İstiklal’den Tünel’e kıvrılırken sizin de içinizde bir şeyler kıvrılır, bükülür sonra un ufak olup parçalanır aslında. Gecenin rengini giyip çıktıysanız hissedersiniz. Biraz toz, biraz anı biraz gözyaşı ve buğu, biraz da özlem kendini yorgun ve küf kokulu duvarlardan salıverir İstiklale doğru. Masalımız, No: 390’da şimdilerde herkesin unuttuğu karakterlerle başlar; sonra da ansızın bir yağmur damlasıyla, bir şiir dizesiyle, tuvalden fırlayan bir güvercinle herkesin yüreğine ve gözüne bir parça bırakarak bu dünyayı terk etmiş nadide insanlarla devam eder. Şimdi de belki ben bu satırları kaleme alırken içinde barındırdığı yüzlerce anı ve onları yaşatmaya çalışan kedileriyle yok olmuştur.
İçeri girdiğinizde adeta farklı bir dünyaya, bambaşka bir boyuta , yepyeni bir masala geçmiş olursunuz. Eskiyen bina üzerinize üzerinize gelmez, eski anılarını paylaşmak isteyen size hasret bir dost gibi davet eder içeri. Baharsa burnunuza mor salkımların kokusu, kışsa kestane ve şehrin ayazının kokusu gelir buram buram. Ve kedileri… Belki de yıllardır terk edilmiş binanın asıl sahipleri karşılar sizi. Biraz bacağınıza dolaşır, patiler, kendini sevdirir sonra da anlatmaya başlar kendini, evini ve hikâyesini.
Bugünlerde Narmanlı Han artık tamamen öksüz. 1831 yılında ünlü İtalyan mimar Giussep Fossati tarafından inşa edilen yapı, Yapı Kredi Koray’ın restore etmek için 2001’de yüzde 15 hissesini satın almasına rağmen projeyi gerçekleştiremeyip Narmanlı Ailesi’yle davalık olduğu gerekçesiyle 57 milyon dolara bir tekstil firmasının sahibine satıldı.
İlk zamanlarında Dersaadet (İstanbul’un eski adı) Rusya Sefarethanesi oldu daha sonra Narmanlı Kardeşler’in binayı 1933’te satın almasıyla yeni bir ruha büründü. Avni ve Sıtkı Narmanlı, o dönem İstanbul’un ünlü tüccarlarıydı ve de sanat sever bir aileydi. Ticaret hayatından oldukça iyi paralar kazanan aile, Narmanlı Han’ı adeta bir sanat ve kültür merkezine dönüştürdü. Narmanlılar, ısrarlara ve yüksek kira tekliflerine rağmen hanın odalarını taşralı tüccarlara vermek yerine ucuz bedellerle sanatçılara ve yayın evlerine kiralamayı tercih etti.
Bedri Rahmi’nin ve Aliye Berger’in fırçasından dökülen hayaller; Ahmet Hamdi Tanpınar, Adalet ve Mehmet Ali Cimcoz’un kalemiyle birleşince şen sofralar hep sanat ziyafetine dönüşür. Mey mürekkep olur sayfalara dökülür, anılar süzülür fırçalara, killere ve kağıtlara amade olur. Hatta Tanpınar; Mahur Beste, Huzur ve Sahnenin Dışındakiler’i burda kaldığı yıllarda yazar. Günlük Ermenice Jamanak Gazetesi 1966 yılından 1993 yılına kadar bu binada yayın hayatına devam eder. İstanbul’un ilk konfeksiyoncularından Antoine Visconti’nin mağazası da Narmanlı Han’da uzun süreler varlığını sürdürür.
Son durumu belli olmayan zamanın şahidi Narmanlı Han , Emek Sineması, Haydarpaşa, Cirle d’Orient ve Botter Han gibi yok olmamak için barındırdığı kahkahalar, anılar, hayaller, gözyaşları ve kedileriyle direniyor. Umarım bu masal diğerleri gibi kentsel dönüşüm adı altında yok olmadan otel ya da alışveriş merkezine dönüşmeden ; İstanbul’a yakışan bir sanat merkezi ya da müzeye dönüştürülerek yaşatılır.
Fauk TEBER
Bu ülke sizin kızım,sonuna kadar yazmaya,yaymaya,paylaşmaya devam et,tebrik ediyorum ve o küçük ama güçlü ellerinden öpüyorum,sevgiyle kal,sağlıkla kal.
Faruk TEBER