Yaşlı Willy, yorgun ve hüzünlü ayaklarıyla evine varmadan önce aklından neler geçirmişti kim bilir. Bir arabanın içinde geçen ömrü, o arabanın içinde sonlanacaktı. Yalnızlığıyla çoraplarını yamayan bir karısı vardı Willy’nin. İki tane de oğlu… Tüm hayatı bundan ibaretken, Willy olur olmaz hayallere kapılmıştı. Hayal demek ne kadar doğru olurdu Willy’nin düşündükleri için bilemem. Bütün hayatını para kazanmak için ‘çarçur’ etmiş bir adamdı benim gözümde. Elbette Willy’i suçlamıyorum. Bakması gereken bir ailesi vardı. Başta her şey o kadar güzeldi ki. Willy, tanınan bir satıcıydı ve herkes onu severdi ve o zamanlar oğullarıyla da arası oldukça güzeldi. Willy, Amerikan Rüyasının gerçekleşmiş haliydi. Aynı zamanda bu hayal uğrunda yok olandı. Duyguların, profesyonel olarak adlandırdığımız dünyada yer edinemediğinin küçük bir kanıtıydı Willy. Willy’nin tüm beklentileri tek tek yok oluyordu. Tüm umutlarını bağladığı büyük oğlu Biff ile aralarındaki gerginlik, hayal kırıklığından başka bir şey değildi. Biff, babası yüzünden hayal kırıklığına uğramış ve sahip olduğu her şeyden vazgeçmişti. Willy’i de Biff hayal kırıklığına uğratmıştı. Aralarındaki bu hayal kırıklığı döngüsü yakalarını bırakacak gibi değildi. Karşılıklı beklentilerin gerçekleşmemesi, nefreti çoğaltıyordu. Aile içinde bile olsa birilerinden bir şeyler beklemek ne kadar mantıklıydı ki? Sadece paranın söz sahibi olduğu bir dünyada yaşarken, hala beklentilere sahip olmak belki de oyunun en büyük çelişkisiydi. Oyunun bir diğer çelişkisi de Willy’nin karısı Linda’ydı. Gerçek hayatta öyle bir karakter bulabileceğimizi hiç sanmıyorum. Saf sevgisiyle, her şeyi yoluna koymayı düşünen zavallı Linda! Ve bir de ömrü kızların peşinde koşmakla geçen ve para hırsıyla büyüyen Happy. (Ondan rahatlıkla bulabilirsiniz dert etmeyin.)
Kıskançlıklar, beklentiler, yetişmeyen para, bitmeyen borçlarla Satıcının Ölümü sizi iki saat boyunca ben nasıl bir dünyada yaşıyorum diye sorgulatacak türden bir oyun. Varlığı ve yokluğu, beklentileri ve hayal kırıklıklarını Arthur Miller’dan daha iyi kimse anlatamazdı elbette. Çok varlıklıyken, 1929 ekonomik kriziyle birden yoksullaşan bir ailede doğmuştu Miller. Belki de Satıcının Ölümü’nde anlattıkları kendi yaşadıklarıydı. Sezon bitmeden sizin önce içinizi sıkacak sonra belki biraz kendinize getirecek bir oyun izlemek istiyorsanız, Zafer Karaokay’ın yönettiği ve Erdal Küçükkömürcü’nün başrolünü oynadığı, Satıcının Ölümü’nü izlemenizi tavsiye ederim.