Gerçek bir hanımefendisini kaybetti İstanbul… Tiyatro eleştirmeni ve yazar Melisa Gürpınar’ı… Daha sohbet edemeden, anılarını dinlemeden, kendi İstanbul’umu ona anlatamadan zamansız oldu gidişi aramızdan. Hiç beklemediğim bir anda hayatıma giren o zarif kadın, ansızın da çıkıverdi.
Lise döneminde en sevdiğim zaman dilimiydi dershane çıkışları. Zorla çalışıp keyiflerimden fedakârlık yaptığım dönemde, bana tek iyi gelen şey şehrin karanlığına karanlığımı akıtmamdı. Şehrin karanlığında ışıl ışıl Tunalı’da gezip dönüşte en sevdiğim kahveden alarak eve dönmek, biraz olsun rahatlatıyordu beni. Ankara’yı çok sevmesem de; şehirlerin akşamlarına olan sevgim, aramızı Ankara ile sıcak tutmamızı sağlıyordu. Evlerine yetişmek isteyenlerin telaşı, otomobil sesleri, keyifle yükselen sohbet mırıltıları ve binalardan gelen uğultular akşam eve gidip ders çalışmama yardım ediyordu.
Melisa Gürpınar ile işte böyle soğuk ve ışıl ışıl bir Tunalı akşamı tanıştım. Sayısal derslerin verdiği o iflah olmaz zihin yorgunluğunu atmak ve yeni çıkan kitapları incelemek için kitapçıya girdiğimde beni neyin karşılayacağını ve kiminle tanışacağımı bilmiyordum tabii. Ortada Can Yayınları’nın eski basımlarını görünce, sanırım kitapçı depolarını boşaltıyordu, dayanamayıp saat kaç olursa olsun kitapları incelemeye başladım. Eve biraz geç kalmıştım, fakat bu eski basımlardan kütüphaneme katmak benim için harika olacaktı.
Hâlâ gözümün önünde… En arkada solda duruyordu. ‘İstanbul’ kelimesini görünce hemen alıp incelemeye başladım. Tüm o kalın kitapların arsında saklanan, incecik zarif bir kitaptı. Kapağında eski bir İstiklal Caddesi fotoğrafı vardı; sararmış fakat bir o kadar da çok şey anlatan. “İstanbul’un Gözleri Mahmur” du adı. Yazarıysa Melisa Gürpınar… Türk edebiyatını bu kadar çok sevmeme ve yazarları da bilmeme rağmen, onunla ilk defa karşılaşıyordum Melisa Gürpınar’la. Daha sonraları, böylesine kıymetli bir insanın eserleriyle geç de olsa tanışıp kendisiyle tanışamamak beni hep üzdü, üzmeye de devam ediyor.
Eve geldiğimde ilk işim kitabı okumak oldu. İlk sayfasındaki yazı sanki bana özel yazılmış hissini uyandırmıştı: “İstanbul’da yaşamış ve yaşayacak olan herkese”… Kitapla birbirimizi hissetmiş gibiydik. Sanki kitapçıdan içeri girdiğimde beni görmüş ve onunla karşılaşmamı istemişti. Sayfalarda kayboldukça daha da kendine çekiyordu beni. Cümleleri, içimdeki İstanbul tadındaydı. Hafif buğulu, yürekten, hayatın içinden ve zarifti.
[box_light]
“şu var ki
İstanbul giderse
hesap sorar benden İstanbul sözcüğü de
ne geçmiş ne gelecek kalır gözlerimde
yanmaz olur fitilin ucundaki bir anlık ateş
bir delice hayat
bir hünnap ifadesi
hesap sorar büyük annemle birlikte
büyük annem ki
kirpiklerinin ardında saklardı
gecenin laciverdini
sanırım o da gitti
sürükleyerek peşinden
salkım söğütlü bahçesini”
[/box_light]
Gecenin laciverdini kirpiklerin ardında saklamak… Bir cümle sanırım yürekleri ancak böylesine yakarak fethedebilir…
Bedeni gitse de düşünceleri, eserleri ve o zarif gülümsemesi hep bizimle…
Hoşçakal ‘İstanbul Hanımefendisi’…