Meraklılarının bildiği üzere hızla gelişip değişmekte olan dünya düzeninden sanat da nasibini almaktadır. Sanatın her alanında gerçekleşen bu değişimi incelemek konunun derinliği ve geniş kapsamı nedeniyle mümkün olmayacağı için günümüz tiyatrosundaki alışılmışın dışındaki uygulamalara odaklanmayı seçtim.
Tiyatro oldukça zengin bir tarihi olan bir sanat dalıdır. İlgi alanı olmayanların bile hakkında fikir sahibi olduğu tiyatronun en genel tanımı “oyuncular tarafından, bir sahne üzerinde, seyircilerin karşısında gerçekleştirilen bir gösteri” şeklinde yapılabilir. Bu tanım parçalara ayrılarak incelenirse tiyatro izleyicisinin zihninde çizilmiş, sınırları oldukça net olup değiştirilmeye pek açık olmayan resim hakkında bir fikir sahibi olunabilir. İzleyicinin tiyatrodan ilk beklentisi, kendi rolünün aktif değil pasif olmasıdır. Sahnelenen oyuna katılmak yerine, yalnızca oyunu izlemek ister. Oyuncuların hareket alanının sahne ile sınırlandırılmasından hoşlanır. Böylece orada yaşananlar ne kadar etkileyici, çarpıcı ya da üzücü olursa olsun, adımını salondan dışarı attığında hislerini geride bırakabilmeyi sever.
İstisnaları olmasına karşın yakın bir zamana kadar tiyatro oyunları bu gereklilikleri yerine getirmiştir. Fakat günümüz tiyatrosunda bu sınırların cesurca zorlandığı görülmektedir. Ankara Oda Tiyatrosunda izleme fırsatı bulduğum Pedro Bloch tarafından yazılıp pek çok dile çevrilen ve on beş bin performansın üzerinde sahnelenmiş olan Euredyce’nin Elleri adlı oyun da yeni tiyatro anlayışının çarpıcı örneklerinden biri olarak değerlendirilebilir.
Oyunu daha detaylı olarak incelemeden önce, bu tiyatroda bir oyun izleme fırsatı olmamış okuyucu için kısaca Oda Tiyatro’sundan bahsetmek istiyorum. Adından da anlaşılabileceği gibi alışkın olunan birkaç yüz kişilik tiyatro salonları yerine, bu salon en fazla altmış kişilik seyircinin aynı anda bulunabileceği bir ‘oda’dan ibarettir. Sahne’nin sergilenen oyun üzerindeki kontrol edici ve şekillendirici etkisi, bu sahnede daha da öne çıkmaktadır. Genişliği nedeniyle yalnızca bir ya da iki kişilik oyunlar oynanmaktadır. Euridice’nin Elleri de tek kişilik bir oyun olduğu için, yalnızca sahnenin beklentilerini karşılamakla kalmayıp, onu en iyi şekilde kullanmaktadır.
Oyun, seyircilerin arkadasından sahneye doğru yavaşça uzanan bir flüt sesi ile başlar. Bu müzik eşliğinde seyircilerin yanındaki dar koridordan geçip sahneye doğru ilerleyen adam, oyuna geç kalan ve umursamazca en ön sıradaki yerine geçmeye çalışan bir izleyici etkisi yaratır. Seyircilerin koridora dönmüş bakışları altında sahneye ilerleyen oyuncu, yukarıda üzerinde durulan tanımın son maddesini hiçe saymıştır; seyircinin karşısında değil, arasındadır. Oyunun ilk birkaç dakikasında gerçekleşen bu sorgulama, kuvvetlenerek devam edecektir. Oyuncunun en ön sıradaki seyircilere karısının fotoğrafını gösterip, onun güzel olup olmadığını sorması ve bir cevap almakta ısrarcı olması ile izleyicinin pasif rolü de aktife dönüştürülmüştür. Eğitim sistemi ile ilgili yapılan kısa tartışma ile seyirci ile oyuncu devlet meselelerinden bahsedip mevcut durumdan yakınan iki dosttan farksızdır. Örnekler çoğaltılabileceği gibi, tiyatrodaki dördüncü duvarın tamamen kalktığını söylemek yeterli olacaktır.
Bu değişimin tiyatro üzerideki etkisi ise iki farklı açıdan incelenebilir. Konusu toplumun yaşamın sorunları olan oyunları bile oyuncu ile seyirci arasındaki mesafe ve rol farkından dolayı toplumdan kopuk olarak değerlendiren tiyatro izleyicisinin bakış açısını değiştirebilecek olduğu gibi; pasif rolünden memnun olan seyirciyi de rahatsız edebilir.
Euridice’nin Elleri üzerine yapılan nesnel bir incelemeden sonra son olarak kişisel fikrimi belirtmem gerekirse; içtenliği ve insanın beş duyusuna hitap eden sahnelenme biçimiyle oldukça başarılı ve görülmeye değer bir oyun olduğunu düşünüyorum.