18. Yüzyıl Fransası’nda; bazı aydınlar, Newtoncı bilime ve Lockeçu felsefeye dayanan yeni düşünce tarzının sonuçlarını halkın katına indirerek okur kitleleri arasında yaygınlaşmasını sağladılar. Dinde özgür düşünceli, siyasette radikal yeni bir toplum ortaya çıktı.
Öyle ki bunların ortaya attıkları düşünceler ve yarattıkları yeni toplum, aynı yüzyılın sonunda yeni bir devletin kurulmasına kadar gidecekti. Bu aydınlardan belki de en önemlisi, bugün de edebiyatın en önemli yazarlarından biri ve 18. Yüzyıl aydınlarından en önemlisi olarak kabul edilen; despotlara, bağnazlara ve zalimlere karşı savaş açan cesur Voltaire’dir.
Voltaire (1694-1778), hali vakti yerinde Parisli bir aileden gelir. Yazılarında kullandığı takma ad; gerçek soyadının sırası değişmiş harflerinden oluşmaktadır: Arouet. Voltaire, Cizvitlerin elinde mükemmel bir klasik eğitim görmüş, sonra hiciv yazılarına yakınlık duydu. Öyle ki henüz genç bir adamken defalarca Paris’ten uzaklaştırıldı; 19 yaşındayken kısa süreliğine Hollanda’ya sürgüne gitti ve yirmili yaşların ortasında Bastille’de yaklaşık bir yıl geçirdi. Fakat yine gençken kendini Fransa’nın en iyi oyun yazarı olarak kabul ettirdi. Fransa’nın tiyatro sahnelerine 50 yıl boyunca ambargo koydu. Güneşin altındaki her konuda mizahla ve zekâyla dile getirdiği ileri görüşleriyle dünyayı durmaksızın topa tuttu.
Voltaire’in Bastille’de yattıktan sonra iki yıl İngiltere’de, sürgünde bulunması gerekti. Bu deneyim, onun düşünsel yaşamında bir dönüm noktası olacaktı. O günlerin İngiltere’sinde bulduğu yüksek özgürlük düzeyi, bireye ve yasalara saygı, ona yaşamının geri kalanında Fransa’yı karşılaştıracağı bir denektaşı kazandırdı. İngilizceye hâkimdi ve kendini Newton’un temsil ettiği yeni bilimle Locke’un temsil ettiği yeni felsefeyi incelemeye verdi. Bu büyük düşüncelere çok önemli özgün katkılarda bulunamayacak olsa da, bu düşünceler Voltaire’i esir aldı ve alışılmadık derecede uzun süren yazı hayatının her adımında eserlerinin düşünsel içeriğini oluşturdu. Ulaşabildiği her olanağı kullanarak -tiyatro oyunları, romanlar, yaşamöyküleri, tarihsel yapıtlar- bu düşünceleri yaydı. Yüksek fikirleri halk katına, böylece indirmiş oldu. Voltaire’in dile getirdiği en yıkıcı düşünce Locke’un şu düşüncesiydi: İnançlarımıza duyduğumuz güvenin, onları destekleyen kanıtlarla ilişkilendirilmesi gerekir.
Böylece dönemin dinsel ve toplumsal yaşamında var olan pek çok yerleşik inancın, akılcı soruşturmanın karşısında tutunamayan Kilise ve Devlet yetkesi dışında neredeyse hiçbir desteğinin olmadığı görüldü. Bu her şeye usun ışığı altında bakma ısrarı “aydınlanma” olarak bilinmeye başlandı, yine bu dönem de, bu tutumun Batı Avrupa’da tutunduğu o zamandan itibaren “Aydınlanma” dönemi olarak bilindi.
Voltaire ile birlikte liberalizm, Kıta Avrupa’sında İngiltere’de olduğundan daha keskin bir hal aldı; zira İngiltere’de daha fazla özgürlüğün ve nezih bir yaşamın varlığı reformcuların militanca davranışlar içine girmelerini gereksiz kılıyordu. İngiliz Kilisesi, yumuşak başlılığıyla neredeyse kötü bir ün yapmıştı. Devlet’ten olduğu gibi Kilise’den de hemen hemen hiç baskı gelmiyordu; o nedenle devrimci duyguların ayaklanması için hemen hiçbir neden yoktu. Oysa Fransa’da kendisine verilmiş siyasi gücü zulmetmek için kullanan hoşgörüsüz bir Katolik kilisesi ile el ele hukuku küçümseyen kişilerin yönettiği despotik bir yönetim vardı. Kıta Avrupası’nın geri kalanı da bu bakımdan İngiltere’den çok Fransa’ya benziyordu, hatta bazıları daha da kötüydü. Bu tür toplumlarda liberalizm, despotluğu ve hiyerarşiyi devirerek yerine toplumsal eşitliği ve hukuk devletini geçirmeye adanmış devrimci bir ilke haline geldi.
Düşünsel konularda liberaller, geleneğe ve yetkeye, itaate karşı usun kullanılmasını ve bireyin karşı çıkma hakkını savundular. Voltaire, bu savaşın, kendisinin de ziyadesiyle acısını çektiği hapishane sürgün ve sansürden daha fazla şiddet gerektirmeyen bir yoldan başarılabileceğine inanıyordu. Oysa takipçilerinin çoğu, eski rejimi silkip atmak için devrimci şiddetin zorunlu olduğu kanısındaydı. Bu yüzden Voltaire bir devrimci olmamakla birlikte, hemen herkes tarafından 18. Yüzyıl Fransası’nda devrimci özgür düşüncenin babası olarak görülmeye başlandı.
Bu yazı yazılırken, büyük ölçüde, Bryan Magee’nin Dost Yayınları’ndan çıkan “Felsefenin Öyküsü” adlı yapıtından yararlanılmıştır.