İranlı yönetmen Majid Majidi’nin Serçelerin Şarkısı (Avaze gonjeshk-ha) adlı yapıtını incelemeden evvel, yönetmenin neredeyse bütün filmlerinde öne çıkan ortak özelliklerini sıralamak istersek, bunları beş maddede özetleyebiliriz: Olumsuz ögeleri dahi rahatsız edici bir karaktere büründürmeden anlatması; insan doğasının özüne ait duyuları saf bir dille ve metafizik birikime de referans vererek aktarması; izleyen aşağı yukarı herkesin anlayabileceği basit ama etkili imgeleri kullanarak eserini kurgulaması; her dönemin ve her yaşın insanına hitap eden evrensel değerleri, çocuk psikolojisini –ve hatta güçlü baba figürünü- kullanarak irdelemesi; filmlerine görsel açıdan haz veren ve onları masalsı bir atmosfere büründüren ufak tefek sahneler serpiştirmesi.
Bünyesinde Majidi’nin bu alışılagelmiş özelliklerini bulunduran Serçelerin Şarkısı (Avaze Gonjeshk-ha), 2008 yapımı bir film… Yönetmenin favori aktörlerinden Rıza Naci’nin deve kuşu çiftliğinde çalışan köylü bir baba olan Kerim’i canlandırdığı rolüyle Berlin Film Festivali’nden Gümüş Ayı ile dönmesi tabii ki sürpriz değil; çünkü Kerim Bey etrafında şekillenen filmin hemen hemen bütün yükü Rıza Naci’nin üzerinde. Deve kuşu çiftliğinde çalışan Kerim Bey’in büyük kızının işitme cihazının köyün dış taraflarında yer alan terk edilmiş bir havuza düşüp kaybolması ile başlıyor öykü. Sınavları yaklaşmakta olan kızı Haniye’nin işitme cihazını aramaya koyulan baba, orada bulunan çocuklara bu çamur dolu havuzda ne aradıklarını sorar. Çocukların bu pislik yuvasını balık dolu bir havuza çevirme gibi bir çabalarının olduğunu öğrenen Kerim, hastalık riskinden ötürü çocukların bu girişimine şiddetle karşı çıkar. Bu sırada bir deve kuşunun çiftlikten kaçmasının sorumlusu olarak görülen Kerim işten çıkarılır fakat şehir merkezinde bulduğu gündelik işler sayesinde evine daha fazla para götürmeye başlamıştır.
Temel olarak çocukların çamurluğu temizleyip balık yetiştirme sevdası ve Kerim’in şans ile şanssızlık döngüsü arasındaki ilişkinin işlendiği filmde, çocuk figürü saflık ve samimiyetin temsili adeta. Kerim’in bütün sert tepkilerine karşılık olarak çocukların samimi bir şekilde hedeflerine ulaşma adına azim göstermesi, Kerim’in daha fazla para kazanmak adına gösterdiği kirli hırsın zıt ucunda konumlandırılabilir.
Majidi’nin yapıtlarında dinî ögelere sıklıkla referans verdiğinden, hâlihazırda bahsetmiştik. Kerim karakterinin, film boyunca adeta ilâhi bir koruma altındaymış gibi resmedilmesi ise boşuna değil. Kulların ufak bir hataya düştüğünde Tanrı tarafından ikaz mahiyetinde çeşitli musibetlere uğraması, çeşitli inançlarda sıkça atıf yapılan bir olgu. Bu olguyu da yönetmen film boyunca birkaç yerde kullanıyor. Örneğin, Kerim şehir merkezinde motoruyla korsan taksicilik yaparken zengin bir iş adamı, Kerim’in hizmetine karşılık olarak yanlışlıkla daha fazla veriyor. Kerim ise daha sonra bunu fark ederek ertesi gün geri ulaştırma adına fazla parayı diğerlerinden farklı bir yere koyuyor. Evine dönerken yolda seyyar bir satıcıya uğrayan Kerim, fikrinden vazgeçerek iş adamının fazladan verdiği parayı da erik almak için harcıyor. Ne var ki daha sonra eve dönerken poşetin motorun bir aksamına takılarak yırtıldığını ve Kerim’in hakkı olmayan paralarla alınan eriklerin yola döküldüğünü görüyoruz. Böylece Kerim ve ailesi helal olmayan bir rızıktan faydalanmamış oluyor. Bunu dışında, bir sahnede Kerim’in motoruyla buzdolabı nakliyatı yaparken yolu kaybettiğini ve buzdolabını eve getirdiğini görüyoruz. Ertesi gün yeniden şehre inen Kerim, birkaç defa buzdolabını satmaya çalışsa da, birdenbire karşısına damperi deve kuşu dolu bir kamyon çıkıyor. Köydeki nispeten daha fakir, fakat hırstan yoksun ve huzurlu hayatı sembolize eden bu obje ile karşılaşan Kerim’in önce uzun bir süre donuk bakışlarını, daha sonra buzdolabını gerçek sahibine teslim ettiğini görüyoruz. Bunlardan başka, Kerim’in kendisini işe aşırı derecede kaptırmışken bizzat satmak üzere evinin bahçesine yığdığı eşyaların, ileriki sahnelerde üzerine yıkılmasını da sunulan bu teze paralel olarak yorumlayabiliriz.
Majidi’nin kolay anlaşılabilir, fakat kuvvetli imgeler kullandığından da daha önce söz etmiştik. Filmin başlarında Kerim’in daha yoksul bir yaşam sürdüğü sıralarda deve kuşu çiftliğinden payına düşen deve kuşu yumurtasından yapılan menemenin çevredeki komşulara dağıtılacak derecede bereketli olduğunu görmüştük. Elindekine kanaat gösteren Kerim’in evinin etrafındaki tarlaların o sıralarda yemyeşil olduğunu belirtmekte fayda var. İleriki sahnelerde ise Kerim’in satmak için evine getirdiği mavi bir kapının, eşi tarafından ihtiyacı olan bir komşuya hediye edilmesi üzerine Kerim’in bizzat bu komşuya giderek mavi kapıyı –pek de nazik olmayan bir şekilde- geri aldığına şahit olduk. Kerim, mavi kapıyı sırtlanmış evine doğru giderken kapkara tarlaların üzerinden geçtiğini görürüz. Anlaşılmaktadır ki, köyün üretim ve geçim sahası olan tarlalar bereketi temsil etmektedir; zira o dönemlerde Kerim, kazandığı paradan pek de memnun olmuyordur. Majidi’nin bu mesajı verirken “Rızkına razı olanın bereketi artar, razı olmayanın ise bereketsiz olur” diyen hadisi referans almış olması muhtemeldir. Bu arada, Kerim’in siyah tarlalar üzerinde mavi kapıyı taşırken kameranın yukarıdan hakim bir bakış açısıyla çekim yapıldığını görürüz. Daha önce Cennetin Rengi’nde de rastlamış olduğumuz bu teknikle, Allah’ın olan biten her şeyi gören anlamındaki el-Basîr ismine atıf yapıldığını söylesek yanılmış olmayız. Filmin sonuna doğru başına gelen kaza sonucu Kerim’in yatağa mahkûm kalması dolayısıyla evin küçük oğlunun çalışarak eve para getirdiği sıralarda tarlaların yeniden yeşerdiğini de eklemek gerekir.
Majidi’nin diğer filmlerinde de sıkça rastlanan ataerkil bir topluma mensup güçlü, evin gelirini sağlayan ve baskın bir baba karakteri ile Serçelerin Şarkısı’nda da karşılaşmaktayız. Yine Majidi filmlerinde alışkın olduğumuz çocuk karakterler bu yapıtta da karşımıza çıkmaktadır. Ne var ki, bu defa ana karakteri çocuklar oynamamaktadır. Fakat bu çocuk karakterlerin önemsizliğine işaret etmez; çünkü filmde Kerim’in edindiği en büyük ders, köy çocuklarının safça bir uğraşla çamur dolu bir havuzu, adeta bir cennet köşesine çevirmedeki içten gayretlerinden edindiği derstir. Buna ilaveten Majidi’nin alâmetifarikalarından olan çocuk psikolojisinin kullanımı en güçlü olarak filmin sonlarına doğru Kerim’in oğlu Hüseyin’in hasta olan babasına kendi kazandığı paradan bir paket portakal suyu aldığı sahnede karşımıza çıkıyor. Aslında Hüseyin’in yalnızca tek paket portakal suyuna parası yetmiştir, fakat babası meyve suyunu oğluna vermek isteyince, oğlu babasına aslında portakal suyunu pek sevmediğini söylemiştir. Bu ve bunun ötesinde birçok sahnede çocukların his ve hayal evrenlerinin, yetişkinlere ders verecek nitelikte irdelendiğini görmek mümkündür.
Majidi’nin hemen her filminde görsel olarak izleyiciyi büyüleyen, çeşitli masalsı sahnelere yer verdiği bir gerçek. Bu tür sahnelerden Majidi’nin üzerinde durduğumuz diğer filmleriyle alakalı yazılarda da bahsetmiştik. Aynı kategoriye girebilecek bir sahne Serçelerin Şarkısı’nda da yer alıyor. Köy çocuklarının zengin olma idealiyle temizledikleri havuzda balık yetiştirme sevdaları vardır. Bu doğrultuda havuzu adamakıllı elden geçiren çocuklar, ufak tefek işlerde çalışarak para biriktirmiş ve koca bir bidonu dolduracak kadar turuncu balıklardan almışlardır. Fakat çocukların yaptıkları işten vazgeçmeyi ve patronlarından azar yemeyi göze alacakları derecede büyük bir problemleri vardır; yükünü boşalttıkları kamyonete yerleştirdikleri balık dolu bidonda bir delik açılmıştır ve su giderek azalmaktadır. Bu durumu fark eden çocuklar ellerindeki işi hemen bırakarak –bu aradaki kamyonetteki yükü de darmadağın ederek- bidonu koştura koştura havuza taşımaya başlarlar. O sırada çocuklardan birinin ayağı takılır ve bidondaki turuncu balıklar birdenbire etrafa saçılır. Belki yüzlerce turuncu balığın etrafa saçılması ve sudan uzak kalmanın etkisiyle çırpınmaları, bu sahneyi masalsı bir atmosfere büründürmek için yeterli. Balıkları toplayıp bidona tekrar doldurmaya çabalayan çocuklar bidonun tamamen patlamış olduğunu görünce, küçücük elleriyle kıpraşmakta olan balıkları –gözyaşları eşliğinde- hemen yanı başlarındaki sulama arkına atarlar. Bu da Kerim’den sonra çocukların aşırı hırsları sonucu yediği “şefkat tokatıdır”. Ellerinde ufak bir plastik torbaya koydukları irice bir turuncu balıkla evlerine geri dönen çocukların hüznünün arka planında ise yine yemyeşil tarlalar yer almaktadır.
Kerim rolüyle Berlin Film Festivali’nden “En İyi Erkek Oyuncu” ödülüyle dönen Rıza Naci filmin hemen her sahnesinde bulunuyor. Öyle ki, film bitince diğer karakterler zihnimizde biraz daha silik kalabiliyor. Kerim’in eşi Nergis’i canlandıran Maryam Akbari, ortalamanın biraz üstünde bir performansa sahip. Kerim’in işitme engelli kızı Hanayeh rolünü oynayan Schabnam Akhlaghi, küçük kızı Zarah rolündeki Nezhat Nazari ile oğlu Hüseyin’i oynayan Hamid Aghazi‘nin ufak rollerinin haklarını verdikleri söylenebilir.
Serçelerin Şarkısı’nın müzik seçiminden de özellikle bahsetmek gerek. Film boyunca çok defa araba teyplerinde çalmakta olan İbrahim Tatlıses şarkılarına rastlıyoruz. Bu ayrıntı, hem İran köylerini yansıtması adına hem de Doğu kültürünün ortak bir “damak zevki” olduğunu göstermesi adına ilgi çekici. Az evvel bahsedilen çocukların ellerinde tek bir balıkla kamyonet üzerinde evlerine döndükleri sahnede, Kerim’in hem kendisinin hem de çocukların başına gelenleri özetlercesine söylediği “Yalan Dünya” adlı Azeri türküsü ise kesinlikle dinlenmeye değer. Bunun ötesinde filmin müziklerinin arkasındaki ismin de 2008 yılında ünlü Ermeni besteci Djivan Gasparyan ile çıkardıkları ortak albüm “The Endless Vision” ile Grammy’e aday gösterilen İranlı müzisyen Hossein Alizadeh olduğunu da eklemek gerek.
Profesyonel olmayan oyuncuların ortaya koyduğu doğal performansların daha bir izlenebilir kılındığı Serçelerin Şarkısı, Enes Özel’in kafaayari.com’da yazdığı yazıda dediği gibi, “adaleti söylüyor”. Her kulun kendi iradesinin ötesinde ilâhi bir iradenin işlediğini ve bu adaletin er ya da geç tecelli edişini irdeliyor film. Deve kuşu; kapkara, yemyeşil tarlalar; mavi kapı veya turuncu balıklar gibi imgeler Serçelerin Şarkısı‘na poetik bir değer de yüklüyor. Cennetin Rengi’nin aksine daha realist bir tutumla, köy yaşamını tozuyla toprağıyla ele alan Serçelerin Şarkısı, San Francisco Chronicle’den Jonathan Curiel’in tanımıyla, “Zaman zaman komik, hüzünlü, merak uyandırıcı ve dokunaklı olabilen, Majidi’nin ustaca öyküleme tekniği ile Naci’nin harikulade oyunculuğunun vitrine çıktığı sinematik bir anlatı”.
Fakrullah Başkan
yav kardeş sen günde kaç film izliyorsun ? bana film önerir misin rica etsem ?