Ülke nüfuslarıyla yarışan üye sayılarıyla, sosyal medya mecraları artık hayatımızın büyük bir parçası. Ondan kaçamıyoruz ve bizi gittikçe içine çekiyor. Her ne kadar, bireyler olarak uzak kalmaya çalışsak bile; sosyal medyanın çevremizde yaptığı değişimleri görmezden gelemeyiz. Sosyal medya üzerinden devrime giden topluluklar örgütleniyor, bir günde insanların birikimleri yıkılabiliyor. Avrupa ülkeleri teknolojinin negatif taraflarına odaklanmışken; Türk milleti, dünyanın büyük çoğunluğu gibi, pozitif taraflarına tapar durumda. Hollywood sineması da, sosyal medyanın etkisi altında. Sinema; sosyal medyada her zaman oldu, konuşuldu, tartışıldı. Fakat; sosyal medyanın, sinemaya girmesine daha yeni yeni şahit oluyoruz.

Birdman ekibi Oscar töreninde.

Birdman ekibi Oscar töreninde.

Sosyal medyanın hayatımıza bu denli girdiği noktada, sinemanın da bu işgalden payını almaması düşünülemezdi. Her ne kadar, teknik olarak sinema da teknolojiden ciddi derecede faydalanıyor ve sosyal medyadan reklamlar yapıyor olsa da; sosyal medyanın filmlere içerik olarak girmesi çağı başladı. Son Oscar’ın sürpriz sahibi Birdman, sosyal medyanın insanlar üzerinde –Y kuşağı başta olmak üzere- ne denli etkili olduğunu gösterdi. Burada Birdman’in özetini yapmayacağım; fakat bilinmesi gereken şu ki; Birdman, Broadway’de tutunmaya çalışan eski bir sinema oyuncusunun hayatını temel alıyor. Eskiden parlamış ve yıldızı sönmüş bir sinema oyuncusu… İnternet dünyasının ve özellikle sosyal medyanın Birdman’de görülen yansımalarını üç sahne ile özetleyebiliriz:

1. Sahne:

Riggan Thomson’ın, (Micheal Keaton) kızı Sam (Emma Stone) ile konuştuğu sahne. Kariyerinde önemli bir dönüm noktasında olan Riggan, bana göre bir bunalımın da ortasındaydı. Aralarında diyalog şöyle cereyan ediyor:

Riggan: “Beni dinle, burada önemli bir şey yapmaya çalışıyorum.”

Sam: “Yaptığın şey önemli değil…”

Riggan: “Benim için önemli! Senin için, ya da tek hırsları virüs gibi yayılmak olan gülünç arkadaşların için olmayabilir! Benim için… Bu benim kariyerim… Bu, bir mana ifade eden bir şeyler yapmak için elime geçen bir şans…”

Sam: “Senin için bir şey mi ifade ediyor? O üçüncü çizgi roman filminden önce bir kariyerin vardı… İnsanların, o kuş kostümü içinde kimin olduğunu unutmadan önce. Şimdi de 60 yıl önce, tek dertleri tiyatrodan sonra kahve içmeye nereye gideceklerini düşünen bir dolu beyaz zengin için yazılan bir oyunu oynuyorsun! Bununla yüzleş baba! Sen bunu sanat için yapmıyorsun! Bunu tekrardan önemli biriymiş gibi hissetmek için yapıyorsun. (…) Demem o ki, sen kimsin? Bloggerlardan nefret edersin, Twitter’la alay ediyorsun. Bir Facebook hesabın bile yok! Aslında olmayan sensin.(…)”

Ün ile sosyal medyada bulunma süresinin doğru orantısını gösteren bir grafik görmedim, fakat insanlar artık meraklarını giderecek ve “ünlü”lere ulaşacak mecrayı telefonlarındaki birkaç uygulama olarak nitelendiriyorlar. Facebook ve diğer sosyal medya sitelerinin bu denli etki kazandığı ve insanların Facebook’da bulunmamayı, normalde bulunmama olarak gördüğü zamanda, bu etkileşimleri artık sinemada görmek de kaçınılmaz oluyor.

2. Sahne:

Bu sahnede, Riggan Thomson’ı iç çamaşırıyla New York’un orta yerinde koşarken görüyoruz. Ufak bir aksiliğin sonucunda bu duruma düşen Riggan, insanlar tarafından videoya çekiliyor. Belki onlarca insan tarafından videosu Youtube’a konan Riggan, binlerce tık alıyor. (Filmde Youtube ismi geçmiyor; ama video platformu denilince akla ilk gelen Youtube tabii ki.)

https://www.youtube.com/watch?v=Mj_dujWtsgY

İnsanların dikkat süresinin Japon balıklarınınkinden bile düşük olduğu bir zamanda, görsellik her şey. İnsanlar artık videolarla takip ediyorlar, olup bitenleri. Videosu internete konan Riggan, tekrardan insanlar tarafından konuşulmaya başlanıyor.

3. Sahne:

Çok çarpıcı bir olay sonucu, (spoiler vermemek için yazmıyorum) hastanede sargılar içinde yatan bir Riggan Thomson var karşımızda. Onu ziyarete gelen kızı Sam ile arasında geçen diyalog şöyle:

Riggan: “Ne yapıyorsun?”

Sam: “Fotoğrafını Twitter sayfanda paylaşıyorum.”

Riggan: “Bir Twitter hesabım mı var?”

Sam: “Evet, dün açtım.” (…)

Sam: “Sadece bir günde 18.000 takipçin oldu.”

https://www.youtube.com/watch?v=FA-KPuZ5fNY

İnsanların, artık televizyondan ve yazılı medyadan uzaklaştığı çok bariz değil mi; her ne kadar bunlar hala çok güçlü bir kitleye hitap etse de? Sosyal medya gittikçe güçleniyor ve hayatımızdaki yerini kaçınılmaz kılarak, bize biraz daha hâkim oluyor. Sosyal medya hakkında hala cevaplanmamış bir sürü soru varken, sinema hayatın bu koparılamaz parçasını ekranlara taşıdı bile. Buradan anlaşılacak olan şu, sosyal medya artık gelip geçici bir şey değil, hayatın vazgeçilmez bir parçası. Bireyler için olmasa bile, toplumlar için artık öyle.

 

 

Leave a Reply