Ancak cumhurbaşkanının ardından sahnede Curzon belirdi. Onun konuşması dinledikten sonra İsmet Paşa bu sefer sahnenin yolunu tuttu. Herkes şaşkın şaşkın ona bakarken, Paşa konuşmasını yaptı ve sahneden indi. Eşitlik için mücadele etti ve bunun için elinden geleni yaptı. Biraz önce Churchill’in sözüne değinmiştik: Bir devletin dostu düşmanı yoktur çıkarları vardır. Bu çıkarları elde etmek için ne yapılması gerektiği ise teoriyle değil pratikle olur. İsmet paşa bunları çok iyi tartan bir adam. Bana sorarsan İsmet Paşa,, Lozan Konferansı masasında o günün koşulları altında Türkiye’nin alabileceğini eksiksiz almıştır.

Lozan Konferansı’nın bir başka tartışma konusu boğazlardan bahsetmek gerekirse, boğazları bu kadar önemli kılan ne? Ruslar için boğazlar ne anlam ifade ediyor?

-Rusya’nın bugünkü hali 17. yüzyıldaki halinden pek farklı değil. Sıcak denizlere kapısı yok ve sıkışmış durumda. Bütün limanları kapalı denizlere. Bundan ötürü boğazlar Ruslar için hayatı önem taşıyor. Türklerle yüzyıllardır didişmesinin sebebi de budur. Ruslar buna çözüm olarak düşünüp Baltık ülkelerine el koydu ama bu sefer de Baltık Denizine kapalı kaldı. Bir de Baltık Denizi boğazlarla kontrol altında tutulabilir. Japonlarla itişip kakışması yine liman sorunundan ki o da elinden çıktı. Rusya’nın 2. Dünya Savaşı biter bitmez bir girişimi oldu. Türkiye’ye bir nota verdi ve boğazlarda üs istedi. Çünkü bütün savaş boyunca müttefikler Rusya’ya yardımı Buz denizinden yaptı. Notanın hemen ardından Büyük Millet Meclisi toplandı ve şu kararı aldı: “Boğazlar Türkiye’nin boğazıdır, uzanan eli kırarız!”. O sırada Washington’daki büyükelçimiz vefat etti ardından Amerikalılar büyükelçinin naaşını İstanbul’a Missouri zırhlısıyla gönderdi. Bu da Amerika’nın Rusya’ya cevabıydı. Boğazlar Lozan Konferansı’nda tarafsız bölge ilan edildi. Daha sonra Montrö’yle tamamen Türk kontrolüne bırakıldı. Montrö’nün çok ilginç bir tarafı var. Eğer kalkarsa uluslararası boğazlardan geçiş standartları ve Türkiye’nin alacağı karar ne ise o uygulanır. Rusların korkusu bu. Bu olduğu anda 6. Filo Akdeniz’den gelip “free passage”(serbest geçiş)la boğazlardan Karadeniz’e çıkabilir. Ruslar bugünkü hallerinden gayet memnunlar. Gelen savaş gemileri belli sayıyı, belli bir tonajı geçemez ve belli bir süre sonra Karadeniz’i terk etmek zorundadır. Peki, boğazların bizim için önemi ne? Bir defa stratejik bir nokta. Olası bir 3. Dünya Savaşında herkesin gözünü dikeceği yer boğazlar. Bizim için yaşamsal önemi var. Soğuk harp döneminde Rusların ilk hedeflerinden biri olmuştur boğazlar. Çünkü eski tabirle boğazlar Rusların yumuşak karnı, savaş çıktığı anda çat kapı 6. Filo orada belirecek. Ayrıca silahsızlandırılırmış bir boğaz Türkiye Cumhuriyeti topraklarını savunmayı oldukça olumsuz etkiler. Bunun için biz bu konuyu Montrö’de çözümledik. Bu İsmet Paşa’nın Lozan’da müttefiklere “bugün gücümüz yetmedi ama sizden alacağız” dediği konulardan biri.

 

(NOT: Röportajın ikinci kısmı ilerleyen günlerde yayınlanacaktır.)

Leave a Reply