Behzat Ç.’nin Akbabası Berkan Şal GazeteBilkent’e Anlattı

berkan-salBehzat Ç. dizisindeki Akbaba rolüyle tanıdığımız Berkan Şal, röportaj isteğimizi kırmadı ve yoğun programına rağmen bizi Erdal Beşikçioğlu’nun yeni kurduğu Ankara Tatbikat Sahnesi’nde ağırladı. Bir röportajdan çok ders niteliğinde bir konuşmaydı. Etkileyici sesiyle, öyle umut verici cümleler kurdu ki deneyimine hayran kalmamak elde değil. Mütevaziliği ve samimiyetiyle tüm sorularımı uzun uzun yanıtladı. Sıradan bir nasihatten çok daha fazlasıydı yaptığı. Bize farklı pencereler sunarken sadece daha mutlu ve üretken olmamızı amaçlıyordu. Kendisine sonsuz teşekkürler bu değerli konuşma için.

 

GazeteBilkent: Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü’nü kazandınız. On gün çalışıp kazandım dediğinizi okumuştum. Bu nasıl oldu çünkü o okula girmek bizim için inanılmaz zor görünüyor. On gün nasıl çalıştınız?

İnsanlar liseden sonra buna hazırlanıyorlar. Ben liseden sonra hazırlanmadım. Daha öncesinde Altındağ Belediyesi’nde bir tiyatro geçmişim vardı ve tiyatroya uzak bir insan değildim. Sürekli tiyatro takip eden, oyun takip eden bir insandım. Zaten tüm arkadaşlarım konservatuvar çevresindendi.  Yani tiyatroya uzak bir insan değildim. Benim on günlük bir vaktim vardı. O sürede de ezberlerimi yaptım, çalıştım ve girdim.

 

GazeteBilkent: Girdiğiniz sene 900 erkek sınava girdi ve çok azı seçildi bunlardan biri de sizdiniz. Bu çok büyük bir başarı bana göre. Siz farklı bir şeyler mi sundunuz?

Farklı bir şey yapmadım. Ya zaten senin içinde olan bir şeydir. Tiyatro dediğin, oyunculuk dediğin durumun özel yetenek sınavıyla almasının nedeni odur. Her sağlıklı insanın, dilinde pelteklik, çene yapısında bozukluk, düz tabanlık yani fiziksel, yapısal bir bozukluğu olmayan her insan oyuncu olabilir. Oyunculuk eğitimi, yüzde yetmişi verilebilen bir durumdur. İyi bir oyuncu ya da vasat bir oyuncu olma olmansa o geriye kalan yüzde otuzdur. Eğer o geriye kalan da sende varsa zaten iyi bir oyuncu olursun. Ha yoksa, yapısal bir bozukluğun yoksa, ortalama bir IQ’ya sahipsen evet vasat bir oyuncu olursun. Ha ben iyi bir oyuncu muyumdur? Orası da tartışılabilir. Kimine göre iyisindir, kimine göre kötüsündür. Ben bu oyunu kötü oynayayım diyen bir oyuncu oluğunu da zannetmiyorum.

 

GazeteBilkent: Oyunculuğa uzun süre ara verdiniz. Okulu son sınıfta bıraktınız ve DJ’liğe ve ses teknisyenliği ya da tonmayster ne deniyorsa başladınız. Bu da bana çok ilginç geliyor. Çok zor bir iş, bir sürü düğmeler, kablolar bunu nasıl başardınız? Eğitim aldınız mı? Yoksa kurcalaya kurcalaya mı öğrendiniz, çok mu araştırdınız?

O benim çıraklıktan yetiştiğim bir durum. Müziği iyi bilirim. Sevdiğim durumlar bunlar yani anlatabiliyor muyum? Yıllarca birileri matematik çalışır, ben müzikle uğraştım. İşte atıyorum birileri fizik çalışır, ben müzikle uğraştım, bunun teknolojileriyle uğraştım. Bunu nasıl yapabilirim, onu nasıl yapabilirim işte bağlantı nasıl yapılır, cihazlar nedir, efekt nedir…

 

GazeteBilkent: Bana inanılmaz kafa karıştırıcı bir iş gibi geliyor. İnanılmaz zeki insanlar yapabilir sanki diyorum.

Ya akademik alman gereken her işin bir zeka seviyesi olmak zorundadır. Nasıl seni üniversiteye alırken  bir sınava tabi tutuyorlar. Özel yetenek sınavları da böyle bir durumdur. Mesela konservatuvar için söylüyorum bunu. Belli bir müzik kulağın olması gerekir, belli bir duyum eşiğini aşmış olman gerekir ki konservatuvara alınabilesin. Tiyatro için de bu böyledir. Tiyatro zaten taklittir. Yaşamın taklididir. Baktığın şeyi gerçekten görebiliyorsan, boş bakmıyorsan bir şeye; onu taklit de edebilirsin anlamına gelir.

 

GazeteBilkent: Okuduğum ve duyduğum kadarıyla tiyatroda oynarken önce o ruh haline bürünmek ardından o ruh halinden çıkmak bizi yoruyor diyorlar. Çok sahneleriniz vardı ağladığınız, kızdığınız, delirdiğiniz… Onları tam hissetmeden o kadar iyi oynayamazsınız diye düşünüyorum.

Ya eğitim dediğin şey bu. Oyunculuk eğitimi de bunun üzerine olan bir durum. Yaşam zaten bir duygu akışıdır. İşte ben hop buraya geldim ağlıyorum, hop buraya gittim kahkahalarla gülüyorum gibi bir durum yoktur. Yaşamdaki duygu akışı kesilmez hiçbir zaman. Ağlıyorsan da ağlamayı hazırlayan faktörler vardır, bir anda oluşmamıştır o. Belli bir duygu birikimiyle gelmiştir. Zaten oyunculuk eğitimi de bunun üzerine bir eğitimdir. İşte bu eğitimi zaten onun için alıyoruz. Biriktirdiğin şeyleri oyunculukta ihtiyacın olduğu zaman kullanmak üzere eğitilirsin. Oyunculuğun o şizofreniye açılan kapısı da budur zaten. Bunun kontrolünü, kantarını biraz kaçırdığın zaman çok şizoid bir durum olur aslında. İşte dediğim gibi bu kimine göre şizoid bir durumdur. Kimine göre bu eğitimi alınmış ve yeterli gözlem yaptıysan, algı yeteneğine sahipsen ve onu kendi bedenine aktarabiliyorsan o zaman işte buna sahip olursun. “Vov!” der herkes.

 

GazeteBilkent: Soracağım soruların bazılarının cevabını buraya davet ettiğinizde aldım aslında. Erdal Beşikçioğlu’nun açacağı sahnede siz de olacak mısınız? diye soracaktım ki Ankara Tatbikat Sahnesi’ne çağırdınız.

Gerek kalmadı o soruya. Biz Erdal’la uzun süredir beraberiz. İşin dışında bir dostluğumuz var, bir arkadaşlığımız var. Çok sevdiğim de bir dostumdur. Bu dostluğu işe karıştırmadan biz yürütmeyi başarabiliyoruz. Bazen dostlukla iş yürümez derler. Bu da beceri meselesidir. İş başka dostluk başkayı ayırabiliyorsan zaten bir sıkıntın olmuyor. Sen üstüne düşün görevi yapıyorsun, Erdal üstüne düşen görevi yapıyor. O sahnemizi sağlıyor, oyunumuzu sağlıyor bize de oynamak düşüyor. Eğer oynamıyorsan zaten, işini karıştırıyorsun demektir. Her  işte bu böyledir, yürümez. Bunun prensiblerini doğru oturtup doğru bakıyorsan duruma o zaman sıkıntı olmuyor. Dostluğuna da zarar gelmiyor, işine de bir zarar gelmiyor, yürüyorsun.

 

mojo_0_0_Size918X612

Mojo oyunundan

GazeteBilkent: Mojo tekrar oynayacak mı?

Yok. Onu bitirdik artık. Yenilerine bakalım ya. Yeni oyunlara bakalım.

 

GazeteBilkent: Yenilerde ne var peki?

Mezarsız Ölüler var. 1 Mayıs’ta prömiyerimiz var. 2’sinde ve 3’ünde oyunumuz var gene. 4’ünde ve 5’inde ODTÜ’deyiz, bahar şenliklerinde. Ondan sonra mayısın üçüncü haftasına kadar bir aramız var. Ondan sonra da durmadan oyunumuz var.

 

GazeteBilkent: Yaz boyunca da devam edecek mi?

Büyük ihtimalle edecek. Onun programını Erdal’dan henüz almadım. Kesin bir şey söyleyemiyorum ama tarihleri konusunda. Artık sahnemiz açıldı. Oyunlarımız da peş peş girmiş olacak yani.

 

GazeteBilkent: Turneler olacak mı? Gezecek misiniz?

Olacak. Sanırım 28’inde, tam tarih vermek istemiyorum çünkü işin o kısmında ben yokum. Onu Fatih daha iyi bilir. İzmir turnemiz var bir tane.

 

GazeteBilkent: Başka yerlere de gidecek misiniz? Adana’ya da gelin, orada olmasam da.

Valla çağırırsan geliriz. Neden olmasın biz oyunumuzu çok kişiye ulaştırmayı isteriz. Yeter ki bize buyurun gelin deyin.

 

GazeteBilkent: Bu yeni oyununuzdaki kadroda, benzer yani sizin yanınızda gördüğümüz kadro mu? Yenileri de olacak mı? Yanılmıyorsam Erdal Beşikçioğlu genelde genç, yeni ve yetenekli insanlara yer veriyor. Kalabalık bir kadro mu var? Mojo’da Doruk Nalbantoğlu vardı mesela. Ben onu Adana Devlet Tiyatro’sunda çok izlemiştim. Yanına gidip soru sormayı da çok istemiştim ama her seferinde bakışlarından korkup vazgeçmiştim.

İri, cüsseli bir adamdır ama yok ya o cüssesinden beklenmeyecek bir yumuşaklığa sahip bir adamdır Doruk. Dünya tatlısıdır. Çok sevdiğim de bir dostumdur. Adam gibi bir adamdır. Benden de çok selam söyle gittiğinde. Kardeşimdir yani gerçekten sevdiğim bir dostumdur. Vücudundan beklenmeyecek bir naifliğe, yumuşaklığa sahiptir. Adam gibi adamdır derler ya. Şu an iki oyunun birden provaları devam ediyor. İkisinde de yeni mezun arkadaşlara, hatta halen okuyan arkadaşlara yer veriyoruz. Aslında iş bu ya. Aslında asıl kovaladığımız da bir anlamda o çünkü devlet tiyatroları dışında Ankara’da çok fazla özel tiyatro yok. Bu mezun olan gençlerin yer alacağı yerler yok, sahneler yok ve Erdal’ın amacı da bir anlamda bunu sağlamak. Yani nasıl diyeyim demlenmiş oyuncular bir şekilde kendilerini kanıtlamış, bir yerlere gelmiş insanlar ama bu yeni neslin böyle bir engeli var. Amaç biraz da yol açmak.

 

GazeteBilkent: Çok haklısınız, yeni neslin ulaşabileceği bir yer yok. Tiyatro eğitimi almak için her yere başvurup hiçbir yerden dönüt alamadım ben mesela. Bir taraf çok ütopik fiyatlar veriyor, öteki taraf tamam ben sana öğretirim, para önemli değil diyor fakat gene geri dönmüyor, her şey lafta kalıyor bir nevi. Okuyarak bir şeyler yapmaya çalışıyoruz ama sanırım yeterli değildir bu. Sizce tiyatroya sadece okuyarak hazırlanılır mı?

Bir şekilde bunu denemek durumundasın. Oyunculuk dediğin şey sadece teorik bir durum değil. Pratik üzerine bir durumdur. Yaindir aslında bu çok zor bir durum. Tiyatro öyle sanıldığı gibi üç beş kuruşa yapılan bir durum değildir. Bunu nasıl anlatabilirim… Yanlış yerlere gitmeden anlatmaya çalışıyorum. Tiyatro pahalı bir sanattır. Kostümü, dekoru, sahnesi… Bir de artık çok üremeyen, çok üretilmeyen bir durumdur. Ne yazık ki televizyonla birlikte tiyatro artık çok fazla üretimi olmayan bir durumdur ama sinemayı da televizyonu da besleyen ana daldır aslında. İşin çekirdeğidir. Tiyatro yoksa sinema da yok diyebilirsin ya da sinemada da televizyonda da kaliteli bir iş yok diyebilirsin.

 

GazeteBilkent: Üretilmiyordan kastınız, yeni oyunlar mı yazılmıyor yoksa yeni çeviriler mi yapılmıyor?

Çevrilmiyor, yazılmıyor. İşte insanlar çok para kazanamadığı için bu işten herkes kendini televizyona, günün şartlarına endekslemiş durumdalar. İşte televizyona yazarsam para kazanırım, tiyatroya yazarsam aç kalırım kıvamıdır. Sanılmasın ki evet ben televizyona yazıyorum, tiyatroya da gerek yok. İnsanların yanılgısı da budur zaten. Tiyatro yoksa işte görüyorsun televizyonun halini. Ancak evlenme programları yaparsın, yarışma programları yaparsın. Ha aşağıladığım için demiyorum  yanlış anlaşılmasın ama kaliteyi tartışırım. Her kanalla da oturur televizyonun şu halini tartışırım yani. Kimse de bana kalkıp da yok canım şöyle böyle demesine izin vermem, tartışırım da hatta çok sert de konuşurum. En kralına bile gider yapabilirim yani. Mevzu budur. Yani yok öyle bir dünya. Şu anki hükümetin de yaptığı budur. Bu işin kaynağını tıkayıp suyun akmasını beklemek gibi bir durumdur yani bu.

 

GazeteBilkent: Zaten Devlet Tiyatroları da kapatılacak diyorlar.

Evet öyle çok affedersin öyle bir b.k yiyorlar. Başka açıklaması yok b.k yemektir bu yani. Bunu aynen böyle de yazabilirsin. Bu bilinçsizliktir. İnsanları kültürsüzleştirme politikasıdır başka bir şey değildir. Bu işte televizyonda evlenme programıyla yok işte muhtarın oğlu bana attı da ben kapıcıya verdim, kapıcı gitti hizmetçiye atladı, hizmetçi de gitti ev sahibine atladı. Hani marjinal bizdik diyor ya Cem Yılmaz. İnsanlara bunu verirsen, insanlar bunu görecek ve sen gitmişsin insanların sanat adına alabileceği, görebileceği tek noktayı da tıkayıp kapatmaya çalışıyorsun. Ondan sonra dönüyorsun diyorsun ki televizyonlar şudur budur. E sen kapattığın yerin farkında değilsin ki kalite bekliyorsun.

 

GazeteBilkent: Devlet Tiyatroları’nın sağladığı imkanlar da farklı ve büyük. Bunu Devrim Evin’le de konuşmuştuk. Adana Devlet’te çok farklı bir oyun çıkardı, yeni bir oyun çıkardı ve bunu özelde yapmanın çok zor olduğunu ifade etti.  Dekor çok pahalı ve özel tiyatrolar bunu istemeyebilirdi, insanları çekemeyebilirdi oyun.

Evet finanse edecek yapımcı da bulamayabilirdi. Dediğim gibi tiyatro pahalı bir sanattır. Ama o pahalılık sanılmasın ki karşılığını vermiyor. Tiyatroya ne kadar önem verirsen  başka alanlarda bunun karşılığını kat be kat görürsün. Tiyatroya harcadığınız üç kuruşun hesabını yaparsan başka tarafta kaybettiğin o marjı milyarlar, trilyonlarla hesap edemezsin. Anlatabiliyor muyum yani tamamıyla bir döngü gibi düşünüyorum ben bunu. Devlet Tiyatroları çok önemli bir kurumdur. Şu anda Türkiye’de sanat satan tek kurumdur. Üstelik bunu sekiz milyona yapan bir kurumdur ve bunu 623 kişiyle yapan bir kurumdur. Devlet Tiyatroları’nın kendine ait hiçbir mal varlığı yoktur. Van’a Erzurum’a , Tunceli’ye, Diyarbakır’a, Trabzona’a, Adana’ya,İstanbul’a, Bursa’ya, İzmir’e, Antalya’ya;  Türkiye’nin 82 vilayetine bu 623 kişi yılda 10.000 temsil veriyor. 623 tane sanatçısına Türkiye Cumhuriyeti, Türk Halkı bakamıyorsa ben suratına tükürürüm böyle halkın da devletin de. 76 milyon 623 tane insana, sanatçım dediği insana bakamıyor ise… Bu kurum kar etmiyor diyor ise bu bir terbiyesizliktir. Başka bir şey değildir. Kendine saygısızlıktır ayrıca. Hangi özel tiyatro Tunceli’de oyun oynuyor? Hangi özel tiyatro Erzurum’da oyun oynuyor? Hangi özel tiyatro gidiyor Van’da oyun oynuyor, Hakkari’de oyun oynuyor?

 

GazeteBilkent: Haklısınız. Ben kendi yaşadıklarımdan da biliyorum. Adana’da yaşıyordum, İstanbul’daki Ankara’daki özel tiyatroları takip etmeye çalışıyordum. Gelmiyorlardı. Gelseler bile yılda bir kere geliyorlardı ona da bilet bulmak imkansıza yakın oluyordu. Ama Devlet Tiyatroları, Şehir Tiyatroları yakınlarımızda oluyordu hep.

Özelleştirmek adı altında Devlet Opera ve Baleleri’ni kapatma çabası vardı bu hükümetin. Bu çok yanlıştır. Çok hatalı bir karardır. Ben bunu düşünen insanlara derim ki; “Ne yapacaksınız?”. Hiçbir mal varlığı yok ki Devlet Tiyatroları’nın, 623 tane insandan başka. Ne yapacaksın oyuncuları mı satacaksın?

Ya da bu oyuncuları kapatıp gideceksin Orman Bakanlığı’nda memur mu yapacaksın? 623 kişi tüm dünya edebiyatını tarıyor, yeni yazılmışlar dahil, çevrilmesi gerekenler dahil, çevrilmesi gerekenler çevriliyor ve Türk insanına tiyatro götürülüyor. Bu terbiyesizliktir, başka bir şey değildir. Türk halkına yapılmış bir terbiyesizliktir.

 

GazeteBilkent: Eğitilmemek için yapılıyor sanki…

Evet. Kültürsüzleştirme politikasıdır başka bir adı yoktur bunun. Kimse bunu, şunun altına bunun altına saklamaya çalışmasın yani.

 

GazeteBilkent: Tiyatro hep muhaliftir ya bu yüzden de kapatmak istiyor olabilirler mi?

Yandaş olursan üretemezsin. Tiyatronun temeli çatışmadır. Ak kara çatışması, güzel çirkin çatışması, doğru yanlış çatışması. Tiyatronun temeli budur, dramın temeli budur. Tiyatro hiçbir zaman yandaş olamaz. Bu kadar basittir. Sanat dediğin şey çatışmadan doğar. Sen bir sanatçıya sen gel bakayım benden yana ol dediğin anda zaten sanat olmaz o. Sanatçının işi toplumunu gözlemek, onun yanlışını, iyisini, kötüsünü yüzüne vurmaktır.

 

GazeteBilkent: Hatta Mojo’nun da amacı bizi rahatsız etmekti.

Evet. İlla sağaltmak değildir tiyatronun işi. Gerekiyorsa doldurmaktır çünkü karşındaki insan malzemesidir. Gerektiğinde sağaltılmalıdır, gerektiğinde doldurulmalıdır.

 

GazeteBilkent: Sigara çok etkiliyor mu sizi? Sesinizi, nefesinizi?

Çok zarar veriyor. Her şeyini etkiliyor. Sağlığını etkiliyor daha ne olsun. Bir oyuncunun tek enstrümanı bedeni. Bir kemancının enstrümanı kemanıdır. Onunla yatar kalkar. Bir oyuncunun da enstrümanı bedenidir. Sesidir, saçıdır, sakalıdır, sesidir, görüntüsüdür. Bedeniyle yapabildikleridir.

 

GazeteBilkent: Yeri geliyor koşmanız gerekiyor, bir yerlere tırmanmanız gerekiyor. Dışarıdan baktığımızda tüm oyuncular sanki her şeyi yapabilirmiş gibi geliyor. Her sporu yapabileceksiniz gibi hissediyorum.

Evet, herkes yapabilir bunu eğittiğin sürece bedenini.

 

GazeteBilkent: Akbaba rolü size geldiğinde herhangi bir çekinceniz oldu mu? Kamera önünde oynamak garip geldi mi?

berkan-sal_90574

Akbaba karakteriyken.

Öyle bir şey olmadı. Benim işim oyunculuk. Evet kameranın farklı bir oyunculuk tarzı, tavrı vardır. O konuda herkes heyecanlanır. Bu  bir süreçtir, o kara deliğe alışma sürecidir bu da çünkü tiyatro oyunculuğu farklı bir durumdur. Tiyatroda 300 kişiye çıplak bedeninizle, bütün mimiklerinizle, jestlerinizle oynarsınız ve bunun bir tekniği vardır. Bunu büyütürsünüz ki en arkada oturan adam da o ifadeyi alabilmelidir. Onun için de  tiyatronun getirdiği daha büyük oynama durumu vardır tiyatro sahnesindeyken. Kamera da bunun tam tersidir. Kamerada, kamera şuranızdadır, yüzünüzdeki bir tane sivilceyi bile görür.

 

GazeteBilkent: Peki çok uzun bir makyaj süresi oluyor muydu?

Yok. Yani duruma göredir. Parlamamalısındır, şudur budur. Kameranın da bir gerekliliği vardır. Nasıl tiyatronun gerekliliği varsa, kameranın da farklı bir gerekliliği vardır. Mesela tiyatro makyajı daha abartılı yapılır. Gözler belirginleştirilir. Makyaj belirginleştirilir ki daha net görülebil. Dedim ya en arka sıradaki de gözünün kıvrımını görebilsin.

 

GazeteBilkent: Bazı sahneler çok büyük oluyor, en arkadan izlediğimde bazen sesi bile zor duyuyorum. Bu sahne biraz daha küçük ve sanki daha rahat izlenilebilir görünüyor. Sahnenin yeri, koltukların diziliş şekli de çok önemli midir sizce?

Ya her şeyi önemlidir tiyatronun. O kadar büyük bir salon yapıyorsa bir mimar o salonun akustiğini de sağlamak zorundadır.

 

GazeteBilkent: Mikrofon kullanma gibi bir olayınız olmaz herhalde?

Olabilir neden olmasın? Ama burada gerek olacak mı olmayacak mı şu an için oyunlarımızda müsemma bir durumdur.

 

GazeteBilkent: Aklıma geldi birden, müziğe hep meraklıydım dediniz. Böyle hiç müzik grubu kurma gibi bir planınız oldu mu yoksa işin hep arka planında mı uğraştınız?

Kendi çapımda gitar çalarım, bas çalarım az buçuk davul çalarım. Kendim için müzik yapıyorum zaten. Ama ben tutup da hiç bir grup kurayım diye uğraşmadım açıkçası.

 

GazeteBilkent: Benim çevremde müzikle uğraşan arkadaşlarım, eline penayı, bageti aldığı gibi stüdyoya koşuyor. Çalacağım, üreteceğim diyerek. Hani bu amatörlük daha sağlam bir şeyi doğurur mu yoksa biraz beklemek, maymun iştahlı olmamak mı gerekir? Aceleci olmak zarar verir mi?

Hayır ya. Yapın tabii ki abi. Kesinlikle bir şey yapmak, hiçbir şey yapmamaktan iyidir. Evet bundan güzel bir şey var mı ya? Sevdiğin bir şeyle uğraşıyorsun yani. Hiçbir şey yapamasan ne olur yani. Farklı bir şeyle uğraşıyorsun. Ya olursa? Olmasa ne olur, yani böyle benim gibi kendine gitar çalsan ne olur? Müziği yoldan geçen bir insan gibi değil de daha duyarak dinlemiş olursan… Hakkında “A bak bu da bunları yapıyor”, “A ne güzel şey yaptı” denilen bir insan olursun. Senden bir şey eksiltmez. Aksine sana bir şey katan bir durumdur.

 

GazeteBilkent: Ben bazen çok mu büyük işlere kalkışıyoruz diye düşünürdüm açıkçası.  Yapmaya korkuyoruz bazen. Yeni nesil çok iyi biz onları yanlış tanımışız diyen grup, gençlerin elinden tutmak adına bir şey yapmıyor. Çoğu zaman önümüze engel koyuluyor ve biz de pes edip, bırakıyoruz aslında.

Gençler, biz burada kiracıyız. Anladın mı? Önemli olan sizsiniz arkadaşlar. Biz geçireceğimiz vaktin bir çoğunu geçirdik zaten dünyada. Gelecekte bir şey yapılacaksa siz yapacaksınız. Artık bizden bir şey beklemeyin. Şurada bir 10-15 yıl, en kabadayısı 20 yıl sonra… Biz zaten olmayacağız ya da bedenimiz artık izin vermiyor olacak. Anladın mı? Siz olacaksınız ve ben sizlerle gurur duyuyorum gerçekten gurur duyuyorum. Ben “gençlik öldü abi” diye bir cümle tanımıyorum, kurmuyorum, kurmayacağım da.

 

GazeteBilkent: Bizim büyüklerimiz genelde bizden adam olmayacağını ve bizim düşünmediğimizi söylüyor. Hatalarımızın çok olduğunu dile getiriyorlar.

O bizim klasik cümledir ya. Evet abi sen 50 sene yaşamışsın onları düşünebilmek için. Tutup 17 yaşında bir çocuktan bunları indir (2)bekliyorsun yani o bir serzeniştir ya onlara aldırmayın. Hata yapmadan öğrenilmez. Eğitim teknikleri denilen bir durum vardır. Bunun bir yöntemi vardır, eğitimin, öğretimin… Deneme yanılma yöntemidir, tüme varımdır, tümden gelimdir, kıldır, tüydür, ıvırdır zıvırdır. Anlatabildim mi? Şuna dokunmadan sıcak olduğunu anlayabilir misin? Budur işte.

 

GazeteBilkent: Müziğe başlamak isteyenlere ne önerirsiniz peki? Bu bir hataydı yapmayın ya da bunu mutlaka yapın gibi…

Sıkılmayın. Müzik konusunda sıkılmayın. Ben nice yetenekli insanlar gördüm. Alırlar çok özene bezene, koştura koştura giderler. Üç beş gün uğraşırlar. Baktı olmuyor koyarlar kenara. Aslında onu üç beş gün daha kucağında tutup kurcalamaya devam etse olacak. Sıkılmayın. Gençlerin engellerinden birisidir bu. Çabuk sıkılırlar çünkü kanı çok hızlı akar. Her şey çarçabuk olsun isterler. Ama öğrenmek ve eğitilmek dediğin şey öyle puh diye olan bir şey değildir. Öyle yaptım oldu gibi bir şey değildir.

 

GazeteBilkent: Belki bu bizim yıllarca oturup çalışmamızdandır. Sınavlar, dersler…

Bu eğitim sistemindendir evet.  Eğitim sistemimizin yanlışlığıdır. Bu düzeltilmesi gereken kocaman bir hatadır. Türkiye’de eğitim düzeltilmesi gereken devasa bir hatadır arkadaşlar. Ben çok üzülüyorum bu duruma. Asla ümitsizliğe kapılmayın yanınızdayım, en azından ben yanınızdayım.  Ümitsizliğe kapılacak hiçbir durum yok.  Ben ses mühendisliğinin mektebini okumadım. Ama Türkiye’nin en iyi ses mühendislerinden biriyim. Senin okulunda bölümü olsa gelir orada hocalık yaparım. Hem de bunu doçentlik, profesörlük mertebesinde  yaparım.

 

GazeteBilkent: Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederiz.

 

Leave a Reply